ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR – BİRİNCİ BAB

SIDK VE EMANET (GÜVEN) – BİRİNCİ FASIL

1. (194)- Hadis

Ebu Sa’îd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) şöyle buyurdu: “Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve sâlihlerle beraberdir.”

عن أبى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [التّاجِرُ الأمِينُ الصَّدُوقُ مَعَ النَّبِييِّنَ والصِّدِّقِينَ والشُّهَدَاءِ والصَّالِحِينَ]. أخرجه الترمذى .

Tirmizî, Büyû 4, (1209); İbnu Mâce, Ticârât 1, (2139).

İşlerinde “doğruluk” ve “güven”i esas alan kimseler insanların en üstün tabakasını teşkil eden peygamberler, sıddikler, şehidler ve sâlihler zümresinde yer alabilirler. Hadiste bu durumun tüccarlar hakkında zikredilmesi, bu iki vasfın bilhassa ticâret hayatındaki ehemmiyetini ifâde eder. Bir memlekette iktisadî kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır. Doğruluğun olduğu yerde güven hâsıl olur. Güvenin olduğu yerde az sermayeler bile bir araya gelerek en büyük kalkınma faaliyetlerine yönlendirilebilir. İslâm’ın yalan, aldatma, ölçü ve tartılarda hile gibi ahlaksızlıklar karşısındaki şiddeti, tehdidatı, sözkonusu doğruluk ve emniyeti sağlamaya yöneliktir.


2. (195)- Hadis

Tirmizî’nin, Rifâ’a İbnu Râfi’den yaptığı diğer bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:

“Kıyamet günü tüccarlar fâcirler (günahkârlar) olarak diriltilecekler. Ancak Allah’tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna”

وله في أخرى عن رِفاعة بن رافع قال: [إنَّ التُّجَّارَ يُبعَثُونَ يومَ القيامَةِ فجَّاراً إلاّ مَن اتَّقَى اللهَ وَبَرَّ وصَدَقَ] .

Tirmizî, Büyû 4 (1210); İbnu Mâce, Ticârât 3, (2146).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (196)- Hadis

Kays İbnu Ebî Gareze el-Gıfârî (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Biz hicret etmezden önce simsarlar olarak isimlendiriliyorduk. Bir gün, Medine’de, bize Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) uğradı. Bize ondan daha iyi bir isim verdi. Buyurdu ki: “Ey tüccarlar, satış işine, yemin ve boş söz karışır…”

Ebu Dâvud, Büyû I, (3326, 3327); Tirmizî, Buyû 4, (1208); Nesâî, Eymân  7, (7, 15).

Bu hadisin zâhirinden hareketle Zâhirîler tüccarın zekatla mükellef olmayıp sadaka ile mükellef olduğunu söylemiştir. Halbuki diğer ulema zekat, senelik belli  nisabı olan bir vergi olduğu halde sadakanın herhangi bir zamanı, nisabı olayan bir bağış olduğu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in tüccarları zekattan başka olan sadaka vermeye de teşvik ettiğini söylemiştir. Ümmetin ameli ve ulemanın icmâı bu görüş üzeredir.


4. (197)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i işittim, diyordu ki:

“(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti artırır. (Halbuki gerçekte) kazancı giderir.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [سَمِعْتُ رَسُولُ اللهِ ﷺ يقولُ: الحَلِفُ مَنْفَقَةٌ لِلسَّلعةِ مَمْحَقَةٌ لِلْكَسْبِ]. أخرجه الشيخان، وهذا لفظهما، وأبو داود ولفظهُ: مَمحقة للبركةِ.

” Buhârî, Büyû 26; Müslim, Müsâkât 13 (1607); Ebu Dâvud, Büyû 6, (3335); Nesaî, Büyû 5, (7, 246).

Dinimiz, alışverişte satıcıların mala rağbeti artırmak için yemin etmelerini hoş karşılamaz. Hadislerde “yemin” kelimesi mutlak olarak gelmiştir, elhalif veya elyemîn şeklinde. Şarihler “yalan” kelimesiyle kayıtlayarak anlamaya meylederler. Buhârî bu bahse tahsis ettiği baba “Alışverişte mekruh olan yemin babı” adını vererek hadisin ruhuna uygun bir sunuş yapar. Yani satıcının yemin etmesi mekruhtur. Yemin yalan yere olursa tahrimen mekruhtur, doğru yemin olursa tenzihen mekruhtur.
Hülasa satıcının yemini mala olan alâkayı, rağbeti artırırsa da kazancın bereketini yok eder. Muttakî ticaret ehlinin herçeşit yeminden kaçınması, yemine dilini alıştırmaması gerekir.
Kazançta bereketin kalkması çeşitli şekillerde tezâhür eder. Bunlardan bir kısmını izah kolay olmasa bile, bir kısmı kolaydır. Meselâ şöyle bir izah makul gelmektedir: Yalan söylenerek satılan malın ayıbı mutlaka ortaya çıkar. Müşteri, o tüccara artık kendisi uğramayacağı gibi başkalarının uğramasına da mâni olur. Bu, kazancın bereketini gideren bir durumdur. Gayr-i meşru yoldan kazanılan paranın gayr-ı meşru harcamalara giderek sâhibini günaha soktuğu, bir kısım taşkınlıklar, şımarıklıklar sonucu sıhhatini, istirahatini kaybettiğini, hapishane, hastane ve hatta mezaristana düştüğünü çevremizde sıkca görmekteyiz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ihbar ettği bereketsizlik haktır, ama şöyle ama böyle, bugün veya yarın.


5. (198)- Hadis

Hakim İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Alıpsatanlar” birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıpsatanlar alışverişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alışverişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları) gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alışverişlerinin bereketini kaybederler.”

وعن حكيم بن حزام رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [ البيِّعانِ] وفي رواية: [مُحِقَتْ بَرَكةُ بَيْعِهِمَا: اليمنُ الفاجرةُ مَنفَقةٌ للسَّلعةِ ممحقةٌ للكسبِ]. أخرجه الخمسة.

Buhârî, Büyû 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû, 47, (532); Ebu Dâvud, Büyû 53, (3459); Tirmizî, Büyû 26, (1246); Nesâî, Büyû 3, (7, 244-245).

1— Burada alışveriş akdine kesinlik kazandıran ayrılık üç şekilde anlaşılmıştır: 1- Kelamların ayrılması: Yani  mal sâhibi: “sattım”, müşteri de: “aldım” dedi mi artık geri dönülemez. İmam Malik, Ebu Hanife ve bir kısım âlimler hadisi böyle anlamışlardır. Ebu Yusuf, Şâfiî ve diğer bir kısım alimler de bedenlerinin ayrılmasını anlarlar. Diğer bir grup âlimde meclisten ayrılmayı anlamıştır.
Şu halde Hanefîler’de esas olan akdin sözle kesinleşmesidir. Bu tahakkuk etti mi, müşteri mala sâhib olur. Ancak hıyâru’rrü’ye (görme muhayyerliği), hıyâru’l-ayb (kusur tesbiti hâlinde akdi fesih hakkı), hıyâru’lşart (hususî olarak belirtilen şarta bağlı fesih hakkı) durumları söz konusu olursa akdi fesih hakkı doğar. Aksi takdirde akid söz kesinleştikten sonra bozulamaz.
2— Alış verişte gizlenmemesi, beyan edilmesi gereken hususa gelince, bunu bazı âlimler malın ayıbı, kusuru varsa bunu satıcının açıklaması, semen (fiyat bedel) ile alakalı bir husus varsa onu da müşterinin gizlememesi, açıklaması gerekir diye izah etmişlerdir. Daha umumî bir ifade kullanarak: “Her iki taraf için de açıklanması gerekli olan hususların açıklanması gerekir” diye tasrih edenler de olmuştur.


ALIŞ-VERİŞTE VE İKÂLE’DE (GERİ VERME) KOLAYLIK – İKİNCİ FASIL

1. (199)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini  bol kılsın”.

عن جابر رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [رَحِمَ اللهُ رجُلاً سَمْحاً إذا بَاعَ وَاِذَا اشْتَرَى وإذاَ اقْتَضَى]. أخرجه البخارى، والترمذى، واللفظ للبخارى .

Buhârî, Büyû 16; Tirmizî Büyû 75, (1320).

Alış veriş muamelesinin her safhasında kolaylık ve karşı tarafı memnun edici davranış teşvik edilmektedir. Müsamaha ve fedakârlık sâdece satıcıdan beklenmemeli. Alıcı da aynı anlayışı göstermelidir. Hele borcun ödenmesi… geciktirmeden, tam zamanında eksik bırakmadan, bugün git yarın gel demeden ödenmesi gerekmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buna dikkat çekmektedir.


2. (200)- Hadis

Tirmizî’nin rivayeti şöyledir:

“Allah, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi.”

وعند الترمذى: [غَفَرَ اللهُ لرجلٍ كانَ قبلَكُمْ: سَهلاً إذَا باعَ، سَهْلاً إذا اشْتَرَى، سَهْلاً إذا اقْتَضَى]

Tirmizî, Büyû 75. (1320).

Münavî: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Allah’ın mağfiretini kazanmada bu kimseyi kendimize örnek edinmeye teşvîk etmektedir, bu maksadla onu zikretmiştir” der.


3. (201)- Hadis

Tirmizî’nin Ebu Hüreyre’den kaydettiği bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur:

“Allah, satıştaki müsâmahayı, satın alıştaki müsâmahayı, ödemedeki müsâmahayı sever”

وله في أخرى عن أبى هريرة رضى الله عنه يرفعه: [إنَّ اللهَ يُحِبُّ سَمْحَ البيعِ سَمْحَ الشِّرَاءِ سَمْحَ القَضَاءِ] .

Tirmizî, Büyû 75 (1319).

Hadiste müsamaha diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı semh’dir. Münâvî hadiste bunun, “karşılıklı kolaylık (müsâhale)” mânasında kullanıldığını belirtmiştir. Aynı mânada olmak üzere Nesâî’nin bir tahrici şöyledir:   ادخل الله الجنة رجلا كان سهلاً مشترياً وبايعاً وقاضيا ومقتضياً   “Allah müşteri iken  kolaylık gösteren, satıcı iken kolaylık gösteren, borcunu öderken kolaylık gösteren, alacağını ödetirken kolaylık gösteren kişiyi cennete koydu.”


4. (202)- Hadis

Huzeyfe ve Ebu Mes’ud el-Bedrî (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söyediğini  işittiklerini anlatır:

“Sizden önce yaşamış olan birisine, ruhunu kabzetmek üzere melek gelmiş idi, sordu:

وعن حذيفة وأبى مسعود البدرى رضى اللهُ عنهما. أنّهما سمعَا رَسُولُ اللهِ ﷺ يقول: [إنَّ رجلاً مِمَّنْ كَانَ قَبْلَكُمْ أتاهُ الملَكُ ليَقْبِضَ رُوحَهُ فقالَ هَلْ عَمِلْتَ مِنْ خَيْرٍ؟ قالَ مَا أعْلَمُ. قيلَ لهُ انظرْ. قالَ ما أعلم شيئاً غيرَ أنِّى كنتُ أبايِعُ النّاسَ في الدنيا فأنظِرُ المُوسِرَ وأتَجَاوَزُ عن المعْسِرَ فأدخَلهُ اللهُ الجنةَ]. أخرجه الشيخان

Buhârî, Büyû 17-18, Enbiyâ 50, İstikrâz 5; Müslim, Müsâkât 26-31, (1560).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


5. (203)- Hadis

Amra Bintu Abdirrahmân (radıyallahu anhâ) anlatıyor:

“Bir adam bir meyve bahçesinin meyvelerini toptan satın aldı. Meyveyi toplayıp miktarını tayin edince, tahmîn edilenden noksan buldu. Bahçe sâhibini görerek eksik çıkan kısmı hesaptan düşmesini veya alımsatım akdinden dönmesini talebetti. Fakat adam teklif edilenleri kabul etmemeye yemin etti. Bunun üzerine müşterinin annesi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e müracaat ederek durumu arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “O adam, hayır yapmamaya yemin etmiştir” buyurdu. Bu sözü işiten bahçe sâhîbi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, talebini kabul ettim” dedi.

وعن عمرة بنت عبدالرحمن رضى اللهُ عنها قالت: [ابْتَاعَ رجلٌ ثمرَةَ حائِطٍ فعالَجَهُ وقَامَ فيهِ حتًَّى تَبَيَّنَ لَهُ النُّقْصَانُ فسألَ ربَّ الحائطِ أنْ يَضَعَ لهُ أو يُقيلَهُ فَحَلَفَ أنْ لا َيَفْعَلَ فذَهَبَتْ أُمُّ المشترى إلى رَسُولِ اللهِ ﷺ فَذَكَرَتْ لَهُ ذلكَ فقالَ: تألَّى أنْ لاَ يَفْعَلَ خَيْراً، فَسَمِعَ بذلكَ ربُّ الحائطِ فأتَى رَسُولُ اللهِ ﷺ فقالَ: يَا رَسُولُ اللهِ هُوَ لهُ]. أخرجه مالك

Muvatta,  Büyû 15. (2, 621); Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkât 19, (1557).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (204)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Kim bir Müslümanın ikâlesini (yani alımsatım akdini feshetmesini) kabul ederse, Allah da onu düşmekten kurtarır”

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [مَنْ أقالَ مسلماً أقالهُ اللهُ عَثْرَتَهُ]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvûd, Büyû 54, (3460); İbnu Mâce, Ticârât 26, (2199).

İkâle, ıstılah olarak alımsatım akdinin bozulmasıdır. Akdi bozma talebi müşteriden gelse de, satandan gelse de  farketmez, ikale denir. Aslında  akit yapıldıktan sonra, -önceden bilinmeyen veya beyan edilmeyen bir kusurun ortaya çıkması gibi- meşru bir mazeret olmadıkca akdi bozmak caiz değildir. Bir taraf (alan veya satan) bozmak istediği takdirde diğer taraf dilerse kabul eder. Bu sebepten 203 numaralı hadiste görüldüğü üzere müşterinin akdi bozma (ikale) teklifi bahçe sahibi tarafından kabul edilmeyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) meseleye müdâhale ederek, bahçe sâhibine: “Akdi boz, ikalesini kabul et!” dememiştir. Sadece kendisine sevap getirecek bir davranışı reddetmiş olduğunu ifade buyurmuştur.
Şu halde dinimizin tavsiyesi, böyle bir durumda, karşı  tarafın ikâleyi kabul etmesini tavsiye etmektir. Bunun sebebi açık: İkâle teklifinde bulunan taraf bu alışverişten bir huzursuzluğa bir pişmanlığa düşmüştür, bir zarar görmektedir. Öbür tarafın da bunu kabul edivermesi hem bir huzursuzluğu bertaraf edecek, hem de iki taraf arasına bir tadsızlık girmesini önleyeceği gibi muhabbetin artmasına da yardımcı olacaktır. Dinimiz her huzursuzluğu takbih ettiği gibi, muhabbet vesilelerini de takdir eder. Nitekim bu hadiste “akid bozma” teklifini kabul edenin davranışı övülmüş, mukabilinde Cenâb-ı Hakk’ın, onu düşmelerden, hatalardan koruyacağı, hatalarından hâsıl olan günahlarını affedeceği ifade edilmiştir.
Bir mü’mine ikâleyi kabul, kendisi için yeterli bir kârdır.


ÖLÇÜLER VE TARTILAR HAKKINDA – ÜÇÜNCÜ FASIL

1. (205)- Hadis

İbnu Ömer  anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Şer’î hukuku ödemek için) vezin’de Mekke halkının vezn’i esastır, keyl’de de Medine halkının keyl’i esastır.”

عن ابن عمر رضى الله عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [الْوَزْنُ وَزْنُ أهْلِ مَكَّةَ، وَالْمكيَالُ مكيالُ أهلِ المدينةِ]. أخرجه أبو داود والنسائى.

Ebu Dâvud, Büyû 8, (3340); Nesâî, Büyû 54, (7, 284).

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde medenî hayat için son derece ehemmiyet arzeden ölçü ve tartı birimlerine temas etmektedir. Ticarî ve dolayısıyla iktisadî hayat büyük ölçüde bunlara dayanır.
Vezn tartı yoluyla ölçmek mânasına gelir. Miktarın tayininde ağırlığı esas alınan mallara veznî denir, yağ, bal, şeker bu veznî gruba girer. Bu gruba giren malların miktarını tayinde muhtelif birimler olunca, devlet içerisinde kargaşayı önlemek için sadece birinin esas alınması gerekir. Hadis, kurulmakta olan İslâm devletinde veznî birim olarak Mekke ölçüsünün esas alınmasını emretmektedir. Âlimler “Mekkeliler ticaret ehlidir, onların bu husustaki bilgi ve tecrübeleri fazladır. Bu sebeple vezinde Mekke vezninin esas alınmasını emretmiştir” derler.
Keyl’e gelince bu daha çok tahıl ölçüsüdür. Bu gruba girenlere keylî denir. Kile tabirimiz buradan gelir. Hububatı ağırlığına göre değil, hacmine göre ölçer. Peygamberimizin (aleyhissalâtu vesselâm) Keyl’de Medine Mikyalini esas almasını, Medine’nin ziraatçilikte gelişmesiyle izah ederler. Malum olduğu üzere Mekke beynelmilel bir ticaret şehridir, geçimini ticaretten sağlamaktadır. Ziraat mümkün değildir. Buna mukabil Medine ziraate elverişlidir ve bahçecilik, meyvecilik gelişmiştir. Binâen-aleyh Medîne halkı mikyâllerin (mekâyîl) ahvalini en iyi bilen kişilerdir.
Öyle ise bu hadis, altın gümüş üzerinden zekâtın hesaplanmasında Mekke vezin birimleri olan dirhem’in,sadaka-i fıtr, kefâret gibi dinî borçların ödenmesinde de Medine mikyallerinden olan Sâ’ın esas alınmasını emretmiş olmaktadır. Örfî olarak her bölgede miktâra az veya çok farklılıklar arzeden ölçü ve tartı birimlerinin kullanıldığı Arabistan’da “200 dirhem altına sâhip olan zekât vermelidir” sözü “Hangi dirheme göre?” sorusunu getirecektir. Şu halde yukarıda sunulan hadis, bu çeşit meselelerin çözümünde esas olmuştur.
Bu çeşitten ölçü birimlerini tâyin ve tahdid eden bakşa hadisler de mevcuttur.


2. (206)- Hadis

Mikdâm İbnu Ma’dikerb (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şu sözünü nakletti:

“Yiyeceklerinizi kîle ile ölçün, sizin için  mübarek kılınsın.”

وعن المقدام بن معدى كرب رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [كِيلُوا طَعامَكُمْ يُبَارَكْ لَكُمْ فيهِ]. أخرجه البخارى

Buhârî, Büyû 52.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yiyecekleri tartmakla ilgili emri, daha ziyade “alımsatım” ve depodan çıkarılması sırasında diye kayıtlanmıştır. Alım satımda tartmanın ehemmiyeti açıktır. Mücâzefe denen “karalama” veya “kabalama” alımsatımda taraflardan biri aldanabilir. Dinimizde ise, “aldanmamak ve aldatmamak” esastır.
Depodan çıkarırken tartma “Hesabın bilinmesi, istihlâkin önceden yapılan tahmine uygun olarak yapılması, vaktinden evvel tüketilmemesi içindir” denmiş, böylece taamın bereketleneceğine dikkat çekilmiştir. Şârihlerin belirttiği üzere “yiyeceği tartma” ameliyesi tek başına ona “bereket ilâve etmez”. Hesabı göstererek ölçülü istihlâke sevkederek berekete vesile olur.


3. (207)- Hadis

İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mikyal (ölçek) ve mîzân (terazi) kullananlara şöyle hitab etti: “Sizler bizden önce gelip geçen kavimleri helâk eden iki işi üzerinize almış bulunmaktasınız”

وعن ابن عباس رضى الله عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [لأهْلِ

Tirmizî, Büyû’ 9, (1217).

Burada ictimaî ahlâkın mühim bir esasına parmak basılmaktadır: Alış veriş sırasında ölçü ve tartıda dürüstlük, fertler arası güven, sevgi, saygı gibi pek çok umur buradaki dürüstlüğe dayanır. Cemiyetin ahengi, huzuru ve dolayısıyla sağlıklı terakki de bunlara dayanmaktadır. Bir cemiyette bu bağlar bozuldu mu, o cemiyetin batması yakındır. Başta Hz. Şuayb’in kavmi olmak üzere, birçok kavimlerin bu ölçütartı hilesinin getirdiği bozukluklarla battığını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hatırlatmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm bu mevzuya birçok âyetlerinde yer verir. Mutaffifin sûresi bu mevzuyu müstakilen ele alır.
Şurası açıktır ki, bazı safdillerin zannettiği gibi, ölçütartı gerektiren meslekler, dindarlığa uymayan, kaçınılması gereken meslekler değildir. Bu hadiste, böyle bir nasihat mevcut değildir. Burada ölçü ve tartı meselesinde çok dikkatli davranılması, alırken de verirken de ölçümde hassas olunması gereği vurgulanmaktadır. Nitekim daha önce geçen hadislerden bir kısmı ve meselâ 194 numaralı hadis “Emin ve doğruluktan ayrılmayan tüccârların peygamberler, sıddikler, şehîdler  ve sâlihlerle beraber olacaklarını” haber vermiş, müjdelemiştir.


4. (208)- Hadis

İbnu Harmele (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Ümmü Habib Bintü Züeyb İbnu Kays el-Müzenniyye, bize (ölçüm işlerinde kullanılan) bir sa’ bağışladı. Ümmü Habib bize rivayet etti ki, kendisine, İbnu Ahî Safiyye’den geldiğine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevce-i pâkleri Safiyye vâlidemiz (radıyallahu anhâ) bağışlanan bu sâ’in, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kullandığı sâ’ olduğunu söylemiştir. Râvilerden Enes İbnu İyâz der ki: “Ben bu sâ’ı denedim, (kontrol ettim) gördüm ki bu sâ, Emevî Halifesi Hişâm İbnu Abdi’l-Melik’in kullandığı müdd’le iki buçuk müdd miktarında idi”.

وعن ابن حرملة قال: [وَهَبَتْ لَنَا أمُّ حبِيبةَ بِنْتُ ذُؤيبِ بنِ قيسٍ الْمُزَنِيَّةُ صَاعاً حدّثَتْنَا عن ابنِ أخِى صَفِيةَ عن صفيةَ زوجِ النبىِّ ﷺ أنهُ صَاعُ النبىِّ ﷺ. قال أنسُ: فجرَّبتُهُ فَوَجَدتُهُ مُدّيْنِ ونصفاً بِمُدِّ هشَامٍ]. أخرجه أبو داود

Ebû Dâvud, Eymân 18, (3279).

Ebu Dâvud bu hadisi “Kefaret’in Ödenmesinde Kullanılan Sâ’ın Miktarı Nedir?” başlığını taşıyan babta kaydeder. Görüldüğü üzere, “şerî borçların ödenmesinde esas ittihaz edilmesi gereken birim ne olacaktır, bunun miktarı nasıl tâyin edilmelidir?” Âlimler arasında bidayetten beri bir problem olmuştur ve bu mesele hep, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın beyanları doğrultusunda, onun vaz’ettiği birimler çerçevesinde çözülmeye çalışılmıştır.


5. (209)- Hadis

es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bir sâ’, bugün sizlerin kullanmakta olduğunuz müdd’le, bir müdden üçte bir müdd miktarında fazla idi. Ancak bu miktara Ömer İbnu Abdilaziz merhum zamanında ilâve bulunuldu.

وعن السائب بن يزيدَ قال: [كانَ الصاعُ علَى عهدِ رَسُولِ اللهِ ﷺ مُدّاً وَثُلُثاً بِمُدِّكُمْ اليومَ، وقد زيدَ فيهِ في زمنِ عمرَ بن عبدِ العزيزِ رحمه اللهُ تعالى]

Buhârî, İ’tisam 16, Kefârât 5; Nesâî, Zekât 44, (5, 54).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (210)- Hadis

Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır.”

وعن عثمان رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [إذَا بِعْتَ فَكِلْ وَإذَا ابْتَعْتَ فكْتَلْ]. أخرجهما البخارى

Buhârî, Büyû’ 51.

Bu hadis, ticarî hayat için mühim iki prensip vazediyor:
1— Alımsatımın ölçümle yürütülmesi.
2— Tartma külfetinin satıcıya âit olması.
Hadisin vürud sebebi kayda değer: Hz. Osman Benu Kaynuka çarşısında hurma alıp Medine’ye getirip, pazara döker, ne miktar olduğunu beyan eder, müşteri de onun beyanı üzerine tartmadan alır, uygun bir kâr verirmiş. Durum Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kulağına ulaşınca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Osman’a: “Sattığın zaman tart, satın alınca da tarttır” emreder.
Tartma işi ücretle yapılıyorsa, bunun ücreti satıcıya âittir. Verilecek paranın, o devirde olduğu üzere, tartımı, bütünse bozdurulması külfet, masraf gerektiriyorsa bu da müşteriye aittir.


ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADÎSLER – DÖRDÜNCÜ FASIL

1. (211)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.”

عن أبى هريرة رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [إنَّ أحَبَّ البِلادِ إلى اللهِ تعالى المساجِدُ، وأبغضَ البلادِ إلى اللهِ تعالى الأسواقُ]. أخرجه مسلم

Müslim, Mesâcid 288, (671).

Mescidler ibadet, zikir, takva gibi kulluğun kâmil mânada gerçekleştiği mahallerdir. Bu sebeple Allah nazarında en çok sevilen yerlerdir. Çarşı pazar ise hilenin, aldatmanın, İslâm’ın en az hatıra getirildiği, en ziyade dünyanın, dünyalığın düşünüldüğü, gaflet yerleri de yine çarşı pazarlardır.
Hadis çarşıların bu yönüne dikkat çekerek, teyakkuza, dürüstlüğe teşvik etmektedir. Aslında, dinin belirttiği çerçevede yapılan ticaret helâldir. Bu çeşit ticaretin yapıldığı yerler de tebcîle değer yerlerdir. Nasıl olmasın ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dürüst tüccarları en yüce mertebedeki insanlar arasına dahil etmiştir (Bak. 194 numaralı hadis).


2. (212)- Hadis

Selman (radıyallahu anh) diyor ki:

“Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.”

وله عن سلمان رضى الله عنه: [لاَ تَكُوننَّ إنِ اسْتَطَعْتَ أوَّلَ مَنْ يدخُلُ السُّوقَ وَلاَ آخِرَ مَنْ يَخرجُ مِنْهَا فإنّهَا مَعْرَكَةُ الشيطانِ، وَبِهَا يَنْصِبُ رَايَتَهُ].

Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 100, (2451).

Bu hadis Hz. Selman (radıyallahu anh)’ın şahsî sözü gibi görünse de hükmen merfû sayılır. Burada da herçeşit uyarılara rağmen çarşıda hüküm sürecek fiilî duruma dikkat çekiliyor: Hile, hurda, yalan yere yemin, aldatmalar, boş sözler vs. hepsi de şeytana lâyık işler.


3. (213)- Hadis

Hz. Ömer (radıyallahu anh):

“Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın” buyurmuştur.

وعن عمر رضى الله عنه أنّه قال: [لاَ يَبعْ في سُوقِنَا إلاّ مَنْ قَدْ تَفَقَهَ في الدِّينِ]. أخرجه الترمذى.

Tirmizî, Vitr 21, (487).

Burada dini bilmekten maksad, iman ve asgarî seviyede ibadetlerini yapabilecek kadar ilmihal bilmek olmamalıdır. Bunlara ilâveten, farzları, haramları,mekruhları, alış verişle ilgili emirleri, yasakları, ticaret âdabını ve hatta meslekî bilgileri vs. yi de buna dahil edebiliriz. Nitekim İbnu Abidin farz-ı ayn ilimleri sayarken “…Keza meslek erbabına ve bir şeylerle meşgul olan herkese, o mevzudaki haramdan kaçınabilmesi için onunla ilgili ilmi ve ona terettüp eden ahkâmı öğrenmesi farzdır… Keza alışveriş… ile ilgili bilgiler de bu meselelerle iştigal etmek isteyen kimselere farzdır…” demektedir.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in bu emri doğrultusunda tatbikata yer verildiği zamanlar istikrarlı, güvenilir bir ticarî hayata sahip olarak terakkî eden İslâm cemiyetleri, buna riayet edilmediği dönemlerde geriliklere düşmüşlerdir. Asker kaçaklarının, emeklilerin, köyden şehre gelen işsizlerin çarşı pazarda iş bularak esnaf ve ticaret ahlâkını nasıl bozduklarını ve bu duruma paralel olarak İslâm âleminin nasıl çöküntüye sürüklendiğini İ.Ü. İktisat Fakültesi Öğretim üyelerinden merhum Sabri F. Ülgener “İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri” adlı eserinde edebî örneklerle izâh eder.
Eseri dikkatlice ve ne demek istediğini anlayarak okuyanlar, marksistlerin bir iddiasının ilmî bir tekzibini görecekler: Onlara göre, “Üstyapı dedikleri ahlâk, hukuk, din gibi mânevî değerler, altyapı denen iktisadî hayata bağlıdır. İktisâdî durum değiştirildi mi, kendiliğinden ve zorunlu olarak ahlâk, hukuk din vs. değişir.”
Ülgener, edebî örneklerle ahlâk ve zihniyet durumlarının değiştiğini gösterdikten sonra, buna tâbi olarak iktisadî durumun bozulduğunu gözler önüne serer.
Ülgener’in bu çalışması Alman mütefekkiri Max Veber’in geliştirdiği sistemi Türk tarihine bir tatbikten ibârettir. (Daha fazla bilgi için Peygamberimizin Hadislerinde Medeniyet Kültür ve Teknik adlı kitaba bakılmalıdır (s. 45-55), ayrıca Ülgener’in kitabı da görülmelidir).


4. (214)- Hadis

Ebu’d-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:

“Ben, Şam’daki Ümeyye Camii’nin merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah’ın helal kıldıklarını da haram etmemek şartlarını arzulamaktan ziyade, Allahu Teâla’nın, haklarında: “…o kimseler ki ne bir ticaret ne de bir alış veriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz” (Nur, 36) övgüsünü kullandığı kimselerden olmamaktan korkarım.”

وعن أبى الدرداء رضى الله عنه قال: [مَا أوَدُّ أنَّ لِى مَتْجَراً عَلى دَرَجةِ جَامعِ دِمَشْقَ أُصِيبُ فيهِ كلَّ يومٍ خمسينَ دينَاراً أتَصَدّقُ بهَا في سبيلِ اللهِ، وَلاَتَفُوتُنِى الصّلاة في الجماعةِ، وَمَا بِى تَحْرِيمُ مَا أحلَّ اللهُ تَعَالى، ولكنْ أكْرَهُ أن لاَ أكونَ منَ الذينَ قال اللهُ تعالى فيهم رِجالٌ لا تُلهِيهمْ تِجَارَةٌ وَلاَ بَيعٌ عنْ ذِكْرِ اللهِ الآية]. أخرجه رزين .

Bu rivayet Rezîn’in ilâvesidir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


ALIM-SATIMI CÂİZ OLMAYAN ŞEYLERE DAİR – İKİNCİ BAB

NECÂSETLER – BİRİNCİ FASIL

1. (215)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

Mekke’nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i Mekke’de işittim, şöyle buyuruyordu: “Cenab-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alımsatımını yasakladı.” Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resûlü “ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağlanır, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır” dendi. Cevâben: “O (nun satışı) haramdır” buyurdu ve ilâve etti: “Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler.”

عن جابر رضى الله عنه قال: [سَمِعْتُ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَقُولُ عَامَ الفتحِ بِمَكّةَ: إنَّ اللهَ تعالَى حرَّمَ بيعَ الخمرِ والميْتةِ وَالخنْزِيرِ وَالأصْنَامِ. فقيلَ يَا رَسُولُ اللهِ: أرَأيْتَ شحُومَ الميتةِ: فإنّهُ يُطلَى بهَا السُّفُنُ، ويُدْهَنُ بهَا الجُلُودُ، وَيَسْتَصْبِحُ بهَا النَّاسُ. فقالَ: هوَ حَرامٌ. ثم قالَ عندَ ذلكَ قاتَلَ اللهُ اليَهُودَ إنَّ اللهَ تعالى لما حرّمَ عَلَيْهِمْ شُحُومَها أجْمَلُوهُ ثمَّ باعُوهُ فأكَلُوا ثَمَنَهُ]. أخرجه الخمسة. ومعنى «أجْمَلُوهُ» أذَابُوه

Buhârî, Büyû’ 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû’ 66 (3486); Tirmizî, Büyû’ 61 (1297); Nesâî, Büyû’ 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167).

Âlimler burada ifade edilen hükümde bazı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İhtilaf, daha ziyade Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sorulan soruya verdiği cevaptaki “O haramdır” cümlesindeki “O” zamirinden kastedilen şeyden ileri gelir. Şâfiîler bundan “alımsatım”ın kastedildiğini söylerler. Böyle olunca “iç yağı” ve bir kısım “pis şeyler”in alım satımı haram olmakla birlikte kullanılması haram değildir hükmü çıkarılır. Halbuki Cumhur dediğimiz çoğunluk “O” zamirinden “kullanma”yı anlamışlardır.
Şafiîler’e göre ölmüş hayvanın iç yağı yenmese, insan bedenine sürülmese de, gemi yağlama, kandil yağı yapma gibi işlerde kullanılabilir.
Cumhur ise ölmüş hayvandan istifade yasağı umumî olduğu için, hiçbir surette bu maddelerden istifâde edilemeyeceğine hükmetmiştir. Cumhur’un tek ruhsatı, ölmüş hayvanın debbağlanmış derisi ile ilgilidir. Bu da zâten nasla açıklanmış bir ruhsattır.
Zeytin yağı, tereyağı gibi aslında temiz olduğu halde sonradan necâset değerek kirlenen yağlara gelince, bunların yenme ve bedene sürülmesi dışında, kandilde yakılmaları, sabun yapılmaları, pislenmiş balın tekrar arıya yedirilmesi, ölmüş hayvanın köpeğe yedirilmesi, keza pislenmiş yemeğin hayvanlara yedirilmesi gibi meselelerde de selef âlimleri ihtilaf ederler. Şâfiî mezhebinin sahih hükmüne göre bütün bunlar câizdir. İmam Malik ve Ebu Hanîfe’nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir. Ebu Hanîfe (rahimehullah) necis olan zeytin yağının “durumunu belirtmek kaydıyla” satışının da câiz olacağını söylemiştir. Ahmed İbnu Hanbel ise, temiz olmayan şeylerin kullanılmasının, satılmasının haram olduğu, onlardan hiçbir surette istifadenin câiz olmadığı görüşündedir.


2. (216)- Hadis

Abdurrahman İbnu Va’le’nin anlattığına göre,

İbnu Abbas (radıyallahu anh)’dan üzüm  şırası hakkında sorunca ondan şu cevabı almıştır: “Adamın biri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir şarap dağarcığı hediye etmişti, kendisine “Allah’ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?” dedi. Adam: “Hayır bilmiyorum” cevabını verdi ve yanında bulunan birisine birşeyler fısıldadı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama “Ona ne fısıldadın?” diye sorunca adam: “Onu satmasını emrettim” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “İçilmesi haram olanın satılması da haramdır” buyurdu ve iki şarap dağarcığının ağızlarını açarak içlerini boşalttı.”

وعن عبدالرحمن بنِ وَعْلَةَ أنهُ سألَ ابنَ عباسٍ رَضِى اللهُ عنهما عمّا يُعْصَرُ مِنَ العِنَبِ فقال: [إنَّ رجلاً أهدَى لرسولِ اللهِ ﷺ رَاويةَ خَمْرٍ فقالَ لهُ: هلْ عَلِمْتَ أنَّ اللهَ تعالى حَرَّمَها؟ قال لا فَسَارَّ إنساناً إلى جَنْبِهِ، فقال لهُ رَسُول الله ﷺ: بِمَ سَارَرْتَهُ؟ قالَ أمَرْتُهُ بِبَيْعها. فقال: إنّ الَّذِي حرَّم شُرْبَها، حَرَّمَ بيعَها، فَفَتَحَ المَزادَتيْنِ حتَّى ذَهَبَ ما فيهما]. أخرجه مسلم، ومالك، والنسائى. «المزادة» الراوية

Müslim, Musâkat 68, (1579); Muvatta, Eşribe 12, (2, 846), Nesâî, Büyû’ 90, (7, 307-308).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (217)- Hadis

İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i Kâbe’nin yanında otururken gördüm. Bir ara başını semaya kaldırarak güldü ve şunu söyledi: “— Alah Yahudilere lânet etsin, Allah Yahudiler’e lânet etsin, Allah Yahudiler’e lânet etsin! Allah onlara (ölmüş hayvanların) iç yağını yasaklamıştı tutup bunu sattılar ve parasını yediler. Halbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da haram etti demektir.”

وعن ابن عباس رضى الله عنهما قال: [رأيتُ رسُولَ اللهِ ﷺ جالساً عندَ الرُّكنِ فرَفَعَ بَصَرَهُ إلى السماءِ فضَحِكَ فقال: لَعَنَ اللهُ اليهودَ ثلاثاً: إنَّ اللهَ تعالى حرَّمَ عليهِمُ الشُّحُومَ فباعوهَا وأكلُوا أثمَانَهَا، وإنَّ اللهَ تعالى إذا حرَّمَ عَلَى قومٍ أكلَ شئ حَرَّمَ عليهمْ ثَمَنَهُ]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvud, Büyû’ 66 (3488).

AÇIKLAMA’sı için 215 numaralı hadise bak.


4. (218)- Hadis

el-Muğîre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Kim içki satarsa, hınzır kasaplığı da yapsın”

وله عن المغيرةِ رضى الله عنه قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [مَنْ بَاعَ الْخَمْرَ فَلْيُشَقِّصِ الخَناَزِيرَ: أى فليقطعها كالقصَّاب ويبيعها] .

Ebu Dâvud, Büyû’ 66, (3489).

Hadis, tağliz ve tenfir yoluyla içkinin yasaklığını beyan etmektedir. Zira domuz yemekten umumiyetle kaçınıldığı hâlde, içkiye karşı alâka gösterenler az değildir. Halbuki haram olma yönüyle ikisi de birdir ve ikisi de eşit şekilde haramdır.
Bu mânayı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle bir benzetme ve mukayese ile ifade buyurmuştur.


5. (219)- Hadis

Ebu Talha (radıyallahu anh) anlattığına göre,

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan “İçkiye vâris olan yetimler” hakkında sormuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Dök onu!” emretmiştir. Ebu Talha: “Sirke yapsam olmaz mı?” deyince de “Hayır!” diye cevap vermiştir.”

وعن أبى طلحة رضى اللهُ عنه. [ أنهُ سألَ رسُولَ اللهِ ﷺ عنْ أيتَامٍ وَرِثُوا خَمْراً فقال: أهرِقْهَا، قالَ أوَلاَ أجْعَلُهَا خَلاًّ؟ قالَ لاَ]. أخرجه أبو داود والترمذى.

Ebu Dâvud, Eşribe 3 (3675); Tirmizî, Büyû’ 58, (1293). Tirmizî’nin rivayetinde: “Şarabı dök, küplerini de kır” buyurmuştur.

Âlimler bu hadisin hükmünde de az çok ihtilaf etmişlerdir. Bazıları şarabın hiçbir surette kullanılmaması gereğine hükmederler. Zîra, malının ziyan edilmemesi hususunda en ziyâde hassasiyet gösterilmesi gereken yetimlere miras yoluyla intikal eden şarabın sirkeye tahvil edilerek değerlendirilmesine cevaz verilmemekte, dökülmesi emredilmektedir. Hz. Ömer, Şafiî, Ahmed İbnu Hanbel hazerâtı bu görüştedirler.
Ancak, Atâ İbnu Ebî Rabah, Ömer İbnu Abdilaziz, Ebu Hanîfe gibi bâzı âlimler şarabın muameleden geçirilerek sirkeleştirilmesini câiz görmüşlerdir. Bazıları bu muameleyi ölmüş hayvanın derisinin debbağlanarak kullanılır hâle getirilmesine benzetmişlerdir. Ancak, “Derinin debbağlanması meselesinde nas olduğu halde, şarabın sirkeleştirilmesi meselesinde nas yoktur, kıyas yanlıştır” denmiştir.


KABZEDİLMEYEN SATIŞA DAİR – İKİNCİ FASIL

1. (220)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:

عن ابن عمر رضى الله عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [مَنِ اشْتَرَى طَعَاماً فَلا يَبِعْهُ حتّى يَسْتَوْفِيَهُ]. أخرجه الستة إلا الترمذى

Buhârî, Büyû 49, 51, 54, 55, Hudud 42; Müslim, Büyû’ 29, 35, 40, 41, (1525-1526-1528-1529); Nesâî, Büyû 55, (7, 286-287); Ebu Dâvud, Büyû 67 (3492); Tirmizî, Büyû’ 56 (1291); Muvatta, Büyû 40, (2, 640-641); İbnu Mâce, Ticarât 37, (2226).

1— Hadiste, malın kabzedilip, satıcıdan tamamen devralınmasından önce  satılması yasaklanmaktadır. Bu mevzuda da âlimler başka rivayetleri de göz önüne alınca bazı ayrılıklara düşmüşlerdir. Şöyle ki: Ebu Hanîfe “Akar hâric, başka şeylerin hepsinde caiz değildir” der. İmam Şâfiî, “Satılan mal devralınmadan satılamaz” der. Onun için akar, yiyecek, menkul, nakd hepsi birdir. İmam Mâlik ve diğer bazıları: “Yiyecekte câiz değildir, başka mallarda câizdir” demiştir. “Mekîl ve mevzun olanlar yani kile ile ölçülenlerle terazi ile tartılanlarda caiz değil, öbürlerinde caizdir” diyenler de olmuştur.
Unutmayalım, her görüş sahiblerinin şer’î delilleri mevcuttur. Farklılıklar dinimizin farklı şartlara göre getirdiği ruhsat ve kolaylığı, Şâri-i Rahimin kullar karşısındaki rahmetini gösterir. Zîra Resûlü Ekrem: “ümmetimin ihtilafı rahmettir” müjdesini vermiştir.
2— Malın kabzedilmesine gelince, kabz’ın eşyaya, şartlara göre değişikşekillerde gerçekleşeceği belirtilmiştir. Hattabî özetle şunları söyler: “Kabz eşyanın cinsine ve halkın âdetlerine göre farklılıklar arzeder. Bâzan satılan eşyayı (mebî) satın alanın eline koymak sûretiyle olur. Bâzan müşteri ile mal arasındaki mânianın tahliyesi ile (arsa gibi) olur. Bâzan malın yerinden götürülmesi ile olur. Bâzan kîle ile ölçülenlerin kileye vurulmasıyla olur. Göz kararıyla toptan satılanlarda kabz, yerini değiştirmekle, bir başka mekâna taşınmakla olur. Bir malı kile ile ölçüp satın alan kimse yeniden ölçmeden, ilk ölçümü ile satmak isterse caiz değildir. İkinci sefer ölçerek satmalıdır.”


2. (221)- Hadis

Bir diğer rivayette: “… malı kabzedinceye kadar” ziyadesi vardır. İbnu Ömer der ki:

“Biz hayvanla gelenlerden tartmadan göz kararıyla yiyecek satın alırdık. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) satın aldığımız bu şeyleri başka yere naklederek yerini değiştirmeden satmamızı yasakladı”

وفي أخرى: حتّى يَقْبِضَهُ قال: وَكُنَّا نَشْتَرِى الطَّعاَمَ من الرُّكبَانِ جُزافاً فنهاناَ رَسُولُ اللهِ ﷺ أنْ نَبِيعَهُ حَتَّى نَنْقَلَهُ مِنْ مَكَانِهِ.

Müslim, (1527).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (222)- Hadis

Hakîm İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Ey Allah’ın Resûlu dedim, bana gelip, birşeyler almak isteyenler oluyor. Halbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda bilâhere çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?”

وعن حكيم بن حزام رضى الله عنه قال: [قلتُ ياَ رَسُولُ الله: إنَّ الرَّجُلَ ليأتِينِى فيُريدُ منِى البيعَ، وليسَ عندِى ما يَطلبُ؛ أفأبيعُ منه: ثم أبْتَاعُهُ مِنَ السُّوقِ؟ قال: لا تَبِعْ ما لَيْسَ عِنْد َكَ]. أخرجه أصحاب السنن

Nesâî, Büyû 60, (7, 289), Ebu Dâvud, Büyû’ 70 (3503); Tirmizî, Büyû 19, (1232); İbnu Mâce, Ticarât 20, (2187).

Âlimler bu yasağın daha ziyade ayn (cemi’a’yân gelir) denilen hâricen mevcut muayyen müşahhas olan -bir kitap, bir ev, bir at, bir miktar para… gibi- eşya ile alâkalı olduğunu söylemişlerdir. Bu çeşit mallar akit sırasında mülkünde veya taht-ı tasarrufunda değilse satışı yasaktır. Kaçmış kölenin satışı, henüz kabzedilmemiş bir mebî’in (satın alınmış malın) satışı, kafesten kaçmış bir kuşun satışı, bir başkasına ait malın sahibinin izni olmadan satışı gibi. Başkasının malını satma yasağı, sahibinin izin verip vermiyeceği bilinmediği içindir. Şâfiî (rahimehullah) bu görüştedir. Mâlik, Ebu Hanîfe’nin ashabı ve Ahmed İbnu Hanbel hazerâtı (rahimehümullah) sahibinin iznine bağlı olarak başkasının malından satılabileceğini söylemişlerdir.
Satış sırasında mevcut olmayan şeyin satılmasıyla ilgili yasak daha ziyade aynî eşya ile alâkalıdır, değilse, Bağavî’nin Şerhu’s-Sünne’de açıkladığı üzere Bey’us-Sıfat bu yasağa girmez.
Bey’us-Sıfat tâbiriyle selem kastedilir. Zîra, selem akdi sıfatları belirlenmiş malın bu sıfatlara uygun şekilde, tâyin edilen vakti gelince teslim edilmek üzere yapılan satışıdır. Bu satış “ayn”ın değil “sıfat”ın satışı olmaktadır.


4. (223)- Hadis

İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kimsenin, yiyecek maddesini tam olarak kabzetmiş olmadan satmasını yasakladı. Tâvus derki: “İbnu Abbas’a “Bu nasıl olur?” diye sordum da bana şu cevabı verdi: “Bu dirhemlerin dirhemlerle alınıp satılmasıdır, yiyecek maddesi ise tehir edilmiştir.”

وعن ابن عباس رضى الله عنهما قال: [نَهَى رَسُولُ اللهِ ﷺ أن يَبِيعَ الرجلُ طعاماً حتى يَسْتَوْفِيَهُ. قال طاوس: قلتُ لابن عباسٍ: كيفَ ذلِكَ؟ قال: ذاكَ دَرَاهِمُ بِدَرَاهمَ، والطعامُ مُرْجَأ]. أخرجه الخمسة

Beş kitap’ta da tahriç edilmiştir. 220 numaralı hadisle aynı bablarda zikredilmiştir.

Burada yasaklanan alımsatım muamelesi şöyle: Bir şahıs diğerinden 100 dinara yiyecek satın alır. Ve 100 dinarı satıcıya peşin öder, ancak malı teslim almaz.
Mal satıcının elinde gecikir. Sonra malı bu yeni sahibi bir başkasına mesela 120 dinara satar. Böylece ortaya dinin ruhuna uymayan bir satış şekli çıkmış olmaktadır: Parayla para kazanmak. Bu ise ribâ’dır ve haramdır. İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu şekli önlemek ve bu tarzın açacağı suistimalleri bertaraf etmek için satın alınan malın kabzedilmeden  satılmasını yasaklamıştır.


5. (224)- Hadis

Süleyman İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Mervân İbnu’l-Hakem’e:

وعن سليمان بن يسار رضى الله عنه قال: قالَ أبو هريرة رضى اللهُ عنه لمروان بن الحكم: [أحلَلْتَ بَيْعَ الربَا؟ فقال مافَعَلْتُ. فقال أبو هريرة: أحلَلْت بَيْعَ الصَكاكِ، وقَدْ نَهى رَسُولُ اللهِ ﷺ عن بيعِ الطعامِ حتى يُسْتَوْفَى فخطب مروانَ فنهى عن بيعهِ قال سليمان: فنظرتُ إلى حرسٍ يأخذُونهَا من أيدِى الناسِ]. أخرجه مسلم

Müslim, Büyû 40 (1528).

Sened diye tercüme ettiğimiz tâbirin aslı sakk’dır, borç senedi, mahkeme hücceti mânalarına gelir. Burada, âmir tarafından memura verilen maaş senedidir. Bu senede: “Filana şu kadar zahîre veya para verilsin” diye yazılmıştır. Senedi alan orada yazılı olan şeyleri tesellüm etmeden başkasına satardı. İşte bu muâmele yasaklanmış olmaktadır.


6. (225)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir sefer sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le beraber bulunuyorduk. Ben Hz. Ömer’e ait, yüke yeni alıştırılan henüz zabtı zor bir devenin üzerindeydim. Deve dik başlılık edip cemaatin önüne önüne giderdi. Babam Ömer (radıyallahu anh) devenin bu davranışından üzülür, onu tekrar geriye atardı. Bana da: “Devene sâhib ol, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın önüne geçmesin” derdi. Sonunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

وعن ابن عمر رضى اللهُ عنهما قال: [كنا مَعَ رسُولِ اللهِ ﷺ في سَفرٍ فكنتُ على بَكْرٍ صَعْبٍ لِعُمَر فكانَ يَغْلِبُنِى فَيَتَقدَّمُ أمامَ الْقَوْمِ فيزجرُهُ عمرُ فيردُّهُ ثُمَّ يتقدمُ فيزْجُرُهُ ويقولُ لِى أمْسِكْهُ لا يتقدَّمُ بين يَدَىْ رسُولِ اللهِ ﷺ. فقال له رسول اللهِ ﷺ بِعْنِيهِ يَا عُمَرُ. فقال هُوَ لَكَ يَا رَسُولُ اللهِ فَبَاعَهُ منهُ. فقال لِى رَسُولُ اللهِ ﷺ هُوَ لكَ يَا عَبدَاللهِ فاصْنَعْ بِهِ مَا شِئْتَ]. أخرجه البخارى

Buhârî, Büyû 47, Hibe 25.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


1. (226)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle emretti: “Ağaçların üzerinde o yılın meyveleri (olgunlaşmaya) sâlih olduğu (kızarmak, sararmak sûretiyle) zâhir olana kadar, meyveleri satmayın. Yaş hurmayı kuru hurma karşılığında da satmayın.”

عن ابن عمر رضى الله عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: [لاَ تَبِيعُوا الثّمَرَ حتَّى يبدُوَ صلاحُهُ، ولاَ تَبيعُوا الثَّمَرَ بِالتَّمْرِ؛ قال سالم: وأخبرنى عبدالله عن زيد بن ثابتٍ رضى اللهُ عنه أنّه قال: ثم رخَّصَ رَسُولُ اللهِ ﷺ بَعْدَ ذلكَ في بَيْعِ الْعَرِيّةِ بالرُّطبِ أو بالتمرِ ولم يُرَخِّصْ في غيرِهِ، وكانَ ابن عُمَرَ إذا سُئِلَ عن صلاَحِهَا قال: حتَّى تَذْهَبَ عنها العَاهَةُ]. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين

Buhârî, Büyû 82-87, Müsâkat 17, Selem 4; Müslim, Büyû 51, 59, 79, (1534-1535-1539); Ebu Dâvud, Büyû’ 20, (3361); Nesâî, Büyû 28 (7, 262-263), 40 (7, 270-271), Eymân 45 (7, 33); İbnu Mâce, Ticârât 32, (2214-2215); Muvatta, Büyû’ 10, (2, 618).

1— Bu hadis ağaç üzerindeki meyvelerin belli şartlarla satılabileceğini ifade eder: Bu şartları şöylece özetleyebiliriz:
1— Meyvenin olgunlaşacağı ortaya çıkmalıdır. Soğuk vurması, dolu vurması gibi çeşitli afetler atlatılmış, normal şartlarda, ağaçtaki meyvelerin olgunlaşacağı kanaati hasıl olmuşsa artık meyve hasad edilmeden, miktarı tahmin yoluyla tesbit edilerek satılabilir.
2— Satış muamelesi, faize giren şartlarla olmamalıdır. Yani altın gümüş cinsinden parayla veya aynı cinsten olmayan başka ticaret eşyasıyla olabilir
3— Ariyye’ye de ruhsat vardır.
Ariyye nedir? Bu, bahçe sâhibinin, hurma ağaçları arasından, mahsulünü satmak için ayırdığı ağaçtır. Sâhibi, âcil ihtiyacını görmek için, üstündeki mahsulü kuruduktan sonra, kaç kile geleceğini tahmin ederek bunun satılmasına veya taze hurma ile değiştirilmesine ariyye satışı (bey-i ariyye) denir.
Ariyye satışı, elinde kuru hurma olduğu halde, parasızlık yüzünden yeni çıkan yaş hurmayı yiyemeyenlerin müracaatı üzerine tanınan bir ruhsattır. Esas itibariyle, kuru hurma vererek yaş hurma satın almak       – 232 numaralı hadiste görüleceği üzere- yasaklanmıştır. Bu durum, kuru hurması olanlara da, turfanda hurma yetiştirenlere de bazı zorluklar getiriyordu. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) kayıtlı olarak bu değiş tokuşa müsaade etmiştir. 233 numaralı hadiste de göreceğimiz gibi, ariyye suretiyle yapılacak alımsatım beş vask miktarını taşmamalıdır.
Bir vask altmış sâ’, yani takriben bir deve yüküdür.


2. (227)- Hadis

Buhârî’nin dışındakii müelliflerin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) meyvesi olgunlaşıncaya kadar hurmayı, dânesi beyazlaşıp afetten emin oluncaya kadar başağı satmaktan men etti. Bu muameleden satıcı da alıcı da yasaklanmıştır.

وفي أخرى للخمسة إلا البخارى: [نَهى رَسُولُ اللهِ ﷺ عن بَيْعِ النَّخْلِ حتَّى يزْهُوَ، وعن بيْعِ السُّنبُلِ حتَّى يَبْيَضَّ وَيَأمَنَ العاهَةَ، نَهَى البائعَ والمشترى] .

Müslim, Büyû’ 50, (1535); Ebu Dâvud, Büyû’ 23, (3368); Tirmizî, Büyû’ 15, (1226-1227); Nesâî, Büyû’ 40, (7, 270, 271); İbnu Mâce, Ticarât 32, (2214-2215).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (228)- Hadis

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) olgunlaşmazdan önce meyvenin ağacın başında iken satılmasını yasakladı. Kendisine (aleyhissalâtu vesselâm) meyvenin olgunlaşması ile ne kastediliyor? diye sorulunca: “Onun kızarması ve sararmasıdır” diye açıkladı ve ilave etti: “Cenâb-ı Hakk bir âfet vererek meyveye mâni olacak olsa, kardeşinden aldığın parayı nasıl helal addedeceksin?”

وفي أخرى للثلاثة والنسائى عن أنس رضى الله عنه: [نَهَى عَنْ بَيْعِ الثَّمَرِ حتى يزهُوَ: قيل له ما زُهُوُّهَا! قال: تَحْمَرُّ وَتَصْفَرُّ. أرأيتَ إنْ منعَ اللهُ تعالى الثمرة، بِمَ تَسْتَحِلُّ مالَ أخيكَ]

Buhârî, Büyû’ 83, Selem 4; Müslim, Müsâkat 15-17 (1555), Büyû 49, 50 (1534-1554); Muvatta, Büyû 11 (2, 618); Ebu Dâvud, Büyû 23, (3367); İbnu Mâce, Ticaret 61, (2284).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (229)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) alacalanmazdan önce meyvenin satılmasını yasakladı. “Meyvenin alacalanması nedir?” diye sorulunca: “Kızarması, sararması ve yenir hâle gelmesidir” diye açıkladı.

وللشيخينِ وأبى داود في أخرى عن جابر رضى الله عنه قال: [نَهََى أنْ تُبَاعَ الثمرةُ حتى تَشَقّحَ: قيلَ وَما تَشَقّحُ! قال تَحْمارُّ وَتَصْفَارُّ، ويُؤْكَل منها] .

Buhârî, Büyû 83, Zekât 58; Müslim, Büyû 53 (1536); Ebu Dâvud Büyû’ 23, (3370-3373); Nesâî, Büyû 28, (7, 264).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


5. (230)- Hadis

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) siyahlanmazdan önce üzümün, sertleşmezden önce hububatın satılmasını yasakladı.”

 وفي أخرى لأبى داود والترمذى عن أنس رضى اللهُ عنه: [نَهَى عن بَيْعِ العِنَبِ حتَّى يسودَّ، وعن بيعِ الحبِّ حتَّى يَشْتَدَّ]

Ebu Dâvud, Büyû 23, (3371); Tirmizî, Büyû’ 15 (1228); İbnu Mâce, Ticarat 32, (2217).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (231)- Hadis

Hârice İbnu Zeyd (radıyallahu anh)’in anlattığına göre,

Babası, süreyya yıldızı doğmadıkça meyve satmazdı.

 وعن خارجة بن زيد رضى اللهُ عنه: [أن أباهُ كانَ لا يَبِيعُ ثمارَهُ حتى تَطْلُعَ الثُرَيَّا]. أخرجه مالك

Muvatta, Büyû’ 13, (2, 619).

Zürkânî’nin şerhte kaydettiği üzre, İbnu Ömer (radıyallahu anh) meyvenin, afete uğrama tehlikesi kalkıncaya kadar satışının Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yasaklandığını bildirmesi üzerine bunun nasıl anlaşılacağı sorulmuş, o da: “Süreyya yıldızı görülmeye başlayınca” demiştir. Süreyya yıldızının, yaz mevsimi girdiği günün sabahında doğduğu, bunun da yaz sıcaklarının başlangıcı olduğu, artık meyvelerin olgunlaşmaya geçtiği belirtilir. Öyle ise, bu mevzuda muteber hudud süreyya yıldızının doğmasıdır. Dalı üzerinde meyve satışı burdan sonra başlayabilir.


7. (232)- Hadis

Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yaş hurmayı kuru hurma ile değiştirmeyi yasakladı ve “Bu riba’dır, buna müzâbene denir” buyurdu. Ancak ariyye satışını bundan istisna etti. Ariyye bahçe sâhibinin ayırdığı bir veya iki hurma ağacıdır. Onların başındaki meyvenin kuruyunca ne kadar olacağını göz kararıyla tahmîn eder. Bunun bedelince yaş hurma (satın alıp) yer”..

وعن سهل بن أبى حثَمة رضى الله عنه. [أنَّ النبىَّ ﷺ نَهى عن بيعِ الثَّمَرِ بِالتَّمَرِ، وقال ذلك الرِّبَا، تلك المُزابَنَةُ إلاّ أنه رخَّصَ في بيعِ الْعَرِيَّةِ: النخلةِ والنَّخْلَتَينِ يأخُذُهَا أهلُ البيتِ بخَرْصِهَا تمراً يأكُلُونَها رُطَباً]. أخرجه الخمسة.

Buhârî, Büyû 83, Şürb 17; Müslim, Büyû’ 64, (1540); Ebu Dâvud, Büyû 20, (3363); Tirmizî, Büyû’ 64, (1303); Nesâî, Büyû’ 35, (7, 268).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


8. (233)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kuru hurma vererek, tahmin yoluyla ariyyelerin satın alınmasına, beş vask veya beş vasktan az miktar için izin verdi.” Ravilerden biri, “beş vask” mı dedi, yoksa “beş vasktan az” mı dedi diye şüphe etmiştir.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [رخَّصَ رسُولُ اللهِ ﷺ في بيعِ العرَاياَ بخَرْصِهَا من التَّمْرِ فيما دونَ خَمْسَةِ أوْسُقٍ أو خَمْسَةِ أوْسُق]. شك بعض الرواة في خمسة أوسق أو دون خمسة أوسق. أخرجه الستة

Ariyye satışı nedir, niçin buna ruhsat verilmiştir? gibi bazı mübhem noktaları az yukarıda 226 numaralı hadisle birlikte açıkladık.
Tahmin meselesi şudur: Bir ağaçtaki taze hurma kuruduğu zaman ne kadar kuru hurma olacaktır, önceden tahmin edilir. Tahmin işi bir ehl-i vukufa (bilir kişi) yaptırılır. Ariyye satışını yapan kimse, tahmin edilen bu miktarı kuru hurma olarak verir. Böylece verdiği, aldığına “kuru cinsinden” denk olur.


9. (234)- Hadis

Ebu Sa’îd (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) müzâbene ve muhâkala’yı yasakladı. Müzâbene, yeni meyvenin daha hurma, ağacının başında iken satın alınmasıdır. İmam Malik “… kuru hurma vererek” ziyadesini kaydetti.

وعن أبى سعيد رضى اللهُ عنهُ قال: [نَهىٰ رَسُولُ اللهِ ﷺ عن المُزَابَنَةِ والمُحَاقلةِ «فالمزابنةُ» اشتراءُ الثمر في رؤسِ النخلِ]. زاد مالك بالتمرِ «والمحاقلةُ» كراءُ الأرضِ بالحنطة. أخرجه الثلاثة والنسائى

Buhârî, Büyû 82; Müslim, Büyû 105, (1546); Muvatta, Büyû 23-25 (2, 625); Nesâî, Müzâra’a 45, (7, 39).

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında araziyi kiraya vermek yaygın bir tatbikattı. Tohum, ekiciye ait olur, tarlanın münbit kısmından belli bir bölüm tarla sâhibine, geri kalan kısım da ekiciye ait olurdu. Reshulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu usûlü yasakladı çünkü ayrılan kısmın mahsül vermemesi, telef olması mümkündü.
Nevevî’nin açıklamalarına göre, âlimler bu konuda ihtilaf eder. Bazıları sadece mahsül karşılığında değil, altın, gümüş, vs. karşılığında da olsa tarlanın kiraya verilmesine -hadisteki ıtlaka dayanarak- karşı çıkmıştır. Ebu Hanîfe, Şaifî başta diğer bir çok ulema, arazinin altın, gümüş zahîre, elbise ve diğer eşyalar mukabili kiraya verilebileceğini söylemiştir. İcar bedeli ekin cinsinden de olabilir. Ancak, çıkan mahsulün üçte biri veya dörte biri gibi bir cüzüne mukabil icârı câiz değildir. Buna “muhâbere” denir. Muayyen bir parçanın tarla sahibi için ekilmesini şart koşmak da caiz olmaz.
Ahmet İbnu Hanbel, Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve Malikîlerden bazılarına göre, “Yeri altın ve gümüş mukabilinde kiraya vermek ve mahsulün üçte biri, dörtte biri gibi bir cüzü karşılığında kiraya vermek caizdir. Muhtar olan da budur.”
Farklı görüşlerden herbiri rivayete dayanmaktadır.


10. (235)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müzâbene’yi yasakladı. Müzâbene, yaş hurmayı, ölçeğe vurarak kuru hurma mukabili satmaktır, keza taze üzümü ölçeğe vurarak kuru üzüm karşılığında satmaktır.”

وعن ابن عمر رضى اللهُ عنهما قالَ: [نهىٰ رَسُولُ اللهِ ﷺ عنِ المُزَابنَةِ، وَالْمُزَابَنَةُ بيعُ الثَّمَرِ بالتَّمْرِ كيلاً، وَبيعُ الكَرْمِ بالزَّبِيبِ كيلاً]. أخرجه

Buhârî, Büyû 75, 82; Müslim, Büyû’ 74 (1542); Ebu Dâvud, Büyû 18, (3361); Nesâî, Büyû 33, (7, 266); Tirmizî, Büyû 63, (1300); Muvatta, Büyû 23, (2, 624).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


11. (236)- Hadis

Ebu Dâvud’un bir diğer rivayetinde:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ekini, ölçekli olarak buğdayla satmaktan yasakladı.”

 وفي أخرى لأبى داود رضى الله عنه: [نَهىٰ عن بَيْعِ الزَّرْعِ بِالحِنْطَةِ كيلاً]

Ebu Dâvud, Büyû 19, (3361).

Önceki hadiste açıklanan müzâbeneye benzer. Şu miktar arazideki ekini, kile nevinden muayyen bir miktar buğday mukabili satmaktır. Bu tarz satışı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklıyor. Müteakip hadis meseleye daha fazla açıklık getirecektir.


12. (237)- Hadis

Sahiheyn’in Hz. Câbir’den kaydettikleri bir rivayet de şöyle:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Muhâbere ve Muhâkale’yi yasakladı. Alâ der ki: Câbir bize şu açıklamayı yaptı: Muhâbere: Boş araziyi, sâhibi bir başkasına verir. Alan adam bütün masrafları karşılayarak tarlayı eker. Tarla sâhibi mahsülden hisse alır. Müzâbene’ye gelince, bunun “daha ağaçta iken yaş hurmayı, kuru hurma ile ölçekle satmak” olduğunu söyledi. Muhâkale ise, ekinden cârî bir alışveriş, müzâbene’ye benzer, ekinin ölçekle buğday mukabili satılmasıdır.

وفي أخرى للشيخين عن جابر رضى الله عنه: [نَهىٰ عنِ المُخَابرَةِ وَالمُحَاقَلَةِ. قالَ: عطاءُ فسَّرَ لنَا جَابِرٌ قال: أمّا المخابرةُ: فالأرضُ البيضاءُ يدفعُهَا الرجلُ إلى الرجلِ فيُنفِقُ فيها ثمّ يأخذُ من الثمرةِ، وزَعَمَ  أنّ المُزَابَنَةَ بيعُ الرُّطَبِ في النخلِ بالتمرِ كيلا، والمحاقَلةُ في الزرعِ على نحوِ ذلك، بيعُ الزرعِ القائم بالحبِّ كيلاً] .

Buhârî, Şürb 17; Müslim, Büyû 53, (1536); Tirmîzî, Büyû’ 55, (1290), 72, (1313); Ebu Dâvud, Büyû 24, (3374-3375); Nesâî, Büyû 39, (7, 270).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


13. (238)- Hadis

Müslim’in bir diğer rivayetinde şöyle denir:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muhâkale, müzâbene, muâveme ve muhabere suretiyle yapılan alışverişleri yasakladı. -Ravi der ki: Muâveme, bir kaç yılı içine alan bir satıştır.- Keza, sünya’yı da yasakladı” Sünen müellifleri şu ziyadeyi kaydederler. “…bilinme durumu hâriç”

وفي أخرى لمسلم رحمه الله: [نَهىٰ عن المحاقلةِ والمزَابَنَةِ والمعاوَمةِ والمُخَابَرَةِ قال: والمعاومةُ بيعُ السنينَ. وعن الثُّنَيَّا]. زاد أصحاب السنن: إلا أن تُعلَمَ

Müslim, Büyû’ 85, (1536).

Birkaç yılı içine alan muâveme akdinde açık bir aldatma vardır.

Çünkü müteakip yıllarda da, meyve olup olmayacağı,bahçenin bir afete maruz kalıp kalmayacağı bilinemez. Burada açıklamaya muhtaç olan şekil sünyâ’dır. Sünyâ: Kişinin bahçesinin meyvesini tamamen satıp, belli ve muayyen olmayan bir kısmını hâriç tutmasıdır. Sünen müellifleri, koydukları kayıtta istisna kılınan kısım belirtildiği takdirde, bu satışın câiz olacağını açıklamışlardır.


14. (239)- Hadis

Nesâî’nin diğer bir rivayetinde:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)… muhâdara ve muhâbere satışlarını yasakladı” der. Ravi şu açıklamayı yaptı: Muhâdara, hurmanın alaca düşmezden önce satılmasıdır, muhâbere de, yığının, (miktarını göz  kararıyla tahmin edip) şu kadar bu kadar sâ’ya satmaktır.

وفي أخرى للنسائى: والمخاضرَةِ والمخابرَةِ قال: والمخاضرةُ بيعُ التمرِ قبلَ أن يزهُوَ، والمُخَابَرَةُ بيعَ الكدَسِ بكذا وكذا صاعاً. زاد البخارى عن أنس: والملامَسةِ والمنابَذةِ «الكدس» الطعام المجتمع كالصّبرة

Mülâmese, satış sırasında, taraflardan birinin: “Elbisene değersem veya sen elbiseme değersen alımsatım kesinleşmiştir” demesidir.
Münâbeze de buna benzer bir akit çeşididir.Alımsatım  yapanların birbirlerinin elbisesine bakmadan, elbiselerini birbirlerine atınca akdin kesinleşeceği hususunda anlaşmalarıdır.
Mülâmese ve münâbeze’nin mahiyeti yani nasıl cereyan ettiğinin tavsifinde, alimler ihtilâf ederler. Umumiyetle katlanmış olarak gelen veya karanlıkta getirilen kumaşın iyice görüp anlamadan sadece el değmesiyle akdin kesinleşmesi hususundaki mutabakata mülâmese denmektedir. Bu durumda kumaşın sâhibi: “Kumaşı sana, şu fiyata, elle dokunman, bakman yerine geçmesi şartıyla sattım, bakınca geri verme hakkına sahip değilsin” der. Öbürü de kabul eder. Müşteri değme sonunda karar verdi mi akit kesinleşir.
Münâbezede atılan şey taş mı kumaş mı, ihtilaflıdır. Taş ise, satıcı: “Şu taşı atıyorum, kumaşa değince satılmış demektir” veya “Şu taşın ulaştığı yere kadar olan araziyi sana satıyorum.”
Bu çeşit alım satımlardaki aldanma ve aldatma durumları izah gerektirmeyecek kadar açıktır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamıştır.


ALIM-SATIMI CAİZ OLMAYAN EŞYALAR HAKKINDA – DÖRDÜNCÜ FASIL

1. (240)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Efendisinden çocuk doğuran cariyeyi efendisi artık satamaz, hibe edemez, miras olarak da bırakamaz. Hayatta kaldığı müddetçe ondan istifade eder. Ölecek olursa cariye hür olur.”

عن ابن عمر رضى الله عنهما أن عمر رضى الله عنه قالَ: [أيُّمَا وليدةٍ ولَدَتْ من سيِّدها فإنَّه لا يبيعُهَا، ولاَ يَهبُهَا، وَلاَ يُورِّثُهَا، ويَسْتَمْتِعُ بهَا ما عاشَ، فإذا ماتَ فهى حُرةٌ]. أخرجه مالك

Muvatta, Itk 6, (2, 776).

Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in hadiste beyan ettiği üzere efendisinden çocuk dünyaya getiren cariyenin (köle kadın) satılamıyacağı hususunda İslâm fukahası icma etmiştir. Müteâkiben kaydedeceğimiz Câbir hadisi bu hükme muarız değildir. Hz. Ömer’in tatbikatına uymayan bazı rivayetlere itibar edilmemiştir. Ümmü Veled de denen bu durumdaki köle kadınlar yarı hür bir statü kazanırlar. Efendi ölünce derhal hür olurlar.


2. (241)- Hadis

Rezîn, Hz. Câbir (radıyallahu anh)’in şu sözünü kaydeder:

“Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) zamanında ümmü veled’i satardık. Hz. Ömer bu alışverişten bizi yasaklayınca terk ettik.” İbnu’l-Esir: “Bu rivayeti ana kaynaklarda (Usûl) göremedim” der.

ولرزين عن جابر رضى الله عنه قالَ: [بِعْنَا أمَّهاتِ الأولادِ على عهدِ رسولِ الله ﷺ وأبى بكرٍ، فلما كان عمرُ رضى الله عنه نهانَا فانتَهَيْنَا] قال: ابنُ الأثيرِ ولمْ أجِدْهُ في الأُصول

Ebu Dâvûd, Itk 8, (3953); İbnu Mâce, Itk 2, (2517).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (242)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) diyor ki:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) velâ’nın alımsatımını ve hibe edilmesini yasakladı.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما. أنّ رسولَ اللهِ ﷺ: [نهَى عن بيْعِ الوَلاَءِ وعن هِبَتِهِ]. أخرجه الستة .

Buhârî, Itk 10, Feraiz 21; Müslim, Itk 16, (1506); Ebu Dâvud, Feraiz 14, (2919); Tirmizî, Büyû’ 20 (1236); Muvatta, Itk, 10 (2, 782); İbnu Mâce, Feraiz 15, (2747); Nesâî, Büyû 87, (7, 306).

Velâ: Tasarruf, muâvenet, muhabbet demek olup kurb (yakınlık) mânâsına olan velî kelimesinden alınmadır. Hakukî bir tâbir olarak, verâsete sebep olan hükmî bir akrabalık ifade eder. Bu akrabalık âzad etme sonucu efendi ile azadlı köle arasında teessüs eder ki, buna velâ-i i’tâk denir. Tevârüs ve diyete iştirak gibi karşılıklı bir kısım hak ve sorumluluklar getirir. Velâ’nın akidle hüsulü de söz konusudur, buna velâ-i müvâlat denir. Şu halde, yukarıdaki hadis, bu hukukî akrabalığın para ile satışını veya hibe yoluyla bir başkasına devredilmesini yasaklamaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde velâ’nın hibe edildiğini ifade eden bazı rivayetlerin varlığı sebebiyle hadisin hibeyi yasaklayan kısmının Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e ait olamayacağını söyleyen alim olmuştur. Ancak hadisin hükmünde icma edilmiştir.


4. (243)- Hadis

İyas İbnu Abdillah (radıyallahu anh)

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in suyun satılmasını yasakladığını” rivayet etmiştir.

وعن إياسِ بن عبد الله رضى الله عنه قالَ: [نهَى رسولُ اللهِ ﷺ عن بَيْعِ الماءِ]. أخرجه أصحاب السنن .

Ebu Dâvud, Büyû 63, (3478); Tirmizî, Büyû’ 44, (1271); Nesâî, Büyû’ 88, (7, 307); İbnu Mâce, Rühûn 18, (2477).

Alimler çoğunlukla buradan yağmur, pınar veya nehir suyunu anlamışlardır. Değilse, kişinin kabına aldığı suyu satabileceğini söylemişlerdir.
Ancak, Tirmizî’nin belirttiği üzere, insanlar suya muhtaçken, bir kimsenin ihtiyacından artan suyu başkasına satmasını mekruh addeden alimler de mevcuttur.


5. (244)- Hadis

Hz. Câbir’ (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre,

Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) “Suyun fazlasını satmayı yasaklamıştır.”

ولمسلم والنسائى عن جابر رضى الله عنه: [أنّه نهى عن بَيْعِ فضْلِ الماءِ]

Müslim, Musâkat, 34 (1565); Nesâî, Büyû 89, (307); İbnu Mâce, Rühûn 18, (2477).Müslim, Musâkat, 34 (1565); Nesâî, Büyû 89, (307); İbnu Mâce, Rühûn 18, (2477).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (245)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın:

“Ot satmak maksadıyla suyun fazlası satılmaz” dediğini rivayet etmiştir.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قالَ: قال رسُولُ اللهِ ﷺ: [لا يُباعُ فَضْلُ الماءِ لِيُبَاعَ بِهِ الكَلأُ]. أخرجه الشيخان .

Buhârî, Şürb 2, Hiyel 5; Müslim, Musâkât 38, (1566); İbnu Mâce, Rühûn 19, (2478).

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada kişinin ihtiyacından artan suyu içmek veya hayvanlarını sulamak üzere başkası istediği zaman bunu vermemekten veya parayla satmaktan yasaklamıştır. Âlimler, arazi sulamak için istendiği takdirde parayla satılabileceğinde ittifak ederler.
Şârihlerin açıkladığı üzere yukarıdaki hadis, kaplara alınan suyu değil daha ziyade şöyle bir durumu mevzubahis etmektedir: Kırda, bir zatın tarlasında, kendine ait kuyusu var. Başka kuyu veya su kaynağı yok. O kuyunun suyundan istifâde edilebildiği takdirde başkaları hayvanlarını kırda otlatabilecektir. Aksi takdirde susuzluk endişesiyle kimse hayvanını otlağa getiremiyecektir. Bu durumda suyun parayla satılması, dolaylı olarak otlağın, daha doğrusu kırdaki otların satılması olacaktır.
Hadiste geçen kelâ, yaş veya kuru her çeşit otu ifade eder. Şu halde hayvanlarını orada otlatmak zorunda olan sürü sâhibi, hissedeceği zarurete göre, sâdece suya değil, buna ilâveten kırın otuna da para vermek mecburiyetinde kalabilir. Böylece su sâhibi zulüm üzerine zulümde bulunabilir. Resûlullah (aleyhissalâtu.vesselâm) [Sayfa]=46 muzdar durumda kalanların istismarını önlemek için bu durumdaki su sâhiplerinin, ihtiyaçlarından artan miktarı satamıyacaklarını teşrî buyurmuştur. Hadiste nehye kuvvet vermek için suyun satılması, kırdaki otun satılması gibi gösterilmiştir.
Bu yasağın hükmü, tenzihî bir  kerâhet midir, tahrîmi bir kerâhet midir ihtilaf edilmiştir, ancak esah olan tahrimî olmasıdır. Nevevî, kırdaki ihtiyaç fazlası suyun parasız verilmesi üç şart altında vacibtir der ve açıklar:
1— İhtiyacı görebilecek başka su yoksa,
2— Suyun hayvanları sulamak için kullanılması, ekinleri sulamak için değil,
3— Su sahibinin kendisi bu suya muhtaç olmaması, yani ihtiyacından artması.
Fazla suyu ihtiyaç sahiplerine vermemesinin büyük günah olduğunu söyleyen alimlerimiz de vardır.
Yolcu ve hayvanlara su vermenin vücubunda ihtilaf yok ise de, mezkur kuyunun civarında ikâmet etmek isteyenlere verme hususunda ihtilaf edilmiştir. Bâzı âlimler “Burada ikamette zaruret olmadığı için böylelerine su vermek vâcib değildir” derken, bazıları “Vâcibtir” demiştir. Esah olan da bu ikinci görüştür. Kezâ bunlardan para alınıp alınmayacağı da ihtilaflıdır, ancak “alınamaz”diyen görüş râcih kabûl edilmiştir.


7. (246)- Hadis

Nesâî dışındaki beş kitapta geldiğine göre,

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle emretmiştir: “Ota mâni olmak maksadıyla suyun fazlasına mânî olmayın.”

وفي أخرى للستةِ إلاّ النسائى: [لا تَمنعُوا فضلَ الماءِ لِتَمنَعُوا بِهِ الكلأ]

Buhârî, Müsâkât 2, Hiyel 5; Müslim, Musâkât 37, (1566); Muvatta, Akdiye 29, (2, 744); Ebu Dâvud, Büyû 62, 3473); Tirmizî, Büyû 24 (1272); İbnu Mâce, Rühûn, 19, (2478).

Şarihlerin açıkladığına göre, bir otlağa yakın yerde bir kimseye ait bir kuyu var. İnsanlar başka kuyu olmadığı için, onun suyundan istifâde edemedikleri takdirde, hayvanlarını, susuzluk endişesiyle oraya otlatmaya getiremeyecekler. Böyle bir durumda kuyu sahibinin ihtiyaç fazlası suyu vermemesi otlağın kendine kalmasını netice verecektir. İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle bir düşünce ile ihtiyaç fazlası suya mâni olmayı yasaklamakta, haram kılmaktadır. Önceki hadise ve açıklamasına da bakılsın.


8. (247)- Hadis

Amra Bintu Abdirrahmân’ın naklettiğine göre

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Kuyu suyunun fazlası yasaklanamaz”

وفي أخرى لمالك عن عمرة بنت عبدالرحمن: [لا يُمنعُ نَقْعُ البِئْرِ]

Muvatta, Akdiye 30, (2, 745); İbnu Mâce, Rühûn 19, (2479).

Hadisten “kuyunun içinde biriken su” anlaşıldığı gibi, ihtiyaçtan artan kısmı da anlaşılmıştır. Kuyu ortakları münâvebe ile sudan istifade ederken,kendi gününde ihtiyacı olmadığı için kullanmayan kişinin, kullanılması zarar getirmeyecek ise, ortağına mâni olmaması gereğini de anlamışlardır.


9. (248)- Hadis

Muhâcirlerden bir kişi şunu anlatmıştır:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le birlikte üç defa gazveye katıldım. Onun şöyle söylediğini işittim: “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otda ve ateşte.”

وعن رجل من المهاجرين قال: [غَزَوْتُ مَعَ رسولِ الله ﷺ ثلاثاً أسمعهُ يقول: المسلمونَ شركاءُ في ثلاثٍ: في الماءِ، والكَلإِ، والنارِ]

Ebu Dâvud, Büyû 62, (3477); İbnu Mâce, Rühûn 16, (2473).

Burada, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yaygın bir câhiliye geleneğini kaldırmıştır. Kişi belli bir bölgenin otlağını kendi hayvanlarına ayırıp, başkasına yasaklayabiliyordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sahipsiz arazinin (mevât) otunu kimsenin başkasına menedemiyeceği prensibini getirmiştir. Sahibi olan arazinin otuna veya kaba alınmış suyuna başkası izinsiz karışamaz.
Ateş meselesine gelince, bazı alimler, ateş elde edilen taş, odun gibi maddeleri anlayarak, sahipsiz araziden bunların alınmasına kimse mâni olamaz demişlerdir. Tutuşturmak maksadıyla köz vs. isteyenin talebinin de reddedilemiyeceğini anlayanlar olmuştur.


10. (249)- Hadis

Büheysetu’l-Fezâriyye (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Babam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan izin isteyerek kendisi ile kamîsi arasına girdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı öpüyor ve kucaklıyordu. Sonra: “Ey Allah’ın Rasûlü yasaklanması yasak olan şey nedir? bana söyle” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Tuz!” dedi. Babam tekrar sordu: “Başka ne var?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ateş!” dedi. Sonra tekrar sordu: “Ey Allah’ın Resûlü yasaklanması helal olmayan şey nedir?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır yapman kendine hayırdır” cevabını verdi”

وعن بهيسة الفَزارية رضى الله عنها قالت: [استأذنَ أبِى النبىَّ ﷺ فدخلَ بينهُ وبينَ قَميصِهِ فجعلَ يُقَبِّلُ ويلتزِمُ. ثم قال يارسولَ الله: حَدِّثْنِى ما الشَّئُ الذى لا يَحِلُّ مَنعُهُ؟ قال: الماءُ. ثم قال مَا الشَّىْءُ الَّذِى لاَ يَحِلُّ مَنْعُهُ قَالَ: الْمِلْحُ ثُمَّ قَالَ ماذا؟ قالَ النَّارُ. ثم قال يا نبىَّ اللهِ: ما الشئُ الذى لا يَحِلُّ مَنْعُهُ؟ قال: أن تَفْعَلَ الخيرَ خَيْرٌ لكَ]. أخرجهما أبو داود

Ebu Dâvud, Büyû 62, (3476).

Burada tuz için de ot ve su için yukarıda beyan edilen hüküm konmaktadır. Tuz bir yerde, bir dağda maden halinde mevcutsa ondan istifadede herkes eşittir. Ama bir kimsenin mülkü içinde ise ondan istifade hakkı sâhibine aittir. Satmak, satmamak, mani olmak gibi her çeşit tasarrufu vardır.


11. (250)- Hadis

Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şarkıcı cariyeleri satmayın, satın da almayın. Onlara (musikî) de öğretmeyin. Onları alıp satmak şartıyla yaptığınız ticarette hayır yoktur, onlar için ödenen para haramdır.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ilave etti: “Şu âyet bu gibiler hakkında nâzil olmuştur: “İnsanlardan bazıları, bir bilgisi olmadığı halde, Allah yolundan saptırmak için boş sözlere müşteri çıkarlar. Allah yolunu alaya alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azab vardır”

وعن أبى أمامة رضى الله عنه. أن رسولَ الله ﷺ قالَ: [لا تَبيعُوا الفَيْناتِ المُغَنِّياتِ، وَلاَ تَشْتَروهُنَّ، وَلا تُعلِّمُوهُنَّ، وَلا خَيْرَ في تِجَارَةٍ فِيهنَّ، وثمَنُهُنَّ حَرامٌ. قال: وفي مِثلِ هذا أنزَلتْ «وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرى لَهْو الحديثِ

(Lokman 6), Tirmizî, Büyû 51, (1282), Tefsîru’l-Kur’ân, Lokman, (3193); İbnu Mâce, Ticârât 11, (2168).

Burada, çalgıcı olduğu için, cariyenin satın alınması yasaklanıyor. Bazı âlimler böylesi cariyeler üzerinde yürütülen akdin fâsid olağını söylemiştir. Ancak Cumhur, sıhhatini kabul eder. “Ancak onlardan alınan para haramdır. Tıpkı şarapçıya satılan üzümden alınan para gibi, zîra bu satışta haram işe yardım var” demişlerdir. Alimler âyeti bu makamda: “Allah’ı zikirden alıkoyan haram şarkıcı sesleri satın alan” şeklinde anlamış, boş söz (Lehve’l- hadis) tabirinin içine her çeşit zararlı, faydasız hakikatı olmayan şeyleri dâhil etmişlerdir.
Şarkıcılığın haram olduğuna kail olanlar da bu hadis ve bu âyete dayanırlar.


12. (251)- Hadis

Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) taksimden önce ganimetin satılmasını yasakladı.”

وعن أبى سعيد رضى الله عنه قالَ: [نَهَى رسولُ اللهِ ﷺ عن شِرَاءِ الغنائِم حتى تُقْسَمَ]. أخرجهما الترمذى

Tirmizî, Siyer 14, (1563).

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sahih rivayetlerle de sabit olduğu üzere, savaş sırasında elde edilen ganimet malından herhangi bir şeyi, taksim edilmezden önce temellük edinmeyi, satmayı şiddetle yasaklamıştır. Bu davranış, gulûl yani devlet malından yapılan hırsızlık olarak vasıflandırılmıştır. Ganimet malından bir iğne, bir ayakkabı bağı çalanın bile, savaşta öldürülme hâlinde şehitlik mertebesini kaybedeceği, cehenneme gideceği sarih olarak ifade edilmiştir.
Ancak, ganimet olarak elde edilen at, silah, elbise, yiyecek gibi, savaş sırasında kullanılmasına ihtiyaç duyulan bazı malzemenin, taksimden önce, savaş gayesine uygun olarak kullanılmasını âlimler tecviz etmişlerdir. Savaş gayesi dışında bunlar da kullanılamaz, hibe edilemez.


13. (252)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:

“Cahiliye insanları, devenin etini, karnındakinin hamileliği vaktine satarlardı. “Karnındakinin hamileliği” devenin karnındakini doğurması, doğanın da büyüyüp hamile kalmasıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu alışverişi yasakladı.” Buhârî’nin bir rivayetinde “…sonra karnındaki de doğar” denir.

وعن ابن عمر رضى الله عنهما قالَ: [كانَ أهلُ الجاهِليَّةِ يَتَبَايَعُونَ لحَمْ الجَزُورِ إلى حَبْلِ اَلْحَبَلَةِ، وحَبْلُ الحَبلَةِ أن تُنْتِجَ الناقةُ ما في بَطْنِهَا ثم تَحْملُ التى

Buhârî; Büyû 61, Menâkıbu’l-Ensâr 26, Selem 8; Müslim, Büyû’ 5-6, (1514); Tirmizî, Büyû 16, (1229); Ebû Dâvud, Büyû’ 24, (3370); Nesâî, Büyû’ 67, 68 (7, 293-294); İbnu Mâce, Ticarât 24, (2197); Muvatta, Büyû 62, (2, 653-654).

Yukarıdaki hadis iki farklı anlayışa götürmüştür: 1- Buradaki satış, hayvanın doğuracağı yavrunun doğurma zamanında ödenmek üzere veresiye yapılan satıştır. 2- Bu satıştan maksad, hal-i hazırda hâmile olan devenin doğacak yavrusunun satılmasıdır. Râvi İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)’in açıklamasına göre birinci mâna esastır.
Her iki tefsirdeki satışı da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamış bulunmaktadır. Birincisi yasaktır, çünkü meçhul bir vadeye ta’lik edilen bir ödemeyle yapılan satıştır. İkinci de yasaktır, çünkü, henüz mevcut olmayan (ma’dum),  meçhûl ve satıcının elinde bulunmayan bir şeyin satışıdır, teslimi kesin değildir.


14. (253)- Hadis

İbnu Abbâs (radıyallahu anh)’ın naklettiğine göre

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Ödemenin, karnındakinin doğumuna tehiri riba (faiz)dır.”

وعن ابن عباس رضى الله عنهما. أنّ رسولَ اللهِ ﷺ قال: [السَّلَفُ إلى حَبْلِ الحَبْلَةِ رباً]. أخرجه النسائى

Nesaî, Büyû 67, (7, 293).

Bu, müşterinin, hâmile devesi bulunan şahsa, bu devenin bedelini vermesi ve şöyle demesidir: “Bu deve doğurur ve doğurduğu da doğurursa, onun doğurduğunu bu fiyata senden satın alıyorum.” İşte bu çeşit bir muamele ribaya benzemektedir ve riba gibi haramdır. Çünkü henüz mevcut olmayanın satışıdır ve bu, tam bir aldatmadır.


15. (254)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) erkek deveye (parayla) çekmeyi yasakladı.”

وعن جابر رضى الله عنه قال: [نَهَى رسولُ اللهِ ﷺ عن ضِرَابِ الْجَمَلِ]. أخرجه مسلم والنسائى

Müslim, Müsâkat 35, (1565); Nesâî, Büyû 94, (7, 310).

Hadis, “…erkek deveye çekmeyi yasakladı” şeklinde ise de, âlimler umumiyetle, para ile çekmeyi anlayarak alınan paranın tahrimine hükmetmişlerdir. Bazı hadislerde daha açkı bir tabirle “erkek devenin suyunu (satmayı) yasakladı”, şeklinde ifade edilmiştir. Alimler, para mukabili damızlık hayvana dişilerinin çekilmesi caiz mi değil mi diye ihtilâf etmişlerdir. Damızlığa çekilme normal olarak yasak olmayıp, para ile bu işin yapılması münâkaşalıdır.


16. (255)- Hadis

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hassan (radıyallahu anh), Ebu Talha (radıyallahu anh)’nın tasadduk ettiği Beyruha adlı bahçeden hissesine düşen kısmı (Hz. Muâviye’ye yüzbin dirheme) satmıştı. Kendisine: “Ebu Talha’nın sadakasını satıyor musun?” dediler. Şu cevabı verdi: “Yani bir sâ’ hurmayı, bir sa’ para mukabilinde satmayayım mı?”

وعن أنس رضى الله عنه قال: [بَاعَ حَسَّانُ رضى الله عنه حِصَّتَه من بَيْرُحاءَ مِنْ صَدَقَةِ أبى طلحةَ رضى الله عنه. فقيلَ له: أتبِيعُ صَدَقةَ أبى طَلْحَةَ؟ فقال: ألا أبيعُ صاعاً مِنْ تَمْرٍ بصَاعٍ منْ دَرَاهِمَ]. أخرجه البخارى

Buhârî, Vesâya 17.

Rivayetlerde geldiği üzere, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe erişemeziniz..” (Âl-i İmrân, 92) meâlindeki âyet nâzil olunca, Ashaben sevdiği şeylerden infak etmeye başlamıştı. Ebu Talha da, suyunun tatlılığı ve gölgesinin serinliği ve tanziminin güzelliğiyle Medine’de şöhret yapmış olan Beyruha adındaki bahçesini tasadduk eder. Bu bahçe o kadar hoştur ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)  zaman zaman orayı şereflendirirdi. İşte Allah’ın âyette vaadettiği iyiliğe (birr) nâil olmak arzusuyla Ebu Talha (radıyallahu anh) bu en sevgili, en değerli malını, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın irşadı doğrultusunda yakınlarına bağışlar. Yukarıdaki rivayet bu taksimden hissemend olanlardan birinin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şâiri Hassan (radıyallahu anh) olduğunu ifade ediyor.
Bu bahçenin Ebu Talha tarafından vakfedldiği de söylenmiş ise de satış akdi, bunun vakıf değil temlik olduğunu gösterir. Zîra vakıf olsa idi Hassan (radıyallahu anh)’ın satması caiz olmazdı. Ancak, Ebu Talha, “hissesini satma ihtiyacını duyan satabilir” diye şart koyarak vakfetmiş ise, bu şart caiz olabilir” denmiştir. Hz. Ali ve başka bazıları vakıfta böyle bir şartın caiz olduğunu söylemişlerdir. Muhammed İbnu’l-Hasan el-Mahzûmî Ahbâru’l-Medîne adlı kitapta Hz. Muâviye’nin bahçeden satın aldığı hisseye yüzbin dirhem ödediğini belirtir. Buraya Hz. Muâviye (radıyallahu anh) Kasru Benî Hudeyle adıyla bilinen bir köşk yaptırmıştır.


17. (256)- Hadis

İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın et mukabilinde satılmasını yasakladı.”

وعن ابن المسيب قال: [نهى رسول الله ﷺ: عنْ بَيْعِ الْحَيَوَانِ باللَّحْمِ]. أخرجه

Muvatta, Büyû 64, 66.

Canlı hayvanın “şu kadar et” mukabilinde satılmasını yasaklamıştır. Bunlar aynı cinse girdikleri için misli olmadıkları takdirde müzâbeneye girecektir. Zîra, hayvan kesilince ne kadar et vereceği, az mı çok mu olacağı bilinemez.


ALIM SATIMDA  CÂİZ OLMAYAN ŞEYLER HAKKINDA – ÜÇÜNCÜ BAB

ALDATMAYA DAİR – BİRİNCİ FASIL

1. (257)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek alışverişte aldatıldığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine: “Alışveriş yaptığın kimseye: Aldatmaca yok! de” buyurdu.

عن ابن عمر رضى الله عنهما: [أنّ رجلاً ذكرَ لِرسولِ اللهِ ﷺ أنّهُ يُخْدَعُ في البيوعِ. فقالَ رسول الله ﷺ: مَنْ بَايَعْتَ فقل لا خِلابةَ، فكانَ إذا بايََعَ قال لاَ خِلابَةَ]. أخرجه الستة إلا الترمذى. «الخلابة» الخداع

“Buhârî, Büyû 48, İstikraz 19, Husûmât 3, Hiyel 7; Müslim, Büyû 48, (1533); Ebu Dâvud, Büyû 68, (3500); Tirmizî, Büyû 28 (1250); Nesâî, Büyû 51; Muvatta, Büyû 98.

Bu hadise dayanarak alışverişte aldatma olamaz, normal değerinin üçte birini bulan bir aldatma olursa aldanan tarafın “hıyâr hakkı” vardır denmiştir. Ancak, Hanefî, Şâfiî ve diğer bazılarına göre, alış verişte esas, bir tarafın aldanmasıdır. Aldanma az da olsa çok da olsa, aldanana hıyâr hakkı sağlamaz. Esas olan görüş de budur. Ama mahkemeye müracaat hakkı vardır.


2. (258)- Hadis

Abdülmecid İbnu Vehb anlatıyor:

“Bana, el-Addâ’ İbnu Hâlid (radıyallahu anh): “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bana yazdığı bir mektubu sana okuyayım mı?” dedi. Ben: “Memnuniyetle!” deyince bir mektup çıkardı. Mektupta şunlar yazılı idi: “Bu, el-Addâ İbnu Hâlid İbni Zehve’nin Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’den satın aldığı şeyi tevsik eder. el-Addâ ondan bir köle veya cariye satın aldı. Kölede, ne herhangi bir hastalık, ne (zina, hırsızlık, kaçma gibi) bir düşkünlük ne de (satışını gayr-ı meşru kılan hürr asıllı bulunmak, emânet ve rehin olarak verilmiş olmak gibi) haramlık yoktur. Bu Müslümanın Müslümana satışıdır.”

وعن عبد المجيد بن وهْب قال: قال لى العَدَّاءُ بنُ خالدٍ رضى الله عنه : [ألا أُقرِئُكَ كِتاباً كَتَبَهُ لى رسولُ اللهِ ﷺ؟ قلت بلى. فأخْرَجَ إلىَّ كِتاباً «هذا ما اشتَرى العُدَّاءُ بنُ خالدِ بن ذَهْوَةَ من محمّدٍ ﷺ، اشترَى منهُ عبداً أو أمَةً لاَ دَاءَ وَلا غائِلةَ ولا خِبْثَةَ، بيعُ المُسْلمِ من المسلمِ»]. قال: قتادة «الغائلة» الزنا والسرقة والآباق. أخرجه البخارى تعليقاً والترمذى

Tirmizî, Büyû 8, (1216); Buhârî, senetsiz olarak kaydetmiştir. (Büyû, 19); İbnu Mâce, Ticarât 47, (2251).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (259)- Hadis

İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir adam çarşıya satmak üzere mal koydu. Müslümanlardan biri alıcı çıkınca, onu ikna için, “senin vermediğin parayı ödedim” diye Allah’a kasem etmişti. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, işte onların âhirette bir payları yoktur. Allah, kıyamet günü, onlara hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir”

وعن ابن أبى أوْفى رضى الله عنهما [أنَّ رجلاً أقَامَ سِلعةً في السُّوقِ، فَحَلَفَ باللهِ لقد أُعطِىَ بها مالم يُعْطَ لِيُوقِعَ فيهَا رجلاً من المسلمينَ فنَزلتْ «إنَّ الذين يَشْتَرونَ بِعَهْدِ اللهِ وأيْمَانِهِم ثمناً قليلاً» إلى آخر الآية]. أخرجه البخارى .

(Âl-i İmrân, 77), Buhârî, Büyû 27, Tefsir 3, 3.

Yemin meselesine temas eden bir ayet-i kerimenin nüzulüne sebep olan bir vakayı aydınlatan yukardaki hadisten şârihler, alışveriş esnasında, mala rağbeti artırmak için yemin etmenin yasaklandığı hükmünü çıkarmışlardır. Âyet-i kerime, sürüm maksadıyla Allah’ın adını vererek yemin edenler hakkında birçok cezanın takdir edildiğini beyan etmektedir:
1- Ahiret nimetlerinden mahrumiyet,
2- Cenab-ı Hakk’ın kelâmına mazhariyetten mahrumiyet.
3- Allah’ın rahmet bakışından mahrumiyet.
4- Günahlardan tezkiyeden mahrumiyet,
5- Elim bir azâbı hak etme.
Yemin etiğimiz meselede sadık bile olsak alışveriş gibi basit işlerde yemine müracaattan kaçınmalı, çok ciddî, son derece mühim meselelerde yemin etmeliyiz. Yemin, dâvada hak olduğumuzu te’yid için Allah’ı şâhid kılmaktır.


4. (260)- Hadis

Amr İbnu Dinar anlatıyor:

“Nevvas adında biri vardı. Yanında su içme hastası bir deve vardı. İbnu Ömer (radıyallahu anh) bu deveyi ortağından satın aldı. Ortağı kendisine uğrayınca: “Şu devemiz var ya onu sattık” dedi: Ortağı “kime” deyince “şu şu evsafta bir yaşlıya” diye tarif etti. Ortağı: “Öylemi, amma da yaptın, vallahi o zat İbnu Ömer’dir” dedi: “Sonra İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e gelerek: “Ortağım sana su içme hastası bir deve satmış, durumunu da sana söylememiş” dedi. İbnu Ömer: “Öyleyse götür onu” dedi. Adam götürmek üzere tutunca: “Bırak deveyi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüne râzıyız, sirayet yoktur” buyurdu.”

وعن عمرو بن دينار قال: [كانَ هَا هُنَا رجلٌ اسمهُ نَوَّاسٌ وكَانَ عِنْدَهُ إبِلٌ هِيمٌ فاشترَى ابنُ عمر رضى اللهُ عنهُما تلكَ الإبلَ من شريكٍ له فجاءَ إليهِ شريكُهُ فقال: بعنا تلكَ الإبلَ. قال مِمَّنْ؟ قال منْ شيخِ كذا وكذا. قال: وَيْحَكَ ذاكَ واللهِ ابنُ عُمرَ، فجاءهُ فقال: إنَّ شَريكِى باعَكَ إبلاً هيماً ولم يُعْرفْكَ. قال: فاسْتَقْهَا: فلما ذهبَ ليستاقهَا قال دَعْها رَضينا بقضاءِ رسولِ اللهِ ﷺ، لا عَدْوَى]. أخرجه البخارى.

Buhârî, Büyû 36.

Bu hadis, sonradan beyan edildiği takdirde, ayıplı bir malın reddedilebileceği gibi alınabileceğini de ifade etmektedir.Müşteri ayıbını bilerek razı ise bu hile, aldatma sayılmaz. Nitekim burada İbnu Ömer, ayıplı deveye râzı olmuştur. Salih ve itibarlı kişileri aldatmaktan kaçınmaya daha ziyade gayret gösterilmesi gereği de anlaşılmıştır. Çünkü: “amma da yaptın, o zat İbnu Ömer’dir” tabiri bunu ifade eder.


5. (261)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: “Ey satıcı nedir bu?” diye çıkıştı. Adam: “Ey Allah’ın Resûlü, yağmur ıslattı,deyince: “Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir” buyurdu.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه [أنَّ رسولَ الله ﷺ مَرَّ في السُّوقِ على صُبْرةِ طعامٍ فأدخلَ يدَهُ فِيهَا فنالت أصابِعُهُ بَللاً. فقال: ما هذا يا صاحبَ الطعامِ؟ فقال: ياَ رَسُولُ اللهِ أصابتْهُ السماءُ. قال أفلاَ جعلْتَهُ فوقَ الطَّعامِ حتّى يَراهُ الناسُ؟ مَنْ غَشَّنَا فليْسَ مِنَّا]. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى، وهذا لفظ مسلم

Müslim, İman 164, (102); Tirmizî, Büyû 74, (1315); Ebu Dâvud, Büyû, 52, (3452); İbnu Mâce, Ticarât, 36, (2224). Metin, Müslim’inkidir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (262)- Hadis

Ebu Dâvud ve Tirmizî’nin rivayetlerinde (yukarıdaki hadiste) şu ziyade mevcuttur:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a “elini yığına daldır” diye vahyedildi, o da elini daldırdı. Yığın ıslaktı. “Aldatan bizden değildir” buyurdu.”

في رواية أبى داود والترمذى [فأوحى إليهِ أنْ أدْخِلْ يدكَ فيهِ فأدْخَلَ يَدَهُ فيهِ فإذا هو مبْلولٌ فقال: ليسَ مِنَّا مَنْ غشَّ]

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


7. (263)- Hadis

Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:

Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: “Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.”

 وعن عُقْبَة بن عامر رضى الله عنه قال: [لا يَحِلُّ لاِمْرئٍ مُسْلمٍ يبيعُ سِلعةً يَعْلَمُ أنَّ بِهَا داءً إلا أخْبَرَ بِهِ]. أخرجه البخارى في ترجمة باب

Buhârî, bunu bir babın başlığında kaydetmiştir. (Büyû 19).

Bu rivayet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in devlet reisi vasfıyla zaman zaman çarşıpazarı teftiş ettiğini gösterir. Ma’mafih çarşıya alışveriş için de gelmiş bulunsa, bu esnada konrol ve murâkebe işini de yürüttüğünü ve dolayısıyla, devletin bu işlere ehemmiyet vermesi gereğini ifâde eder.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in buğdaydaki yaşlığı gizlememesini söylemesi, bu yığnı toptan satmak üzere koyduğunu ifade eder. Çünkü ölçek ölçek satılma durumunda alttaki yaşlılık meydana çıkacağından, burada bir aldatma niyeti söz konusu olamaz. Şu halde bağbağ, sandıksandık, sepetsepet, çuvalçuval, toptan satışlarda üst kısma kalitelisini, kusursuzunu koyarak, müşterinin nazarından bazı kusurlarını gizlemek haram olmaktadır. Üst  8.Pmla alt kısım arasına fark büyük olduğu takdirde müşteri akdini bozabilir, az farkı böyle bir hak tanımaz, çünkü alışverişte bir tarafın az miktarda aldanması normal karşılanır.
Bazı âlimler, bu hadisten, büyük ve fazilet ehli kimselerin alışveriş için pazara gitmelerinin sünnet olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Nitekim İmam Mâlik: “Eskiden insanların âdeti pazar yerlerine çıkmak ve oralarda oturmak idi. İbni Ömer çok defa pazara gelip orada otururmuş” der.
Yahya İbnu Sâid de: “Ben Saîd İbnu’l-Müseyyeb ile Sâlim Mevlâ İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in bir kısım rivayetlerini, onlar çarşıda oturup sohbet ederken aldım” demiştir. Bu durumu te’yid eden bir rivayet, Ashabtan Abdullah İbnu Büsr en-Nasrî ile ilgili: “Bu zat (radıyallahu anh), cuma namazını kıldıktan sonra, hemen çıkar, çarşıpazarı bir dolaşır tekrar camiye girip ibâdetle meşgul olurmuş. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca: “Müslümanların Efendisi (aleyhissalâtu vesselâm)’ni böyle yapar gördüm de ondan” cevabını vermiştir.


SÜTÜ HAYVANIN MEMESİNDE BEKLETMEYE DAİR – İKİNCİ FASIL

1. (264)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Deve ve koyunun memelerinde süt bekletmeyin. Kim böyle sütü bekletilmiş bir sağmal hayvan satın almışsa sağdıktan sonra muhayyerdir, dilerse kabul eder, dilerse bir sâ’ miktarında kuru hurma da vererek iade eder.”

عن أبى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسولُ اللهِ ﷺ [لاَ تُصَرُّ وَيُرْوَى لا َتَصُرُّوا الإبِلَ والغنَمَ، ومن ابتَاعَهَا فهوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ بَعْدَ أنْ يَحْلُبَهَا إنْ شاءَ أمْسَكَ، وأنْ شَاءَ ردَّها وصاعاً من تمرٍ]. أخرجه الستة

Buhârî, Büyû 64; Müslim, Büyû 11, (1524); Ebu Dâvud, Büyû 48, (3443), (3444), (3446); Nesâî, Büyû 14, (7, 253-254); Muvatta, Büyû 96, (2, 683); Tirmizî, 29, (1251-1252).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


2. (265)- Hadis

Buhârî’nin bir başka rivayetinde

“…Memnun kalırsa hayvanı tutar, memnun kalmazsa iâde eder. İâde ettiği takdirde sağdığı süt için bir sâ’ kuru hurma verir” denmektedir.

 وفي أخرى للبخارى: [فإن رَضِيَهَا أمْسَكَهَا وإنْ سَخِطَهَا فَفى حَلْبَتِهَا صاعٌ من تمرٍ]

Büyu 69.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (266)- Hadis

Müslim’in bir rivayetinde

“Müşteri satın aldığı, sütü bekletilmiş sağmal hayvan hakkında üç gün muhayyerdir. İâde edecek olursa beraberinde bir sa’ miktarında yiyecek verir, buğday değil” denmektedir.

وفي أخرى لمسلم: فهو فيما بالخيار ثلاثةَ أيامٍ، وله: إن رَدَّ معها صَاعاً من طعامٍ لا سمراءَ.

Büyû, 25.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (267)- Hadis

Nesâî’nin bir rivayetinde:

“Kim sütü bekletilmiş bir deve veya davar satın alırsa..” denir.

وللنسائى رحمه الله: [مَنِ ابْتَاع مُحَفَّلَةً أو مُصَرَّاةً]

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


5. (268)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim sütü memesinde bekletilmiş bir deve satın alırsa o üç gün muhayyerdir. Şayed iâde edecek olursa, hayvanla birlikte, sütü mislince veya sütünün iki mislince buğday da verir.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما قال: قال رسولُ الله ﷺ: [مَن باعَ مُحفلةً فهوَ بالخِيارِ ثلاثةَ أيامٍ، فإن ردَّهَا ردّ معها مِثلَ أو مِثلَىْ لَبَنِهَا قمحاً]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvud 48, (3446); İbnu Mâce, 42, (2240).

Dinimiz alışverişte dürüstlüğe çok ehemmiyet vermiş, aldatmanın her çeşidini yasaklamıştır. Bu meyanda satılacak olan sağmal hayvanların memesinde süt bekletmek de yasaklanmıştır. Cahiliye devrinde A-raplar, satacakları hayvanı, çok süt veren cinsten göstererek daha iyi bir fiyatla satabilmek maksadıyla birkaç gün sağmayarak sütü memede bekletirlermiş. Bu çeşit hayvanlara musarrât denmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çeşit satışları hususî kaideler getirerek, hileyi önlemek için tedbir almıştır. Yukardaki rivayetlerde, hayvanı iade edecek olan müşterinin, bir sâ’ miktarında hurma vermesi de istenmektedir. Bu, sağılmış olan süte karşılıktır.
Fakihler bu hadisleri farklı şekillerde yorumlamışlardır. Şâfiîler ehemmiyetle, burada kuru hurma verileceğini söylerler. Müşteri,kuru hurma bulamazsa hurmanın Medine’deki bedelini veya o beldeye en yakın bulunan hurma diyarındaki kıymetini verir.
İmam-ı Âzam, İmam Muhammed, İmam Yusuf ve İmam Malik gibi diğer bir kısım âlimler “müşteri sütü biriktirilmiş hayvanı hıyar-ı ayb denilen kusur muhayyerliği ile sâhibine iâde edemez, ancak noksanlığını ödetir. Çünkü burada iâdeye mâni olan ayrı ziyade vardır” demişlerdir.
Hanefîler, memede sütü bekletilen sağmal hayvan satın alındığı takdirde sonradan iâde edilemeyeceği prensibini te’yid edecek muhtelif delil ve izâh getirerek hadisin zahiriyle amel edilemeyeceğini belirtirler.

FİYAT KIZIŞTIRMAYA DAİR – ÜÇÜNCÜ FASIL


1. (269)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: “(Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için) müşteri ile satıcının aralarına girmeyin.”

عن أبى هريرة رضى الله عنه أنّ رسولَ الله ﷺ قال: [لا َتَناجَشُوا]. أخرجه الخمسة إلا النسائى

Buharî, Büyû 58; Müslim, Büyû 11, (1515), Nikâh 52 (1413); Ebu Dâvud, Büyû 46, (3438); Tirmizî, Büyû 65, (1304); Nesâî, Büyû 21 (7, 1259); İbnu Mâce, Ticârât 14, (2174).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


2. (270)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) müşteri kızıştırmayı yasakladı”.

 وعن ابن عمر رضى الله عنهما قال: [نَهَى رسولُ الله ﷺ عن النَّجْشِ]. أخرجه الثلاثة والنسائى. وزاد مالك قال: «والنجش» أن تُعْطِيَهُ بِسِلْعتِهِ أكثرَ منها، وليس في نَفسِكَ اشتراؤُها فيَقتدِى بكَ غيرُكَ

Buhârî, Büyû 60; Müslim, Büyû13, (1216); Muvatta, Büyû 97, (2, 684); İbnu Mâce, Ticârât 14 (2173); Nesâî, Büyû 16, 17, 21. (7, 258).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (271)- Hadis

İbnu Ebî Evfa (radıyallahu anh) buyurmuştur ki:

“Müşteri kızıştıran, ribâ yemiş hâindir. Bu iş, bâtıl bir aldatmadır, helâl değildir.”

وعن ابنِ أبِى أوفى رضى الله عنهما قال: [الناجِشُ أكِلُ الرِّبَا خائنٌ، وهوَ خِدَاعٌ باطلٌ لا يَحِلُّ]. أخرجه البخارى موقوفاً مُعَلَّقاً.

Buhârî bunu senetsiz olarak ve sahâbe sözü şeklinde rivayet etmiştir. Büyû 60.

Müşteri kızıştırarak malın daha fazla bedelle satılmasını sağlamak sûretiyle satın alanın aldanmasına yol açtığı için yasaklanmıştır. Bu meselede hiçbir ihtilâf sözkonusu değildir. Bu satışın sıhati hususunda ihtilaf edilmiştir. Hanefîler’e göre, satıcı günahkâr olsa da satış sahihdir. İmam Malik müşterinin hakk-ı hıyarına, dolayısıyla dilerse akdi bozabileceğine kaildir. Ehl-i hadisten bazıları ile zâhirîlere göre akid fâsiddir.


ŞARTLAR VE İSTİSNA HAKKINDA – DÖRDÜNCÜ FASIL

1. (272)- Hadis

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh)’un anlattığına göre:

“Kendisi, hanımından bir cariye satın alır. Ancak karısı bir şart koşarak der ki: “Şayet cariyeyi satacak olursan, satın aldığın fiyatla ben alacağım.” Bu hususta Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e sordum. Bana: “Câriyeye yaklaşma. Onda başka birisi için şart var” dedi.

عن ابن مسعود رضى الله عنه قال: [أنهُ اشتَرىٰ جَارِيةً من امْرَأتِهِ واشتَرطَتْ عليهِ أنَّكَ إنْ بِعْتَهَا فهى لى بالثمن الَّذِى ابْتَعْتَهَا بهِ؟ فاستفتى في ذلكَ عمرَ رضى الله عنه فقال: لاَ تَقْرَبْهَا. وفيهَا شرطٌ لاَحَدٍ]. أخرجه مالك

Muvatta, Büyû 5, (2, 616).

Burada satış akdinin muhtevasına uygun gelmeyen bir şart koşulmaktadır. Zira, satış mülkiyetinin eksiksiz ve tam olarak müşteriye geçmesini sağlamalıdır. Bu şart sebebiyle İbnu Mes’ud cariyeyi dilediği gibi satamayacak, hibe edemiyecek. Öyle ise mülkiyet hakkı tam değildir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) böyle şartlı satışları yasaklamıştır.


2. (273)- Hadis

Amr İbnu Şuayb İbni Muhammed İbni Abdillah İbni Amr İbni’l-As babası tarikiyle ceddi Abdullah’tan rivayet ettiğine göre,

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bey’u’l-urban’ı yasaklamıştır.”

وعن عمرو بن شعيب بن محمد بن عبدالله بن عمرو بن العاص عن أبيه عن جده عبد الله رضى الله عنه قال: [نهىٰ رسولُ اللهِ ﷺ عن بيعِ العُربانِ]. أخرجه مالك وأبو داود. وقال مالك: وذلك فيما نُرى والله أعلمُ أن يشتَرى الرجلُ العبدَ أو الوليدَةَ أو يتَكَارَى الدَّابّةَ، ثم يقولُ الَّذِى اشْتَرَى منه أو تكارَى منه: أُعْطِيكَ دِيناراً أوْ دِرْهَماً أو أكْثَرَ مِنْ ذلكَ أو أقَلَّ على أنى إنْ أخَذْتُ السِّلْعَةَ أو رَكِبْتُ الدَّابَةَ فالَّذِى أُعْطيكَ هُوَ مِنْ ثمنِ السِّلْعَةِ أوْ مِنْ كِراءِ الدابةِ، وإنْ تَرَكْتُ ابْتِيَاعَ السلعةِ أو كِرَاءَ الدّابةِ فما أُعْطيكَ باطِلٌ بِغَيْرِ شَئٍ

Ebu Dâvud, Büyû 69, (3502); Muvatta, Büyû 1, (2, 609); İbnu Mâce, Ticârât 22, (2192).

Bey’u’l-Urban’ı âlimler umumiyetle tecviz  etmemişler, butlanına hükmetmişlerdir. Ahmet İbnu Hanbel cevazına meyleder. Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in de tecviz ettiği rivayet edilmiştir.


3. (274)- Hadis

Abdullah İbnu Ebî Bekr’in anlattığına göre:

“Dedesi Muhammed İbnu Amr, el-Efrâk adındaki bağının meyvesini dört bin dirheme sattı. Bundan sekiz yüz dirheme (tekabül eden) hurmayı müstesna kıldı.”

وعن عبداللهِ بن أبى بكر. [أنَّ جَدَّهُ محمدَ بن عمرو: باعَ ثمرَ حائطٍ له يُقالُ له الأفراقُ بأربعةِ آلافِ دِرْهَمٍ، واستثنَى بثمانمائةِ درهمٍ]

Muvatta, Büyû 18, (2, 622).

Bir bahçenin meyvesi toptan satılırken üçte biri geçmeyecek  miktarda meyvenin satıştan hâriç tutulabileceği hükme bağlanmıştır. Sayısı belirtilmek kaydıyla bir kısım ağaçlar da satıştan istisna edilebilir. Bu da câizdir.


4. (275)- Hadis

İmam Mâlik (radıyallahu anh)’e ulaştığına göre,

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) satışı ve selefi yasaklamıştır.

وعن مالك رحمه الله أنه بَلغَهُ أنّ رسول الله ﷺ: [نهَى عن بيْعٍ وسَلَفٍ]. أخرجهما مالك، قال: وتفسيرُ ذلك أنْ يقولَ الرجلُ للرجل آخذُ سِلعتَكَ بِكَذَا وَكَذَا علَى أنْ تسْلِفَنِى كذا وَكَذَا، فإن عَقَدَ بَيْعَهَا على هذا فهوَ غَيْرُ جائز

Muvatta, Büyû 69, (2, 657).

Selef kelimesi iki mânada kullanılmaktadır: 1- Selem, yani parayı peşin vererek malın bilâhare alınması: Tarladan çıkacak buğdaydan şu kadar miktarına şimdiden şu kadar para alarak satmak. Selef bir de karz yâni, herhangi bir menfaat beklenmeden borç para vermek mânasına gelir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) karzla (veya selemle) satışın birleşmesini  yasaklamıştır. Bu çeşit satışta bir malın normal bedelinden daha yükseğe satılması olduğu gibi karzın, malı satmaya teşvik maksadını gütmesi, dolayısıyla bir menfaat mukabili yapılmış olması da söz konusudur. Halbuki karz karşılıksız olmalıdır, aksi takdirde fâiz olur ve haramdır. Şöyle ki: Bir adam mesela düğün için kumaş alacak, fakat parası yok. Kumaşı satın alacağı tüccardan karz sûretiyle yani borçlanarak para alıyor, bu parayı aynı tüccara kumaş karşılığı ödüyor. Hadisi, bazı alimler şu şekilde de anlamıştır: Kumaşı alan zat,tüccardan peşin para alarak, karşılığında selem sûretiyle, yani tarladan çıkacağı zaman vermek üzere buğday satıyor. Peşin aldığı parayı, o tüccardan satın aldığı kumaş için ödüyor. İşte bu çeşit bir muâmelede hem satış, hem selem birleşmiş olmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tarzı yasaklamaktadır.


5. (276)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le birlikte gazveye katıldım. Ben su taşımada kullandığımız devemizin üzerinde giderken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana kavuştu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye başladı. Bana: “Deveni nasıl görüyorsun?” diye sordu. “Çok iyi görüyorum, bereketiniz değdi” dedim. “Onu bana satar mısın?” buyurdu. Ben utandım, bundan başka su taşıyan devemiz yoktu. Yine de “evet” dedim ve Medine’ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartıyla deveyi kendilerine sattım. Ona: “Ey Allah’ın Rasûlü yeni evliyim”  diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine’ye gelince beni dayım karşıladı. Deveden sordu. deve ile ilgili yaptıklarımı anlatınca beni ayıpladı. İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bâkire ile mi, dulla mı evlendin?” diye sormuştu. Ben “dul biriyle” dedim. “Niye bâkire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Resûlü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu sebeple onlara  bakıp terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim” dedim.”

وعن جابر رضى الله عنه قال: [غَزَوْتُ مَعَ رَسُولِ الله ﷺ فَتَلاَحَقَ بى رسولُ الله ﷺ وأنَا علَى ناضحٍ لَنا قَدْ أعْيَا. قال: فتَخَلّفَ رسولُ الله ﷺ فزجرهُ ودَعَا لهُ فما زالَ بينَ يَدَى الإبلِ. فقال لِى كَيْفَ ترَى بعيرَكَ؟ فقلتُ بِخَيْرٍ: قَدْ أصابَتْهُ بَرَكتُكَ. قال: أفَتبِيعُنيهِ؟ قالَ: فاستحييتُ، ولم يكن لَنَا ناضحٌ غيرُهُ. قال: فقلتُ نعمَ، فبعتهُ إياهُ على أن لى فقارَ ظهرهِ حتى أبلغَ المدينةَ، قال فقلت يا رسولُ الله إنّى عَرُوسٌ، فأستأذنتُهُ فأذِنَ لِى فتقدَّمْتُ الناسَ إلى المدينةِ حتى أتَيْتُ المدينةَ فَلَقِيَنِى خالِى فسألنِى عن البعيرِ فأخْبَرْتُهُ بما صنعتُ فيهِ فَلاَمِنى، وقدْ كانَ رسولُ الله ﷺ قال لِِى حين استأذنتهُ: هلْ تزَوجتَ بِكراً أم ثيِّبا؟ قُلْتُ: بل ثيباً. قال هلاّ بكراً تلاعبها وتلاعبُكَ؟ قلتُ يا رسول الله: تَوَفَّى والدِى ولى أخَوَاتٌ صِغَارٌ فكَرِهْتُ أنْ أتَزَوَّجَ مِثْلَهنَّ فلا تؤدِّبُهنَّ ولا تقومُ عَلَيْهِنَّ، فَتَزَوَّجْتُ ثَيِّباً لِتَقُومَ عَلَيْهِنَّ وتؤدِّبهنَّ. قال: فلما قَدِمَ رسول الله ﷺ المدينةَ غَدَوْتُ عليه بالْبَعيرِ فأعْطانِى ثَمَنَهُ وردَّهُ عَلَىَّ]. أخرجه الخمسة

Buhârî, Cihad 49, 113, Vekâlet 8, Mesacid 59, Büyû 34, istikrâz 1, 7, Mezâlim 26, Hîbe 23, Şürût 4, Nikâh 10, 121, Nafakât 12, Daavât 53; Müslim, Müsâkat 109, (710), Salâtu’l-Müsafirîn 69, (710), Rida 54, (710); Tirmizî, Nikah 13, (1100), Büyû 30, (1253); Nesâî, Büyû 77, (7, 297-300); Ebu Dâvud, Ticârât 71, (3505); İbnu Mâce, Ticârât 29, (2205).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (277)- Hadis

Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Deveyi bana bir okiyye’ye sat” dedi. Ben: “Hayır” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ederek: “Onu bana bir okiyye’ye sat” dedi ben de sattım fakat evime kavuşuncaya kadar binme şartını koştum. Medine’ye gelince, teslim etmek üzere deveyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a getirdim. Bana parasını hemen ödedi. Ben oradan ayrıldım. Arkamdan birini göndererek: “Esasen senin devene müşteri değilim, sen deveni geri al artık, o yine senin olsun” dedi.

وفي أخرى قال: [بِعْنِيهِ بأُوقِيةٍ. قلتُ لا. قال بِعْنِيهِ بأُوقِيةٍ، فبعتُهُ واسْتَثْنَيْتُ حُمْلانَهُ إلى أهْلِِى. فلما قَدِمْنَا أتيتُهُ بالجمل ونَقَدَنِِى ثمَنهُ ثم انصرفتُ فأرسَلَ على أثرِى فقال: ما كنتُ لآخذَ جَمَلَكَ، فَخُذْ جَمَلَكَ فهُوَ لكَ].

[Dipnot]=1. Bu cümle”Medine’ye varınca (hanımınla temasta bulunarak) çocuk talepet” şeklinde de anlaşılmıştır.


7. (278)- Hadis

Müslim’in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

“— Bana şu deveyi sat” buyurdu. Ben:

وفي أخرى لمسلم قال: [بِعْنِى جَمَلَكَ هذَا، قلتُ لاَ: بلْ هوَ لكَ قالَ لاَ: بَلْ بِعْنِيهِ. قلتُ لاَ: بلْ هوَ لَكَ يَارسُولَ اللهِ: قال لاَ: بَلْ بِعْنِيهِ. قلتُ فإنَّ لِرجلٍ علىَّ أوقِيَّةَ ذَهَبٍ فَهُوَ لكَ بها. قالَ قد أخَذْتُهُ فَتَبَلَّغْ عليه إلى المدينةِ، فلمّا قَدِمْتُ المدينةَ قال لِبلالٍ أعْطِهِ أوقيَّةَ ذَهَبٍ وَزِدْهُ: فَزَادَنِى قِيرَاطاً، فَقُلْتُ لا َتُفَارِقُنِى زِيَادَةُ رسولِ اللهِ ﷺ فكانَ في كِيْسٍ لِى إلى أنْ أخَذَهُ أهلُ الشّامِ يومَ الحَرَّةِ

[Dipnot]= 2.  Kîrât : İbnu’l-Esîr, umumiyetle bir dinarın, onda birinin yarısına denk düşen bir cüz’üne dendiğini belirtir. Bazı yerlerde, yine dînarın bir cüz’üne dense de, miktarının değişebileceğine de işâret eder.


8. (279)- Hadis

Yine Müslim’den gelen bir başka rivayet şöyledir:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bana, deveyi şu, şu bedele sat, Allah da seni mağfiret buyursun, olmaz mı?” dedi. Ben cevaben: “Elbette, o sizin olsun” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir taraftan miktarı artırmaya devam ediyor bir taraftan da: “Allah Teâlâ sana mağfiret buyursun” diyordu. Bu sözü üç kere tekrar etti.”

وله في أخرى أتبيعُنيهِ بِكذَا وكذَا واللهُ تعَالى يَغْفِرُ لكَ؟ قُلْتُ: هُوَ لَكَ. فما زالَ يَزِيدُنِى، وَيَقُولُ: واللهُ تعالى يَغْفِرُ لكَ. قَالَهَا ثلاثاً

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


9. (280)- Hadis

Bir diğer rivayette şöyle denir:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: “Allah’ın adıyla bin” dedi. Medine’ye geldiğimiz zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ashâbından bazı  gruplarla birlikte mescide girdi. Ben de mescide girip, devemi kapının yanındaki taş döşeli kısma bağladım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a “işte deveniz” diye haber verdim. Mescidden çıktı. Deveye yaklaştı ve “Deve, devemizdir” buyurdu. Sonra birkaç okiyye altın gönderip: “Bunu Câbir’e verin” dedi. Sonra bana: “Parayı aldın mı?” diye sordu. “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Para da, deve de senindir” buyurdu (ve deveyi de geri verdi.)”

وفي أخرى: وقال لى: [ارْكبْ بِسْمِ اللهِ فلمّا قَدِمْنَا المدينةَ دخَلَ النبىُّ ﷺ المسجدَ في طوائفَ مِنْ أصْحَابِهِ وَدَخَلْتُ إليهِ وَعَقَلْتُ الجملَ في ناحيةِ الْبلاطِ. فَقُلْتُ لهُ: هذا جمَلُكَ؟ فخَرَجَ: فجعلَ يُطيفُ بالجملِ ويقولُ: الجمَلُ جَمَلُنَا. فَبَعَثَ بِأوَاقِىَ مِنْ ذَهَبٍ فقال: أعْطُوهَا جَابِراً. ثم قال: اسْتَوْفَيْتَ الثَّمَنَ؟ فقلْتُ: نَعَمْ! فقالَ: الثَّمَنُ وَالجَملُ لكَ]

Yukarıdaki 276 numaralı rivayetten itibaren kaydedilen vecihlerden de anlaşılacağı üzere, Hz. Câbir (radıyallahu anh)’in Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a deve satmasıyla ilgili vak’a çok değişik şekillerde nakledilmiştir. Bu hâdise nikah, cihad, alışveriş, menâkıb… gibi pek çok konularla ilgili hükümlere yer vermektedir. Bu sebeple, hadis kitaplarının muhtelif bölümlerinde, farklı şekilleriyle yer almıştır.
Âlimler, hadisle ilgili bir kısım teferruatı anlama ve açıklamada ihtilaf ederler. Söz gelimi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın deveye ödediği bedel nedir? Rivayetlerde buna temas eden ifâdeler farklı rakamlara yer verir. Bunların te’lifi, açıklanması şârihleri fazlaca meşgul eder.
Biz, daha ziyade hususî araştırıcılar için ehemmiyet taşıyacak bu gibi teferruata girmeden her okuyucumuz için faydalı olabilecek, âlimlerimizin müştereken parmak bastıkları birkaç noktaya burada yer vereceğiz:
1- Bu rivayete dayanarak bazı âlimler, “istediği zaman binmek şartıyla” hayvan satışı yapılabileceği hükmünü çıkarmış ise de Ebu Hanîfe ve Şâfiî hazretleri böyle bir satışın bâtıl olacağına hükmetmişlerdir.
2- Hadiste, öncelikle bâkire ile evlenmeye teşvik vardır. Terbiyevî mülâhazalarla dul ile evlenmek de “efdal” olabilir.
3- Büyükler, arkadaşlarının evlilik dâhil her çeşit meseleleriyle ilgilenmeli, yol göstermelidirler. Bu ilgi müstehabdır, faydalıdır.
4- Yetimlerin terbiyelerini düşünmek gerekir. Onların durumlarını nazar-ı dikkate alarak, icab ediyorsa dulla evlenmek de faziletli bir evlenmedir. Bâkire ile evlenmeye teşvik buna mâni değildir. Hz. Câbir (radıyallahu anh) misâlinde olduğu üzere, bazı içtimâî şartlar, dulla evlenmeyi “efdal” kılabilir.
5- Seferden dönerken, komutanın izni ile, askerler öne geçebilir.
6- Sefer dönüşünü, uygun saatlere rastlatmak müstehabdır.
7- Hz. Câbir (radıyallahu anh)’in, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde mühim bir yeri vardır.
8- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) son derece cömerttir.


10. (281)- Hadis

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin anlattığına göre:

“Berîre, mukâtebe borcunu ödeme hususunda yardımcı olması için kendisine (Hz. Aişe’ye) uğramıştı. O âna kadar borcundan herhangi bir şey ödememiş bulunuyordu. Hz. Aişe, Berîre’ye “Ailene dön, senin mukâtebe borcunu ödememi istiyorlarsa bir şartla yaparım: Senin üzerindeki velâ hakkı bana geçmeli” dedi.

وعَن عائشةَ رضى اللهُ عنها [أنَّ بَرِيرَةَ جاءتْهَا لِتَسْتَعينَ بِهَا في كِتَابَتِهَا وَلَمْ تَكُنْ قَضَتْ مِنْ كِتَابَتِهَا شَيْئاً. فقالتْ لَهَا عائشةُ: ارْجِعِى إلى أهْلِكِ فإنْ أحَبُّوا أنْ أقْضِىَ عَنْكِ كِتَابَتَكِ وَيَكُونَ وَلاَؤُكِ لِى فَعَلْتُ. فَذَكَرَتْ ذلِكَ بَرِيرَةُ لأهْلِهَا فأبَوْا، وَقالُوا: إنْ شَاءَتْ أنْ تَحْتَسِبَ عليكِ فَلْتَفْعَلْ، ويكونُ لنَا وَلاَؤُكِ؛ فَذَكَرَتْ ذلكِ لِرَسُولِ اللهِ ﷺ فقال: لَهَا ابْتَاعِى وأعْتِقِى فإنَّمَا الْوَلاَءُ لِمَنْ أعْتَقَ، ثمَّ قَامَ فقَالَ: ما بَالُ أُنَاسٍ يَشْتَرِطُونَ شُروطاً لَيْسَتْ في كِتَابِ اللهِ تعالى؟ مَنِ اشْتَرَطَ شَرْطاً لَيْسَ في كِتَابِ اللهِ فلَيْسَ له، وإنِ اشْتَرَطَ مِائةَ شَرْطٍ، شَرْطُ اللهِ تعالى أحَقُّ وأوْثَقُ]. أخرجه الستة

Buhârî, Mesâcid 70, Zekât 61, Büyû 67, 73, Itk 10, Mekâtib 2, 3, 4, 5, Hîbe 7, Şurût 3, 10, 13, 17, Talâk 16, Kefârâtü’l-İman 8, Ferâiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Muvatta, Itk 17, (2, 780); Ebu Dâvud, Itk 2, (3929-3930); Nesâî, 85, 86 (7, 300); Tirmizî, Büyû 33, (1256), Vesâya 7, (2125); İbnu Mâce, Itk 3, (2521).

Berîre bintu Safvân (radıyallahu anhâ), kıbtî asıllı bir cariyedir. E-fendisinin kim olduğu hususunda rivayetler ihtilâflıdır. Kocasının şahsiyeti de ihtilaf konusudur.
Sâhipleri, Berîre (radıyallahu anhâ) ile mukâtebe anlaşması yapmışlardı. Yâni, anlaşılan miktarda para ödeyerek hürriyetine kavuşacaktı. Bu bedel dokuz okiyye idi. Her yıl bir okiyye (kırk dirhem gümüş) ödeyerek dokuz yılda hürriyetine kavuşacaktı. Vak’a’nın yukarıdaki hadiste kaydedilen seyrine göre, Berîre (radıyallahu anhâ) bu borcun ödenmesinde Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin yardımını taleb ediyor. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), velâ hakkının kendisine ait olması şartıyla bu yardımı yapmayı kabulleniyor, Berîre (radıyallahu anhâ)’nin efendisi velâ hakkını bırakmak istemeyince, mesele Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e intikal ettirilir. Reshulullah velâ hakkının âzad edene ait olacağını belirtir.
Hadiste geçen “Kitabullah” tâbirine bakarak buradaki hükmün Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı zannedilmemelidir. Bu mevzu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmü ile sabittir, Kur’ân’la değil. İslâm âlimleri bu ve benzeri ifâdelere dayanarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in vazettiği hükümlerin de Kur’ân’ın hükmü gibi telakki dilmesi gereğine hükmederler. Bu çeşit hükümler “vasıtalı olarak Kur’ân’ın hükmündedir.” Vâsıta ise Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bu yetkiyi veren de Kur’ân’dır: “Resul size ne getirmişse onu alın” (Haşr, 96). Keza: “Allah ve Resûlüne itaat edin” (Âl-i İmrân, 132). Öyle ise Resûle itaat emri Kur’ân’da yer aldığına göre, ondan sâdır olan hükümleri, Kur’ân’ın hükmü gibi değerlendirmek, “Kitabullah’tandır” demek câiz olmaktadır.
Velâ: Âzâd edilen köle ile âzâd eden efendi arasında teessün eden akrabalık bağıdır. Buna vela-i ataka denir. Nesebi mâruf olmayan kimsenin, nesebi mâlum biri ile kardeşlik akdederek “Sen benim mevlâm ol, ölürsem bana mirascı olursun, bir cinayet işlersem benim namıma cezamı ödersin”demesi sûretiyle tevessül eden akrabalığa da vela-i muvâlat denir.
Hadisten çıkarılan pekçok hükümden birkaçı:
1- Köle ile efendi arasında mükâtebe akdi caizdir.
2- Velâ hakkı âzad edene aittir.
3- Dostluk, yardımlaşma, bir kimsenin elinde Müslüman olma veya kimsesiz bir çocuğu sokakta bulup alma gibi durumlarla velâ hakkı tahakkuk etmemesi gerekir. Fakihler bu meselelerde farklı görüşler ileri sürerler. Şafiî mezhebine göre bunların hiçbirinde velâ hakkı doğmaz. Hanefiler de velâ hakkını yukarıda kaydettiğimiz iki şekle hasrederler: “Velâ-i ataka ve vela-i muvâlat, bunlar dışındaki velâlar meşrû olamaz” derler.
4- Bid’at çıktığı vakit, devlet reisinin müdâhalesi gerekir.
5- Hatalar yüze vurulmamalı, “umumî bir ifâde ile” dikkat çekilmeli. Nitekim rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) “insanlara ne oluyor…” diyerek münkere parmak basmıştır.
6- Mukâtebe akdi yapan cariyenin çalışmasına kocası mâni olamaz.
7- Cariyenin kocası köle ise mukâtebe akdi yapmak isteyince kocası buna mâni olamaz.


11. (282)- Hadis

Diğer bir rivayette,

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye şöyle söylemiştir: “(Berîre’yi) önce satın al sonra da âzad et. (Onu satan efendilerini de bırak, bir işe yaramıyacak olan) istedikleri şartı koşsunlar.” Aişe Berîre’yi satın alıp, âzad etti. Berîre’nin ailesi, velâ hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm); şu açıklamayı yaptı: “(Olmaz öyle şey!) Velâ hakkı âzad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar (batıldır!)”.

وفي أخرى قال: [إشْتَرِيها وأعْتِقِيها ولْيَشْتَرِطُوا ما شَاءُوا، فاشْتَرَتْهَا فأعْتَقتْهَا، واشْتَرَطَ أهْلُهَا وَلاَءَهَا؛ فقال النبىُّ ﷺ: الْوَلاَءُ لِمَنْ أعْتَقَ، وَإنِ اشْتَرطُوا مِائَةَ شَرْطٍ]

Buhârî, Şurut

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


MÜLÂSEME VE MÜNÂZEBE’YE DAİR – BEŞİNCİ FASIL

1. (283)- Hadis

Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki giyim ve iki de alışveriş tarzını yasakladı. Yasaklanan satış tarzları: Mülâmese ve münâbezedir. Mülâmese, diğerinin elbisesine gündüz veya gece, eliyle sâdece değmesi, elbiseyi  altüst ederek iyice görmemesi (ve bu kadarla satış akdininin tamamlanmasıdır). Münâbeze ise, kişinin elbisesini öbürüne atması, öbürünün de kendi elbisesini ona atması ve bu atışmanın da, elbiseye bakıp râzı olmadan satış sayılmasıdır.

عن أبى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: [نَهَى رَسُولُ اللهِ ﷺ عَنْ لُبْسَتَيْنِ وَعَنْ بَيْعتَيْنِ؛ نَهَى عَنِ المُلامَسةِ وَالمُنَابَذَةِ في الْبَيْعِ، والمُلامَسَةُ لَمْسُ الرَّجُلِ ثَوْبَ الآخَرِ بِيَدِهِ بِاللَّيْلِ أو النَّهَارِ لاَ يُقَلِّبُهُ، والمُنَابَذَةُ أنْ يَنْبُذَ الرَّجُلُ إلى الرَّجُلِ ثَوبَهُ، وَيَنْبُذَ الآخَرُ بِثَوْبِهِ ويَكُونُ ذلكَ بَيْعُهمَا مِنْ غيرِ نَظرٍ وَلاَ تَرَاضٍ، واللَّبْسَتَانِ اشْتِمَالُ الصَّمَّاءِ: وهو أنْ يَجْعَلَ ثَوْبَهُ على أحَدِ عاتِقَيْهِ فَيَبْدُوَ أحَدُ شِقَّيْهِ لَيْسَ عَليه ثوبٌ، واللُّبْسَةُ الأخرىٰ اخْتِبَاؤُهُ بِثَوْبِهِ وهو جالِسٌ ليسَ عَلَى فَرْجِهِ مِنْهُ شئٌ]. أخرجه الخمسة إلا الترمذى

Buhârî, Libas 20, 21, Salât 10, Savm 66, Büyû 62, 63, İsti’zân 42; Müslim,
Büyû 3, (1512); Ebu Dâvud, Büyû 25, (3377-3378); Nesâî, Büyû 25, (7, 260-261); İbnu Mâce, Ticârât 12, (2170).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


2. (284)- Hadis

Nesaî’nin bir rivayetinde şu açıklama yapılır:

“Münâbeze: satıcının; “Bu elbiseyi sana atarsam satış tamam olmuştur” demesidir. Mülâmese de elbiseyi açıp, evirip çevirmeden elini değmesi ve değince de satış muâmelesinin tamam olmasıdır.”

وفي أخرى للنسائىِّ رحمه الله تعالى: [المنابَذَةُ: أنّ يَقُولَ إذا نَبَذْتُ هذا الثَّوْبُ إليْكَ فقَدْ وَجَبَ الْبَيْعُ، والملامسَةُ أنْ يَمَسَّهُ بِيدِهِ وَلاَ يَنْشُرَهُ وَلاَ يُقَلِّبَهُ إذَا مَسَّ وَجَبَ البَيْعُ]. وعنده عن ابنِ عُمَرَ. وهى بُيُوعٌ كانُوا يَتَبَايَعُونَ بِهَا في الجَاهِلِيَّةِ

Bu iki hadis, câhiliye devrinin bazı giyinme ve alışveriş tarzını belirtmekte ve Hz. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)’in bunlarla ilgili olarak getirdiği yasaktan haber vermektedir.
Mülâmese ve münâzebe’nin ne olduğu yukarıdaki rivayetlerde açıklanmıştır. Bazı âlimler bu açıklamanın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a ait olduğunu söylemiş ise de umumiyetle râvilerden biri tarafından yapılan bir derc olduğu kabul görülür. Bu cümleden olarak mülâmese, “müşterinin elbiseye dürülü iken veya karanlıkta dokunması, satıcının da: “Bu malı sana dokunman, görmek, yenini tutmak ve gördüğün zaman muhayyerlik kalmamak şartıyla sattım” demesidir. Burada dokunma satış için yeterli şart yapılmış oluyor ve muhayyerlik hakkını da tanımıyor. Görüldüğü gibi, burada aldatma söz konusudur. İslâm satış akdinin meşrû sayılması için malın görülmesini, kusurları varsa söylenmesini şart koşmuştur. Muhayyerlik de ayrı bir haktır. Bütün bunları reddeden aldatmalı bir alışverişe, İslâm’ın cevâz vermeyeceği açıktır.
Münâbeze’ye gelince bu da farklı şekillerde cereyan etmektedir:
1- Satıcının:
“Şu attığım taş hangi elbiseye isâbet ederse sana onu sattım” der. 2- “Şu araziden attığım taşın vardığı yere kadarını sana sattım” diyerek satış yapar. 3- Taşı atması, satış sayılır. “Şu elbiseye taş attım mı sana şu kadara satılmış sayılmalı” der. Burada da aldatma olduğu görülmektedir, izaha hacet kalmıyor. İştimâlu’s-Sammâ: “Çünkü, bu durumda eli elbisenin altında kalır. Çarpmalara düşmelere karşı elini kullanıp korunmak istese bunu yapamaz, zorlukla karşılaşır. Bu maksadla alttan elini çıkarsa avret yerleri açılır” diye açıklamışlardır. Bazı şârihlerin de belirttiği gibi vâcibden “tesettürü ihlâl etmeyen bir tarzda sarınmak” haram ve hatta mekruh olmamalıdır. Yeter ki teşebbüh (kâfire benzemek) gibi bir başka mahsûr daha sözkonusu olmasın.
İhtibâ’nın açıklanmasında da farklılıklar olmuştur. “Kişinin elbisesine sarınıp bürünmesidir” dendiği gibi, “İnsanın ilyeleri (kabaları) üzerine oturup, bacaklarını dikip bu vaziyette elbiseye sarınmaktır” diyen de olmuştur. Bu tarz örtünme, dikkat edilmediği takdirde haram yerlerin görünmesine yol açabileceği gibi, ayağa kalkışlarda da tesettürü ihlâl edebilir. Hamamlarda bu çeşit mahzurlar vukuâ gelir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu durumlara dikkat çekmiş olmaktadır.


BEY’U’L-GARAR VE DİĞERLERİ HAKKINDA – ALTINCI FASIL

1. (285)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bey’u’lgarar ve bey’u’lhasatı yasakladı.”

عن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [نَهى رسولَ الله ﷺ عنْ بَيْعِ الغَرَرِ وعن بَيعِ الحَصَاةِ]. أخرجه الخمسةُ .

Müslim, Büyû 4, (513); Ebu Dâvud, Büyû 25, (3376); Tirmizî, Büyû 17, (1230); Nesâî, Büyû 27 (7, 262); İbnu Mâce, Ticârât 23, (2194).

Şârihler bey’u’lgarar’ı meçhulün satışı olarak izah ederler: Sudakı balık, havadaki kuş, denizdeki inci, kaçmış olan köle, bağından boşanmış deve, açılıp görülmeyen bohçadaki elbise, kapalı evdeki yiyecek, henüz doğmamış hayvan yavrusu, henüz meyvelenmeyen ağacın meyvesi gibi, fiilen olup olmayacağı henüz kesinlik kazanmayan eşyanın satışı bu gruba girer. Burada aldatma pek zâhirdir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çeşit aldatıcı alışverişleri yasaklamıştır.
Bey’u’lhasat’a gelince, bu üç şekilde olur: 1-Satıcının “Attığım şu taşın değdiği kumaşı” veya “Buradan taşın düştüğü yere kadar olan tarlayı sattım” demesi. 2- Satıcı: “Ben bu taşı atıncaya kadar satışı bozmada muhayyer olman şartı üzerine sana satıyorum” demesi. 3- Bizzat taşın atılışını satışın kesinlik kazanması kılarlar, bu durumda satıcı şöyle der: “Bu elbiseyi taşı attım mı bu sana satılmış demektir.”
Cahiliye devrine ait olan bu çeşit hileli alışverişleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamıştır.


2. (286)- Hadis

Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Halk öyle çetin devirler yaşayacak ki, o zaman zenginler, kendilerine emredilmediği halde, cimriliklerinden, ellerindekileri çok sıkı tutacaklar. Cenab-ı Hakk: “Aranızdaki fazileti unutmayın” buyurmaktadır (Bakara 237). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şunları yasaklamıştır: Bey’u’lmuzdar’ı, bey’u’lgarâr’ı, (meçhûlün satışı) ve salâhı ortaya çıkmadan meyve satışını.”

وفي أخرى لأبى داوُدَ عَنْ عَلِيٍّ رضى الله عنه قال: [يَأتِى على الناسِ زمانٌ عَضُوضٌ يَعَضُّ المُوسِرُ فيهِ على مَا فِي يَدِهِ، وَيُبَايِعُ المُضْطَرُّونَ ولم يُؤْمَرُوا بذَلكَ. قال اللهُ تعالى: وَلاَ تَنْسَوُا الفَضْلَ بَيْنَكُمْ وقدْ نَهىٰ رسُولُ اللهِ ﷺ عن بَيْعِ المُضْطَرِّ، وعن بَيْعِ الْغَرَرِ، وعن بَيْعِ الثَّمَرَةِ قَبْلَ أنْ تُدْرَكَ]

Ebu Dâvud, Büyû 26 (3382).

Bey’u’lgarârı yukarıda açıkladık. Bey’u’lmuzdar’a gelince, bu, iki çeşittir:
2- Mal sâhibi, borç veya geçim sıkıntısı sebebiyle elindeki malını zararına satmaya çalışır. Dindarlık ve mürüvvetin gereği, böyle daralanın malını almak değil, ona anlayış göstermek, karz-ı hasende bulunmak veya borcunun ödeme müddetini te’hîr etmek gibi yollarla yardım etmektir. İkinci şıkka giren bey’u’lmuzdar fâsid sayılmaz, sahîhtir, ancak kerâhetten hâlî değildir.


3. (287)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Köylü adına şehirli satış yapmasın”dedi ve ilave etti: “Bırakın insanları, Allah birinin sebebiyle diğerini rızıklandırsın” buyurdu.”

وعن جابر رضى الله عنه قال: [نَهَى رسُولُ اللهِ ﷺ لاَ يَبِعْ حَاضِرٌ لِبَادٍ، وَدَعُوا الناسَ يَرْزُقُ اللهُ بَعْضَهُمْ مِنْ بَعْضٍ]. أخرجه الخمسة إلا البخارى

Buhârî, Büyû 58, 64, 67, 69, 70, 71, İcâre 14, Şurût 8; Müslim, Büyû 11, 12, 18-21, (1515, 1520-1523), Nikâh 51, 52 (1413); Ebu Dâvud, Büyû 47, (3442); Tirmizî, Büyû 13, (1223); Nesâî, Büyû 17, (7, 256); İbnu Mâce, Ticârât 15, (2176); Muvatta, Büyû 96, (2, 683).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (288)- Hadis

Hz. Enes (radıyallahu anh)’ten gelen bir başka  rivayette şu  şeklinde ifade edilmiştir:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin köylü adına satış yapmasını menetti.”

وفي أخرى للخمسة إلا الترمذى عن أنس: [نَهَى عَنْ بَيْعِ حَاضِرٍ لِبَادٍ، وَإنْ كَانَ أخَاهُ لابِيهِ وَأُمِّّهِ] .

Buhârî, Büyû 68, Müslim, Büyû 19, (1521); Nesâî, Büyû 18, (7, 256); İbnu Mâce, Ticârât 15, (2177).

Burada, şehirlinin köylünün yerine satması da, onun adına satın alması da yasaklanmaktadır.
Şehirlinin köylü adına alışveriş yapmasının yasaklanması ücret mukabilinde yapması durumuyla ilglidir. Buna simsarlık denir. Simsarlık değil de, yardım olsun diye köylü adına şehirlinin yapacağı alışveriş muâmelesi yardım yerine geçer.
Hanefîler, taraflardan biri zarar görmediği takdirde şehirlinin köylü adına alımsatımda bulunabileceğine hükmederler.


5. (289)- Hadis

Ebu Dâvud ve Nesaî’den gelen bir başka rivayette şöyle buyurulur:

“Şehirlinin köylü adına satış yapması yasaktır, şehirli köylünün kardeşi veya babası bile olsa.” Ebu Dâvud’un Hz. Enes (radıyallahu anh)’ten yaptığı bir başka rivayet şu ziyâdeyi ihtivâ eder: “Şöyle denirdi: “Şehirli köylü yerine satmasın.” Bu özlü, câmi bir sözdür. “Şehirli köylü için hiçbir şey satmasın, köylü adına satın da almasın” demektir.

وفي أخرى لأبى داود والنسائى [وإن كانَ أخَاهُ أوْ أَبَاهُ]. زاد أبو داود في أخرى عن أنس رضى الله عنه قال: [كَانَ يُقَالُ لا يَبِعْ حَاضِرٌ لِبَادٍ، وهىَ كَلمةٌ جامعةٌ لاَيَبِيعُ لَهُ شَيْئاً وَلاَ يَبْتاعُ لَهُ شَيئاً]

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (290)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle emrettiler: “Satıcılar mallarını çarşıya indirmezden önce yolda karşılayıp alışveriş yapmayın.”

Ebu Dâvud  hadisin baş kısmında şu ziyadeye yer verir: “Birbirinizin alışverişine karşı alışveriş yapmayın. (Pazara giden) malı yolda karşılamayın.”

Nesâî’de “ticaret malı (es-Sila’) yerine “Celeb malı” tâbiri kullanılmıştır. (Celeb: Satmak için celbedilen mala denir.).

وعن ابن عمر رضى الله عنهما قال: [قال رسُولُ الله ﷺ لا تَلَقَّوُا السِّلَعَ حتَّى يُهْبَطُ بهَا إلى الأسْواقِ]. أخرجه الخمسة إلا الترمذى . وزاد أبو داود في أوَّلهِ: [لا يَبِعْ بَعْضُكُمْ عَلى بَيْعِ بَعْضٍ، وَلا َتَلَقَّوا السِّلَعَ]. وعند النسائى «الجَلَبَ» عِوَضَ السِّلَعِ

Tirmizî ve Muvatta dışındakilerde tahric edilmiştir.

Alışverişe karşı alış veriş yapmak: Bu, iki kişi arasında akid kesinleşmiş, ancak her ikisi de aynı meclisde  ve muhayyerlik müddeti içindeler. Bu sırada bir üçüncü şahıs, benzer bir malı piyasaya daha ucuz bir fiyatla arzediyor. Veya daha kaliteli bir malı aynı fiyatla piyasaya arzederek, bitmiş olan alışverişin bozulmasına sebep oluyor. Yasak olan budur. Henüz pazarlık halinde iken mal sürme, yasağa girmez.
Malın çarşıya inmezden önce yolda karşılanmasının yasaklanması aldanmayı önlemek içindir. Çünkü eşyanın pazardaki fiyatını bilmeden satış yapan kimsenin daha ucuza satarak aldanma ihtimâli vardır. Şârihlerin belirttğine göre, câhiliye devrinde tüccarları yolda karşılayıp: “Çarşı durgun, fiyatlar düşük, mala rağbet yok” diyerek aldatıp ucuz fiyata mallarını satın almak âdetmiş. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasaklamıştır.
Bu hadise dayanan ulemadan bir çoğu (Mâlik, Evzâî, Şâfiî, Ahmed İbni Hanbel) yolda alışverişi mekruh addetmişlerdir. Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel hazretleri satıcıya muhayyerlik hakkı tanır. Ebu Hanîfe bu alışverişi mekruh addetmez ve satıcıya, pazara vardığı zaman muhayyerlik de tanımaz. Bazı alimler, pazarda fiyatların yüksek olma durumunda satıcıya muhayyerlik hakkı tanımıştır, değilse hakkı yoktur.


7. (291)- Hadis

İbnu Ömer’den gelen bir başka rivayette:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) satıcının malını övmesini ve daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasakladı” buyrulur.

وله في أخرى: [نهىٰ عنِ النَجْشِ والتَّلَقِّى، أو يَبيعُ حاضِرٌ لِبادٍ] . وفي أخرى: نَهَى عن

Bir başka rivayette de sadece “malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı” denmektedir. Buhârî, Büyû 71; Müslim, Büyû 15, (1518); Ebu Dâvud, İcâre 45 (3436); Nesâî, Büyû 18, (7, 257); İbnu Mâce, Ticârât 16, (2179).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


8. (292)- Hadis

Aynı kaynakların İbnu Abbâs (radıyallahu anh)’dan yaptıkları bir rivayette şöyle denir:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Pazara binerek (uzaktan) gelenleri yolda karşılamayın. Şehirli, köylü adına alımsatım yapmasın.”

Tâvus, İbnu Abbas (radıyallahu anh)’tan sordu: “Şehirli köylü adına alımsatım yapmasın” sözünden maksat nedir?” İbnu Abbâs: “Onun adına simsarlık yapmasın( yani ücret mukabili alımsatım işlemini yapmasın).” “

وفي أخرى لهم عن ابن عباس رضى الله عنهما قال: [قالَ رسُولُ اللهِ ﷺ لا تَلَقُّوا الرُّكْبَانَ، وَلاَ يَبِعْ حَاضِرٌ لِبَادٍ، فقال له طاوسٌ: ما قَوْلُهُ: لا َيَبِعْ حاضِرٌ لِبَادٍ؟ قال: لا َيَكُونُ لهُ سِمْسَاراً] .

Ebu Dâvud, İcâre 47, (3439).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


9. (293)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), celeb malın pazara gelmeden önce karşılanmasını yasakladı. Kim onu yolda karşılar ve satın alırsa, malın sâhibi pazara gelince muhayyerdir (satıştan vazgeçebilir).

Yukarıda kaydedilen metin Müslim, Tirmizî ve Ebu Dâvud’daki metinlerin aynısıdır.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [نَهَى رَسُولُ اللهِ ﷺ أنْ يُتَلَقَّى الجَلَبُ، فَمَنْ تَلَقَّى فاشْتَراهُ فإذَا أتَى سَيِّدُهُ السُّوقَ فَهُوَ بالخِيَارِ]. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ مسلم والترمذى وأبى داود .

Buhârî, Büyû 71; Müslim, Büyû 17, (1519); Tirmizî, Büyû 12, (1221); Nesâî, Büyû 18, (7, 257); Ebu Dâvud, Büyû 45, (3437).

Celeb Malı: Satmak maksadıyla pazara götürülen maldır. Bunun bir veya birkaç kişi tarafından yolda karşılanması bazı açıklamalarda, mal sahibinin aleyhine anlaşılmış, bazı açıklamalarda bölge ahâlisinin aleyhine anlaşılmıştır. Malın sâhibi pazara kadar gittiği takdirde ucuz fiyata da  satma ihtimali var. Böylece bölge halkı çoğunluk olarak ucuzluktan istifâde edecek demektir. Şu hâle göre pazara varmadan malın satılması mal sahibinin aleyhine olabileceği gibi, bölge ahâlisinin de aleyhine olabilmektedir. Öyle ise malın pazara kadar ulaşması gerekmektedir. (290 numaralı hadisin açıklamasına bakın.)


10. (294)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle haber verdi:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir satışta iki satışı yasakladı.”

وعنه رضى الله عنه قال: [أنّ رَسُولُ اللهِ ﷺ نَهَى عن بَيْعَتَيْنِ في بَيْعَةٍ]. أخرجه الأربعة

Burada “bir satışta iki satış” adı ile tavsif edilen yasak muamele, bazı âlimlerin açıklamasına göre iki şekilde cereyan eder:
1- Satıcı, müşteriye: “Bu elbiseyi sana peşin on bine, vâdeli on beş bine sattım, hangisiyle istersen al” demesi. Bu caiz olmaz; zira hem, fiyatta mübhemlik var, akid hangisi esas alınarak yapılacak belli değil. Hem de peşinle vâde arasındaki fiyat farkını faiz addeden görüşe göre, bu satışa faiz de bulaşmaktadır.
2- Satıcının müşteriye: “Sana kölemi satıyorum, mukabilinde sen de bana atını satacaksın” demesidir. Burada birinci satış, istikbalde vaki olması kadar olmaması da mümkün olan ikinci bir satışa bağlanmaktadır, dolayısıyla satışla hasıl olması gereken mülk istikrarsız kalmakta, kesinleşmemektedir.
Hadiste geçen “iki satış” tabiri ile  kastedilen satış tarzının ne olduğu hususunda farklı yorumlar olduğu gibi, “yasak sebebi”nin açıklamasında da farklı yorumlar vardır.
Nitekim Neylü’l-Evtâr’da kaydedildiği üzere, bazı âlimler, yukarıdaki anlayışa göre çıkarılan yasak hükmü için: “İki fiyattan birinin, tasrih edilmeden satışı kabul ettiği farzedilme” esasına dayanır. Aksi durumda, yani “peşin on bine kabul ettim” veya “vâdeli on beş bine kabul ettim” demesi halinde bu satışın câiz olduğu kabul etmişlerdir.
Yine orada belirtildiği üzere, bir malı, vâde ile satan kimse, peşin fiyatından daha fazla fiyat istediği takdirde bu ziyadeyi câiz görmeyip, faiz addedenler olduğu halde, Şafiîler, Hanefîler ve Cumhur, “Bunun cevazına hükmeden delillerin âmm oluşlarına” dayanarak, câiz olduğuna hükmetmişlerdir ve asıl olan da caiz olmasıdır.


11. (295)- Hadis

Ebu Dâvud’da gelen rivayet şöyledir:

“Bir satışta iki satış  yapan kimseye en düşük olanı (helal)dır. Aksi halde ribâdır.”

وعند أبى داود: [مَنْ بَاعَ بَيْعَتَيْنِ في بَيْعَةٍ فَلَهُ أوْ كَسُهُمَا أوِ الرِّبَا]

Ebu Dâvud, İcâre 55, (3461), Muvatta, Büyû 72, (2, 663); Nesâî, Büyû 73 (7, 395-396); Tirmizî, Büyû 18, (1231).

Bu hadis, zâhiri ile önceki hadisten farklıdır. Önceki hadis “iki satışı ihtiva eden satışın” her iksini de, tefrike yer vermeden haram kıldığı halde, bu hadis, “en ucuz” olanı caiz addetmektedir.
Bu satış tarzı, şöyle açıklanmaktadır: Bir kimse, belli bir vâde ile bir ölçek buğday mukabilinde bir dinar borçlanır. Vâde dolunca, alakcaklı, parayı ister. Borç sahibi; ikinci bir vâdeye tehirle, “Sana iki ölçek buğday vereyim” der. Burada, birinci satışa dâhil edilen ikinci bir satış araya girmiştir. İşte hadis, bunu reddetmekte ve en noksan olanın yani birincinin meşru olduğunu belirtmektedir.


12. (296)- Hadis

İmam Mâlik (radıyallahu anh)’ten anlatıldığına göre ona şu durum ulaşmıştır:

“Adamın biri diğer birisine: “Bana şu deveyi peşin parayla sat, ben de sana vâde ile satayım” der. Adam bu tarz alışveriş hakkında İbnu Ömer’e sorar. İbnu Ömer hoşlanmaz ve adamı bu işten nehyeder.”

وعن مالك: [أنّهُ بَلَغَهُ أنَّ رَجُلاً قال لِرَجُلٍ: ابْتَعْ لِى هذَا البَعِيرَ بِنَقَدٍ حَتَّى أبْتَاعَهُ مِنْكَ إلى أجَلٍ، فسألَ ابنَ عُمَرَ عن ذلك فَكَرِهَهُ وَنَهى عَنْهُ]

Muvatta, Büyû 73, (2, 663).

Burada bir satışta iki satış muamelesi mevcut olduğu için yasaklanmıştır. Peşin alım, aynı malın daha pahalı olarak vâdeli satışını da tazammun etmektedir. Böylece biri peşin, biri vâdeli olan iki satış cereyan etmiş olmaktadır. Ayrıca bu satışta, henüz mâlik olunmayan şeyin satışı da söz konusudur. Zira müşteri henüz eline geçmeden deveyi satmış olmakta ve sanki peşin parayla satın aldığı malı veresiye satmış olmakla, vâde sebebiyle ilâve ettiği ziyadeyi müşteriye borç kılmaktadır. Bütün bunlar satışın cevazına mâni durumlardır.


13. (297)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığı üzere

Hz. peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Birinizin satışı üzerine başkanız satış yapmasın.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما أنّ رسُولَ اللهِ ﷺ قال: [لا يَبِعْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَيْعِ بَعْضٍ]. أخرجه الستة، زاد مسلم وأبو داود والنسائى: ولا يَخْطُبْ علَى خِطْبَةِ أخِيهِ إلاّ أنْ يأذَنَ لَهُ .

Buhârî, Büyû 58, 64, 70, 71, Şurût 8, Nikâh 45; Müslim, Nikah 49, (1412), Büyû 7, 8, 11, (1412), Birr 29, (2563), 32 (2564); Ebu Dâvud, Nikah 17, (2080), Büyû 45, (3436), 48 (3443); Tirmizî, Nikah 38 (1134), Büyû 57, (1292); Nesâî, Nikâh 20, 21 (6, 72-73-74), Büyû 17, 20, 21, (7, 258); İbnu Mâce, Ticârât 13, (2171); Muvatta, Büyû 95, 96, (2, 683).

“Birinin satışı  üzerine satış yapma” tarzının ne olduğu daha önce 290 numaralı hadiste geçti.


14. (298)- Hadis

Nesâî’de gelen bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur:

“Kişi, kardeşi, satın alma işini kesinliğe kavuşturuncaya veya, tamamen vazgeçinceye kadar araya girip alışverişte bulunmasın.”

وفي أخرى للنسائى [لاَ يَبِيعُ الرجلُ على بَيْعِ أخِيهِ حتَّى يَبْتَاعَ أوْ يَذَرَ]

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


15. (299)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şehirlinin köylü adına alışveriş yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat vererek fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alışveriş muamelesi kesinlik kazanıp

Bir başka rivayette “…Kardeşinin satışı (kesinleşmeden araya girip fiyatını) artırmasın” şeklindedir.

Bir başka rivayette: “…Kişi kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın.” (Müslim, Büyu 9).

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [نَهَى رسُولُ اللهِ ﷺ أنْ يَبِيعَ حاضِرٌ لِبَادٍ، ولا تَنَاجَشُوا، ولاَ يَبعِ الرَّجُلُ عَلى بَيْعِ أخِيهِ، ولاَ يَخْطُبْ علَى خِطْبَةِ أخِيهِ، ولا تَسْألِ المرْأةُ طلاقَ أُخْتِهَا لِتَكْفَأَ مَا في إنَائِهَا]. أخرجه الستة .

وفي أخرى: [ولا يَزِيدَنَّ عَلى بَيْعِ أخيهِ]

وفي أخرى: [ولا يَسِمِ الرَّجُلُ على سوْمِ أخيهِ]

tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alışverişe girişmesini, bir kız istetilmiş iken ona tâlib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak için- kocasına onu boşamasını taleb etmesini yasakladı.” Buhârî, Büyû 58, 70, 71, Şurut 8, 11; Müslim, Nikâh 38, 39, 51, 52, (1408-1413)- Büyû 12, (1515); Tirmizî, Talâk 14, (1190); Nesâî, Nikâh 20, (6,71), Büyû 19, 21, (7, 258-259); Ebu Dâvud, Nikâh 2, (2176), 18, (2080); Muvatta, Büyû 45, (2, 683).

Hadisin son kısmı hâriç diğer hükümler daha önce açıklandı. Son kısımda, bir kadının evlenmek istediği evli bir erkeğe giderek, hanımını boşamayı talebetmesi yasaklanmaktadır. Hadiste “kız kardeşi” tabiriyle sadece öz kardeşi veya din kardeşleri kastedilmiyor. Şârihler, kâfire bile olsa bütün kadınların buna dâhil olduğunu belirtirler.


16. (300)- Hadis

Ebu Dâvud’dan gelen bir başka rivayette şöye denmiştir: “Deve ve davarın sütünü memesinde bekletmeyin. Kim böyle (memede sütü bekletilmiş) bir hayvanı satın alırsa, sağdıktan sonra muhayyerdir: Memnun kalırsa hayvanı alıkor, memnun kalmazsa hayvanı iâde eder ve (sağdığı süte karşılık olmak üzere) bir sâ hurma verir.”

وفي أخرى لأبِى داود: [وَلاَ تَصُرُّوا الإبِلِ والْغَنَمَ فَمَنِ ابْتَاعهَا بَعْدَ ذلكَ فَهُوَ بِخَيْرِ النَّظَرَيْنِ بَعْدَ أنْ يَحْلُبَهَا، فإنْ رَضِيَها أمْسَكَهَا، وَإنْ سَخِطَها رَدَّهَا وصَاعاً مِنْ تَمْرٍ]

Ebu Dâvud, Büyû 48 (3493). Bu mevzu 264-268. hadislerde açıklandı.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


17. (301)- Hadis

İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Pazara gitmekte olan malı önceden karşılamayın. Hayvanların sütünü  memelerinde (günlence bekleterek) biriktirmeyin. Bir birinize karşı (müşteriyi kızıştırmak için alıcı olmadığınız halde, yüksek fiyat vererek) malın değerini artırmayın.”

وعن ابن عباس رضى الله عنهما قال: قال رَسُولُ اللهِ ﷺ: [لا تَسْتَقْبِلُوا السُّوقَ، وَلا َتُحَفِّلُوا، وَلاَ يَنْفُقْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ]. أخرجه الترمذى وصححه

Tirmizî, Büyû 41 (1268). Tirmizi hadisin sahîh olduğunu belirtti. Bu hadisin izahı 264, 269 ve 290 numaralı hadislerde geçti.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


18. (302)- Hadis

Abdullah İbnu Amri’bni’l-Âs (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Hem veresiye hem satış helâl olmaz. Bir satışta iki şart da helâl değildir. Zimmette olmayanın kârı yoktur. Yanında bulunmayan malın satışı yoktur.”

وعن عبدالله بن عمرو بن العاص رضى الله عنهما قال: قال رسُولُ اللهِ ﷺ: [لاَ يَحِلُّ سَلَفٌ وَبَيْعٌ، وَلاَ شَرْطانِ في بَيْعٍ، وَلاَ رِبْحُ مَا لَمْ يَضْمَنْ، ولاَ تَبِعْ مَا لَيْسَ عِنْدَكَ]. أخرجه أصحاب السنن وصححه الترمذى

Ebu Dâvud, Büyû 70, (3503); Tirmizî, Büyû 19, (1234); Nesâî, Büyû 60, 71, 72 (7, 288, 295); İbnu Mâce, Ticârât 20, (2188). Tirmizî, hadisin sahih olduğunu söyledi.

Hadiste geçen birkaç tâbir ayrı ayrı açıklanmaya muhtaç.
1- Hem veresiye hem satış şöyle olur: Kişi, bir malı, veresiye olduğu için normal fiyatından yüksek almak istiyor. Ancak nazarında bu caiz olmadığı için şöyle bir hileye başvuruyor: Malın bedelini satıcıdan borç alıyor ve satıcıya, malın bedeli olarak peşin veriyor.
2- “İki şart” tabiri farklı tefsirlere yol açmıştır: Bazıları: “Bu, kişinin bir mal için; “Peşin olunca şu fiyata, veresiye olunca şu fiyata satıyorum” demesidir” demiştir. Bazıları: “Bu satıcının müşteriye “Bu malı satmayacaksın, hibe etmeyeceksin” şartını koşmasıdır” demiştir. Bazıları da; “Satıcının “falanca malı bana şu fiyata satman şartıyla bu malı sana satıyorum” demesidir” demişlerdir.
3- “Zimmette olmayanın kârı yoktur” ifâdesi ile: “Mâlik olmadığın mal, yani gasbedilmiş mal kastediliyor, zîra, böyle bir mal gasbedenin  mülkü değildir. Bu çeşit bir malı satarak kâr etse bu ona haramdır” denmiştir. Bu tâbiri şöyle de izah etmişlerdir: “Zimmette olmayan mal, satın alınıp da henüz kabzedilmeyen maldır. Zira henüz kabzetmediği mal müşterinin zimmetinde değildir. Sözgelimi mal kabızdan önce telef olsa, satıcının malından telef olur.”
4- Yanında bulunmayan mal’la, satış ânında satıcının yanında bulunmayan mal kastedilmiştir. Bu yasaklanmıştır, çünkü aldatma vardır. Kaçmış kölenin, bağından boşanıp giden devenin satışı gibi; kişinin zimmetinde olmayan mallar da buraya girer: Satın aldığı birşeyi daha kabzetmeden satması gibi, keza kişinin bir başkasının malını, mal sâhibinin rızasına tâlik ederek satması da buraya girer. Bu mal ne yanındadır, ne de mülküdür. Mal sâhibinin râzı olup olmayacağı ise meçhuldur. Bu sebeple Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hepsini yasaklamıştır.


19. (303)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) miktarı bilinmeyen kuru hurma yığınını, miktarı belli kuru hurma ile satmayı yasakladı.

وعن جابر رضى الله عنه قال: [نَهى رسُولُ اللهِ ﷺ عن بَيْعِ الصُّبْرَةِ مِنَ التَّمْرِ لاَ تُعْلَمُ مَكيلَتُهَا بالكَيْلِ المُسَمَّى مِنَ التَّمْرِ]. أخرجه مسلم والنسائى

Müslim, Büyû 42, (1530); Nesâî, Büyû 37, 38, (2, 269, 270).

Aynı cinsten iki şey misli misline değiştirilebilir. Biri fazla olduğu takdirde bu riba muamelesine girer ve haramdır. Hadislerde sarih olarak hurmanın bu çeşit alımsatımı haram kılınmıştır. Miktarı belli olmayanla miktarı belli olanın alımsatımında belli olmayanın daha çok olduğuna hükmedilir. Böylece eşitlik ortadan kalkar, dolayısıyla bu alışveriş muâmelesi ribaya girer.


20. (304)- Hadis

Nesâî’nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir:

“Yiyecek yığını, yiyecek yığını mukabilinde satılmaz. Yiyecek yığını, miktarı belli yiyecek mukabilinde satılmaz.”

وفي أخرى للنسائى [لا تُبَاعُ الصُّبْرَةُ مِنَ الطعامِ بِالصُّبْرَةِ مِنَ الطَّعامِ، وَلاَ الصُّبْرَةُ مِنَ الطَّعَامِ بِالكَيْلِ المُسَمَّىٰ مِنَ الطَّعَامِ]

Yukarıda geçti.


21. (305)- Hadis

Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim, diyordu ki: “Kim çocuğuyla annesi arasını ayırırsa kıyamet günü Allah (celle celâluhu) sevdikleriyle onun arasını ayırır.”

وعن أبى أيُّوبَ رضى الله عنه قال: [سَمِعْتُ رسُولَ اللهِ ﷺ يَقُولُ: مَنْ فَرَّقَ بينَ والِدَةٍ وَوَلَدِهَا فرَّقَ اللهُ بَينَهُ وبينَ أحِبَّتِهِ يومَ القِيامَةِ]. أخرجه الترمذى

Tirmizî, Büyû 52, (1283), Siyer 17, (1566).

Bu yasak cariyelerle ilgilidir. Cariyeyi birine, çocuğunu bir başkasına satarak, anne ile çocuğunu ayırmayı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamıştır. Müteâkib hadislerde görüleceği üzere bunun başka örnekleri de mevcuttur. Bu çeşit yasakların, çocuğun terbiyesini ilgilendiren mülahazalardan kaynaklandığı 307 numaralı hadisin sonuna koyacağımız açıklamadan anlaşılacaktır.


22. (306)- Hadis

Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin anlattığına göre,

“(Satış sebebiyle cariye bir) anne ile çocuğunun arasını ayırmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasakladı ve satışı bozdu.”

وعن عليّ رضى الله عنه قال: [أنّهُ فرّق بَيْنَ وَالِدَةٍ وَوَلَدِهَا فَنَهاهُ رسُولُ اللهِ ﷺ عن ذلكَ، وردَّ البَيْعَ]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvud, Büyû, Cihad 133, (2696); İbnu Mâce, Ticârât 46, (2249).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


23. (307)- Hadis

Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)  bana, kardeş iki köle hediye etti. Bunlardan birini sattım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara sordu: “Köleler ne yapıyorlar?” Ben durumu söyledim. Bunun üzerine bana: “Satışı boz, satışı boz” buyurdu.”

وعن علي رضى الله عنه قال: [وَهَبَ لِى رسُولُ اللهِ ﷺ غُلامَيْنِ أخَوَيْنِ، فَبِعْتُ أحَدَهُمَا. فقال لِى رسُولُ اللهِ ﷺ: مَا فَعَلَ غُلامَاكَ؟ فأخْبَرْتُهُ فقال لِى: لِى رُدَّهُ رُدَّهُ]. أخرجه الترمذى

Tirmizî, Büyû 52, (1284); İbnu Mâce 46, (2249).

Son üç rivayette, gerek anne ile evladın ve gerekse kardeşlerin aralarının açılması ile ilgili yasak daha ziyade terbiyevî mülâhazalarla konulmuştur. Çünkü çocuğun terbiyesinde annenin varlığı ve ailevî ortam son derece ehemmiyetli bir husustur. Dinimizin terbiyeye atfettiği ehemmiyetin sonucu olarak, terbiye açısından mühim olan anne ve âile unsurları bir kısım kesin tedbirlerle korunma altına alınmıştır. Yukarıdaki rivayetlerde bunu görmek mümkündür.
Biz burada yeri gelmişken, esasını yukarıdaki rivayetlerden alan, İslâm’ın hidâne ile alâkalı teşriatını birazcık açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.
HİDÂNE NEDİR, BU HAK KİMEDİR?
Hidâne, fukahanın târifine göre “Kız veya erkek çocukların veya  kendi işlerinde müstakil olmayan gayr-i mümeyyiz mâtuhların muhafazasına bakmak, onların menfaatlerini mûcip hususları deruhte etmek, ezâ ve zarar verecek şeylerden korumak, hayatın icabâtını hakkı ile göğüsleyebilmeleri için bedenî, rûhî ve aklî terbiyeleri ile meşgul olmak ve mesûliyetlerini duyurmaktır.” Bu devre normal olarak, erkeklerde 7-9, kızlarda 9-11 yaşları arasıdır. Çocuk, yemede, içmede, giyinmede, taharet ve yıkanmada kadına müstağnî duruma gelince bu devre sona erer. Kız çocuğu için, hayız yaşına gelince sona erer.
Çocuğun yetişmesinde birinci derecede muhtaç olduğu şey şefkat olması hasebiyle anne ve babanın boşanmaları veya bunlardan birinin veya her ikisinin de ölümleri hâlinde çocuğa bakmaya kimin daha çok layık ve hak sâhibi olduğu meselesi mühim bir husustur. Normal olarak annenin bu işe daha layık olduğu kabul edile gelmiştir. Çocuk Hakları Beyannamesi’nin 6. maddesinde de: “küçük çocuk istisnâî durumlar dışında, anasından ayrılmamalıdır” denmektedir.
Sünnet de annenin babaya nazaran daha şefkatli olduğunu ifade eder. Bu sebeple henüz büluğ çağına ermeyen bir çocuğun annesinden ayrılmaması, bir esâs olarak vazedilmiştir. “Allah anne ile çocuğunun arasını açanı kıyamet günü sevdiklerinden ayrı tutar.” Hatta anne köle bile olsa satış sonucu ikisinin ayrılması yasaklanmıştır. Câfer İbnu Muhammed babasından şunu nakleder: “Hz. Peygamber’e esirler getirildiği zaman onları saf hâline koyar, sonra karşılarına geçip bakardı. Eğer ağlayan bir kadın görürse niye ağladığını sorardı. Kadın çocuğunun satıldığını söyleyecek olursa (akit bozulur) çocuğu kendisine iâde edilirdi.” Râvî buna bir de Ebû Üseyd essa’ıdî ile ilgili bir misâl verir.
Ebû Dâvud’un bir tahricinde, Hz. Ali’nin satış sonucu köle anne ile çocuğunu ayırdığını, fakat durumundan haberdâr olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bunu yasaklayarak satış aktini iptal ettiğini öğreniyoruz. Bu hususa gereken titizliği Hz. Ömer de göstermiş, civardaki sorumlulara mektuplar yazarak uyarmalarda bulunmuştur. Abdullah İbnu Ferrûh babasından şunu nakleder: “Ömer İbnu’l-Hattab bize: “Ne kardeşlerin, ne de anne ve evladlarının arasını satışla açmayın”diye yazdı.” Kaynağımız, Hz. Ömer’in aynı muhtevada Nâfi İbnu Abdi’l-Hâris’e de yazdığını kaydeder.
Münâvî, “satış, hibe vs. yollarla anne ile evladın arasını açmanın; Şâfiî, Ebû Hanîfe ve Mâlik nezdinde şiddetli haram olduğunu, ancak Şâfiî’nin “temyiz yaşından önce”, Ebû Hanîfe’nin de “Büluğ yaşından önce” şartını koştuklarını” kaydeder.
Bu husustaki yasak sâdece anne ile evlâdın değil, baba ile evladın ve kardeşlerin arasının açılmasına da şâmildir. Ancak anne hususu, te’kîdle ifâde edilmiştir. Nitekim Saîd İbnu Mansur’un bir tahricinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayrı ayrı satılan iki kız kardeşin satış aktini iptâl etmiştir.
Çocuğu annenin terbiyesi bir esâs olmakla berâber, boşanma hâlinde çocuğa sâhib olma husûsunda anne ile baba arasındaki ihtilaf, kezâ çeşitli durumlarda anne ile amca, baba ile anne-annesi vs. arasında çıkacak ihtilâflar, karşımıza farklı meseleler ve çözüm yolları çıkarmaktadır. Bu hûsusta sünnette çeşitli misâllere rastlamaktayız.
1- Çocuk temyiz yaşından küçükse; tekrâr evlenmedikçe anne ehaktır:
Abdullah İbnu Amr’ın rivayetinde; bir kadın gelerek: “Yâ Rasûlallâh, ben şu oğlumu karnımda taşıdım, göğsümden emdirdim, kucağımda korudum. Şimdi babası beni boşadı ve bunu elimden almak istiyor” der. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Evlenmediğin müddetçe çocuk senin hakkın” cevabını verir. Kezâ Hz. Ebû Bekir de, Hz. Ömer’in boşamış olduğu karısından doğan oğlu Âsım için: “Annesi evlenmediği müddetçe oğluna daha lâyıktır. Zira o (anne), daha şefkatli, daha  lütûfkâr, daha merhametli, çocuğa da düşkün, daha re’fet sâhibidir” demiştir.
Annenin şefkatine muhtâc olduğu devrede, hidâne işinin anneye terettüp edeceği hususunda âlimler ittifak etmiş durumdadır. Fakihler hidâne meselesinde çocuğun anneye âit olduğu devreyi: “Çocuğun; yeme, içme ve istincâ işlerinde annesine muhtaç olmaktan çıktığı, bu işleri kendi kendine yapmaya başladığı zaman” olarak tavsif ve tahdid ederler ve bunun 7-8 yaşlarına tekâbül ettiğini söylerler, ayrıca, kız çocuklarının hayız oluncaya kadar anneye muhtaç olduklarını belirtirler.
2- Çocuk temyiz yaşında ise: Muhayyerlik.
Boşanma durumunda çocuk hususunda ihtilâfa düşen bir anne ile baba Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e mürâcaat ederler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ikisini yan yana oturtup “Ey çocuk işte baban, işte annen hangisini istersen ona git” der, ikisinden birini seçmeyi çocuğa bırakır.
İbnu Abbas’ın rivayetinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’in oğlu Âsım’ın annesine hükmederken: “O, büyüyüp kendisi için seçinceye kadar annesinin kokusu, harâreti ve yatağı, ona senden daha hayırlıdır” dediğini ve Hz. Ömer’in hiç bir itirazî kelâmda bulunmadığını, Ammâretu’bnu Rabî’a’nın rivayetinde ise yine amca ile anne arasında çocuğun (ki 7 veyâ 8 yaşındadır) Hz. Ali tarafından muhayyer bırakıldığını, küçük kardeşi için de Hz. Ali’nin: “Bu da aynı yaşa gelseydi onu da muhayyer bırakırdım” dediğini, Abdurrahman İbnu Ganem’in rivayetinde ise henüz konuşma safhasında olmayan bir çocuk için Hz. Ömer’in: “Lisanı açılıp kendisi seçecek yaşa gelinceye kadar annesi ile berâberdir” hükmünü verdiğini görmekteyiz. Bütün bu misâller küçük çocuğun  behemahal annesinin emânetinde olacağı, temyiz ve konuşma hâlinde tahyir (yâni muhayyer bırakılma) meselesinin araya gireceği hükmünü ifade ederler.
Ancak şunu belirtmek gerekiyor: Temyiz yaşına ulaşan bir çocuğun tahyîri (anne, baba, asabe veya zevi’l-erhâm’dan birini seçmede serbest bırkılması) bir kısım fukaha nazarında ihtilaf konusu olmuştur. Ahmed ve İshâk: “Anne ve baba arasında ihtilâf vâki olunca, yedi yaşındaki çocuk muhayyer bırakılır, daha da küçükse anne ehaktır” demiştir. Tahyîre taraftar olanlara karşı olanlar arasında mutavassıt ve her iki tarafa da hak verir bir görüşe sâhip olan Şureyh: “baba ehak, anne erfak (daha şefkatli)” der ve kendisine babaları ölmüş bir grup siyah çocuk getirildikte: “Muhayyer bırakın, istedikleriyle beraber olsunlar” hükmünü verir. İmam Şâfiî de tahyîri iltizam eder.
3- Tahyiri kabûl etmeyen Hanefî görüşü savunan Tahâvî, Ebû Hüreyre’den gelen ve böyle bir ihtilafı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in “aranızda kur’a çekin” teklifine babanın itiraz etmesi üzerine çocuğun ihtiyarına mürâcaat ettiğine dair olan rivayete dayanarak çocuğun muhayyer bırakılmasının “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bir kazâsı olmadığı” hükmünü çıkarır ve Kûfeliler’in ekserîsinin de buna kâil olduğunu belirtir. Hükmüne sünnetten başka misâller de getirerek Hamza’nın kızıyla ilgili hadiste de asebeden birini seçmede çocuğun serbest bırakılmayışını, karısı Müslüman olmayan kocanın dâvasında, karıyla kocanın, “çocuğun muhayyer bırakılması” teklifini kabul etmelerinden sonra tahyire tevessül edildiğini bildiren Abdülhamîd İbnu Selemeti’l-Ensarî ve Râfi İbnu Sinan’dan gelen rivayetleri de delil olarak zikreder. Hanefî fukahasından el-Kâsânî “Oğlan çocuğu temyîz yaşına ulaşıp yeme, içme, giyinme gibi işlerinde istiğnâya ulaşsa bile yine de annesine değil, babasına teslimi gerektiğini, zira alması gereken erkeklere âit ahlâk ve âdabı babasından alabileceğini, annesine verildiği takdirde kadınlara âit ahlâk ve âdabı alarak kadınlaşacağını kaydeder. Bu mahzur kız çocuğu için söz konusu olmayacağından başka, kadınlığa ait terbiyeyi alması için annesine teslim edileceğini de ayrıca ilâve eder.
Çocuğun tahyirine karşı çıkan Hanefî görüş bir de şu mülâhazayı ileri sürer: “Çocuğun seçmeye bırakılmasında hikmet yoktur. Çünkü ona hevâsı galebe çaldığı için hazır lezzet nerede varsa oraya meyleder. Bu ise tembellik, havaîlik, mektep ve terbiye-i nefisten kaçmakta, dinî bilgileri alma zahmetine girmemektedir. Binnetîce ebeveynden en kötüsünü seçer. O da kendisini ihmâl eden, terbiyesi için titiz davranmayandır.” Ayrıca tahyire kâil olanların dayandıkları hadiste mevzubahis olan çocuğun büluğ yaşına ulaştığını da göstererek tahyîrin ancak büluğdan sonra câiz olduğunu söylerler.
Esasen temyiz yaşına basmış çocuğun terbiyesinde babanın ehemmiyetini de gözden uzak tutmak istemeyen tahyîr taraftarları: “Eğer çocuk anneyi seçmişse, sırf buna dayanarak onu ihmâli gerekmez, te’dib ve tâlimleriyle ister bizzat, ister bil vâsıta ilgilenir, ihtiyaçlarını te’min eder” demektedirler.
Son olarak şunu da belirtelim ki tahyire kâil olanlar, bunu tarafeynin hidâne şartlarını (İslâm, hürriyet, akl, adâlet, aynı yerde ikamet gibi) eşit olarak ihraz etmeleri hâlinde câiz görürler. Bir taraf bu vasıtalardan birini kaybederse hidâne hakkını da kaybeder. Çocuğun hangi hususlarda ebeveynden birine tâbi olacağı meselesinde umumî kaide şudur: “Hürlük veya kölelikte anneye, neseb ve tesmiyede babaya, dinde ise, en hayırlı olana tâbi olur.”
4- Anne tarafının baba tarafına takdimi: Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin rivayetine göre umre yapıldıktan sonra Mekke’den ayrılırken Hz. Hamza’nın kızı, “amca, amca!” diyerek peşlerine düşer. (İbnu Abbas’ın rivayetinde, kendisini götürmeleri için ayrı ayrı görmüş olduğu) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Zeyd İbnu Hârise ve Ca’fer, Kureyş ile yapılan anlaşmaya uyarak talebe müsbet cevap vermezler. Hz. Ali elinden tutar ve yeğenine sâhip çıkar. Ancak Hz. Ca’fer: “Onu ben alacağım, amcamın kızıdır, üstelik teyzesi de nikâhım altındadır, teyze anne gibidir, onu almakta ben daha çok hak sâhibiyim” der. Ali de: “Hayır ben daha çok hak sâhibiyim, zira amcamın kızıdır ve yanımda da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın kızı vardır, o bana ehaktır” der. Hz. Zeyd de: “Ben daha ziyade hak sahibiyim, kardeşimin kızıdır…” der. Aralarında nizâ ederler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)  çıkar ve Ca’fer lehine hükmederek: “Böylece teyzesinin yanında olur, teyze anne demektir” der.
Çeşitli vecihleri muvacehesinde farklı mülâhazalara, yorumlara sebep olan bu hâdiseden, “Hidâne meselesinde teyzenin halaya mukaddem olduğu (….), anne cihetinden gelen akrabaların, baba cihetinden gelen akrabalara takdim edileceği hükmü çıkarılmıştır.
Hidâne husûsunda teyzenin takdim edileceğini te’yid eden başka rivayetlere de rastlanır. Keza Ebû’l-Velîd gelen rivayette, anne ile amca arasında çıkan bir ihtilafta Hz. Ömer’in çocuğa: “Annenin darlığı amcanın bolluğundan senin için daha hayırlıdır” demiştir.
Hidâne için İslâm, akl, büluğ, (terbiyye) kudret, emânet (fâsık olmamak), hürriyet, evlenmemiş olmak gibi şartlar koşan fukaha bu hususta, sünnette vâki olan -ki kısmen yukarıda zikrettik- ahbârı nazar-ı itibara alarak, hidâyene ehak olanları sırayla şöyle tesbit etmiştir:
1. Anne.
2- Annenin annesi.
3- Babanın annesi.
4- Ana baba bir kız kardeş.
5- Anne bir kız kardeş.
6- Baba bir kız kardeş.
7- Ana baba bir kız kardeşin kızı.
8- Anne bir kız kardeşin kızı.
9- Anne baba bir teyze.
10- Anne bir teyze.
11- Baba bir teyze.
12- Baba bir kız kardeşin kızı.
13- Anne baba bir erkek kardeşin kızı.
14- Anne bir erkek kardeşin kızı.
15- Baba bir erkek kardeşin kızı.
16- Anne baba bir hala.
17- Anne bir hala.
18- Baba bir hala.
19- Annenin teyzesi.
20- Babanın teyzesi.
21- Annenin halası.
22- Babanın halası.
Her durumda anne baba bir olanlar takdim edilir. Bu mehârim arasında çocuk için kadın akraba yoksa veya olmakla beraber hidâne için ehil değilse, hidâne irsteki tertibe göre erkek tarafı mehâriminden olan asebâta intikâl eder.
Eğer ricâl-i mehâriminden gelen asabe arasında kimse bulunmaz veya bulunmasına rağmen hidâne için ehil olmazsa, hidâne hakkı asabeden olmayan erkek mehârime intikal eder. Hidâne hususunda böyle bir tertib ortaya konmuştur. Zîra çocuğun hidânesi, ihmâli imkânsız bir keyfiyettir. Bu işe en elyak olanı da akrabasıdır. Akrabanın da biri diğerinden evlâdır. Çocuğa bakacak hiçbir akraba bulunmazsa çocuğun hidânesi için uygun olanı tâyin etme vazifesi hâkime terettüp eder.


RİBÂ (FÂİZ) HAKKINDA – DÖRDÜNCÜ BAB

RİBÂNIN ZEMMİNE DAİRDİR – BİRİNCİ FASIL

1. (308)- Hadis

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti.”

Ebu Davud ve Tirmizî’nin rivayetlerinde şu ziyade vardır: “(Fâiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da…”

عن ابن مسعود رضى الله عنه قال: [لَعَنَ رسُولُ اللهِ ﷺ آكِلَ الرِّبَا وَمُوكِلهُ]. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى، وزاد الأخيران: وشَاهِدَيْهِ وَكاتِبَهُ

Müslim, Müsâkât 25, (1579); Ebu Dâvud, Büyû 4, (3333); Tirmizî, Büyû 2, (1206); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2277).

Ribâ lügat olarak ziyade, artma demektir. Istılahta ribâ, bir cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılıksız ziyadedir. Dilimizde buna fâiz de denir. Ribâ muâmelesi dinimizin şiddetli yasaklarındandır, büyük günahlara girer. Dinimiz şüpheli şeylerden kaçınmayı mendub addettiği halde faiz şüphesi olan şeylerden kaçmayı vâcib kılmıştır.
Hadiste, ribâ muamelesine bulaşan herkes ilâhî tehdide maruz kılınmıştır. Sadece almak veya vermek değil, bu muâmeleye kâtiplik, şâhidlik yapmak da yasaklanmaktadır. Hanefîler’den İmam-ı Âzam’la İmam Muhammed’e göre, dâr-ı harpte yaşayan bir harbî yani gayr-ı müslim ile, Müslüman arasında ribâ muâmelesi câizdir. Kumar da böyledir. Yalnız bir şartla ki; o da Müslüman’ın kazanmasının garanti olması lâzım. İmam Ebu Yusuf ise bunu kabûl etmez.
Hadisten, batıla yardımın haram olduğu hükmü de çıkarılmıştır.


2. (309)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak.”

Bir rivayette “…tozu ulaşacak” denir.

وعن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [قالَ رسُولُ اللهِ ﷺ: لَيَأتِيَنَّ على الناسِ زَمانٌ لا يَبْقَى أحَدٌ إلاَّ أكَلَ الرِّبَا، فَمَنْ لَمْ يَأكُلْهُ أصَابَهُ مِنْ بُخَارِهِ]. وفي رواية: مِنْ غُبَارِهِ. أخرجه أبو داود والنسائى

Ebu Dâvud, Büyû 3, (3331); Nesâî, Büyû 2, (7, 243); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2278).

Ribâ’dan buharın ulaşması, ribâ muâmelesine şâhidlik, kâtiplik yapmak veya ribâ yoluyla elde edilen kazançtan verilen ziyafetten yemek, böyle bir kazançla satın alınan  hediyeyi kabul etmek.. gibi değişik şekillerde olabileceği belirtilmiştir. Bu durumda, Aliyyu’l-Kâri’ye göre, hadis şu mânayı ifade eder: “Öyle bir zaman olacak ki, bu devrede kişi, bilfarz, hakikî fâizden kaçınsa bile, dolaylı şekilde gelecek fâiz bulaşmalarından kendini kurtaramayacaktır.”
Bu hadis nokta-i nazarından, muâmelâtının esası fâize dayanan banka dâhil, bütün benzer müesseseler mevzuunda mümin Müslümanlar’ın dikkatli olmaları gerekir. Şu veya bu mülâhaza ve gerekçelerle, bulaşmak zorunda kalınan veya bulaşmak zorunda kalındığı zanniyle bulaşma şıkkı tercih edilen “fâiz”li muamelelere, hiçbir surette kesin bir ifade ile “fâiz değildir” veya “câizdir” diye fetva vermemek gerekir. Fetva, büyük mesûliyet işidir. Dâima ihtiyat şıkkını tercih etmek  en muvafıkıdır. Daha öcne de temas ettiğimiz, İslâm ulemasının ittifakla  benimsediği umumî bir prensip mevcuttur: “Bir meselede helâl ve haram ihtimali beraberce var ve fakat birini tercihe karine yok ise, ihtiyaten haram olma şıkkı esas alınır. Yani şüpheli şeylerden kaçmak esastır. Binâenaleyh, fâiz şüphesi olan muamelelerin “fâiz olduğunu” esas alıp, kaçınmaya çalışmalı, kaçınamıyor isek tevbe ve istiğfarı elden bırakmamalıyız. Her hâl u kârda “haram değil” diye fetva vermekten zinhar kaçınmalıyız, bu ebedî hayatımızı mahvedecek bir hata olur.
Bütün ihtilallerin, ictimâî fesadların, huzursuzlukların, ahlâksızlıkların temelinde “sen çalış ben yiyeyim” düşüncesinin yattığını, bunu da ribânın besledğini söyleyen Bediüzzaman, muâmelâtının esası fâiz olan bankalar için şunu söyler:
“Ribâ atalet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribânın kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise (yani faydası), beşerin en fena kısmınadır; onlar da gâvurlardır. Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır: Onlar da zâlimler. Her dem zâlimlerdeki nef’i (faydası, zâlimlerin) en fena kısmınadır: Onlar da sefihlerdir. Âlem-i İslâm’a bir zararı mutlaktır..”, “Kur’an’ın adâleti bâb-ı âlemde durup ribâya der: “Yasaktır! Hakkın yoktur; dönmeli!”, Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Müdhişini yemeden bu emri dinlemeli.”
Kur’ân’ın yasakladığı ribâ şüphesi olan muamelelere, fetva vermemenin meşrûiyeti hususunda münâkaşayı devam ettirmenin şu dünyevî faydası da gözden ırak tutulmamalıdır: Bu meselede vicdanen huzursuz olan mü’min, vicdanını huzura kavuşturacak müessese arayacak, nazariyat geliştirecek, maddî teşebbüste bulunacak, bu vâdide öncülük edenleri destekleyecektir. Bir kelime ile İslâmî tarzın arayışını devam ettirecektir. Karşısına çıkan iki müesseseden ribâ endişesi daha az olan öbürünü tercih edecektir. Allah’a binler hamd, mü’minler fâiz mevzuunda bugüne kadar ihtiyat tavırlarını koruyabilmişler ve son zamanlarda kâr ve zarar ortaklığına dayanan yeni banka modellerinin fiiliyata geçmesine zemin hazırlamışlardır.
Bu çeşit müesseselerin daha da gelişeceğini ümitle bekleyebiliriz.


3. (310)- Hadis

Amr İbnu’l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i Veda Haccı sırasında dinledim, şöyle diyordu: “Haberiniz olsun, câhiliye  devrindeki bütün ribâlar kaldırılmıştır, ödenmeyecektir. Sadece verdiğiniz ana parayı alacaksınız. Böylece ne zulmetmiş olacaksınız ne de zulme uğramış olacaksınız. Haberiniz olsun cahiliye devrindeki bütün kan dâvaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası da el-Hâris İbnu Abdilmuttalib’in kan dâvasıdır. Bu kimse, Benû Leys’te süt anadaydı. Hüzeyl onu öldürmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Yârabbi tebliğ ettim mi? dedi. Cemaat: Evet tebliğ ettin dediler ve üç kere tekrarladılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Ya Rabbi şahid ol! dedi ve üç kere tekrar etti.”

Hattâbî der ki: “Ebu Davûd, hadisi şu şekilde, yani “Haris İbnu Abdilmuttalib’in kan dâvası…” diye rivayet etmiştir. Halbuki diğer kitaplarda: Rebî’a İbnu’l-Haris İbni Abdilmuttalib’in kan dâvası şeklinde rivayet edilmiştir.

وعن عمرو بن الأحوص رضى الله عنه قال: [سَمِعْتُ رسولَ اللهِ ﷺ يقولُ في حَجَّةِ الَوداعِ: ألاَ إنَّ كُلَّ رِباً منَ رِبَا الجاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ. لَكُمْ رُؤُسُ أمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ. ألاَ وإنَّ كلَّ دمٍ منْ دِمَاءِ الجاهليةِ مَوْضُوعٌ، وأوَّلُ دَمٍ أضَعُهُ دَمُ الحارِثِ بنِ عبدِ المُطَّلِبِ، وكان مُسْتَرْضَعاً في بَنِى لَيْثٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ: اللَّهُمَّ قدْ بَلّغْتُ. قالوا: نَعَمْ ثلاثَ مراتٍ. قال: اللَّهُمَّ اشْهَدْ ثلاثَ مراتٍ]. أخرجه أبو داود. قال الخطابى: هكذا رواه أبو داود. دَمُ الحَارِثِ ابنِ عبدِالمُطّلِب: وَإنما

هُوَ دَمُ رَبِيعَةَ بنِ الحَارِثِ بنِ عبدِالمُطَّلِبِ في سَائِرِ الرواياتِ

Ebu Dâvud, Büyû 5, (3334).

Bu hadis Veda Haccı ile ilgili olarak diğer bazı hadis kitaplarında da rivayet edilmiştir: (Müslim, Hac 147; Tirmizî, Tefsir, Tevbe 2; İbnu Mâce, Menâsik (76, 84). Burada öldürülen Rebî’a olmayıp İbnu Rebî’ İbni’l-Hâris İbni Abdilmuttalib’tir. Küçük yaşta evlerin arasında emeklerken, Benî Sa’d’la Beni Leys İbnu Bekr arasında cereyaneden bir savaş sırasında atılan bir taşın isabeti sonucu ölmüştür. Rebî’a, İbnu’l-Hâris Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in ashâbındandır, rivayette de bulunmuştur. Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur (radıyallahu anh).

RİBÂ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER – İKİNCİ FASIL

1. (311)- Hadis

Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Altın altınla peşin olmazsa ribâdır. Buğday buğdayla peşin satılmazsa ribâdır. Arpa arpayla peşin satılmazsa ribâdır. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa ribâdır.”

Yukarıdaki metin Sahiheyn’in metnidir. Buhârî’nin bir rivayetinde, “verik (yani basılmış dirhem) verikle, altın altınla…” şeklinde gelmiştir.

عن عمر بن الخطاب رضى الله عنه قال: [قال رسول الله ﷺ: الذَّهَبُ بالذَّهَبِ رباً إلاَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالْبُرُّ بالْبُرِّ رِباً إلاَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالشَّعِيرُ  بِالشَّعِيرِ رباً إلاَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالتَّمْرُ بالتَّمْرِ رِباً إلاَّ هَاءَ وَهَاءَ]. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين، وللبخارى في رواية. [الْوَرِقُ بالْوَرِقِ، والذَّهَبُ بالذَّهَبِ]

Buhârî, Büyû 54, 74, 76; Müslim, Musâkât 79, (1586); Ebu Dâvud, Büyû 12, (3348); İbnu Mâce, Ticârât 50, (2160), (2259); Muvatta, Büyû 38, (2, 636-637); Tirmizî, Büyû 24 (1243); Nesâî, Büyû 41, (7, 273).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


2. (312)- Hadis

Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında bize bayağı hurma veriliyordu. Bu muhtelif cins kuru hurmanın bir karışımı idi. Bu bayağı hurmanın iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma mukabilinde satıyorduk. Bu tarz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kulağına ulaşınca şöyle buyurdu: “İki ölçek hurmaya bir ölçek hurma, iki ölçek buğdaya bir ölçek buğday iki dirheme bir dirhem olmaz.”

وعن أبى سعيد رضى الله عنه قال: [كُنَّا نُرْزَقُ تَمْرَ الجَمْعِ علَى عَهْدِ رسُولِ اللهِ ﷺ وَهُوَ الخَلِطُ منَ التَّمْرِ فَكُنَّا نَبِيعُ صَاعَيْنِ بِصَاعٍ فَبَلَغَ ذلكَ رسُولَ اللهِ ﷺ فقَالَ: لا صَاعَيْنِ تَمْراً بِصَاعٍ، وَلاَ صَاعَيْنِ حِنْطَةً بِصَاعٍ، وَلاَ دِرْهَمَيْنِ بِدِرْهَمٍ]. أخرجه الستة إلا أبا داود

Buhârî, Büyû 21; Müslim, Müsâkat 98, (1594, 1595,1596); Tirmizî, Büyû 23, (1241); Nesâî, Büyû’ 41, 50, (17, 271-272-273); Muvatta, 32, (2, 632).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (313)- Hadis

Bir rivayette  de şöyle gelmiştir:

“Hz. Bilâl (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a (iyi cins bir hurma olan) bernî hurması getirmişti. “Bu nereden?” diye sordu. Bilâl (radıyallahu anh): Bizde âdi hurma vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yemesi için ondan iki ölçek vererek bundan bir ölçek satın aldık,dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Eyvah! Bu ribânın ta kendisi, eyvah bu ribânın ta kendisi, sakın öyle yapma. Şayet iyi hurma satın almak istersen elindekini ayrıca  sat. Sonra onun parasıyla iyi hurmayı satın al”dedi.

وفي رواية [جاء بِلالٌ رضى الله عنه إلى رسولِ اللهِ ﷺ بِتَمْرٍ بَرْنِىٍّ فقال له مِنْ أيْنَ هذاَ؟ فقال: كانَ عِنْدَنَا تَمْرٌ رَدِئٌ فَبِعْتُ منه صَاعَيْنِ بِصَاعٍ لِمَطعِمِ النَّبىِّ ﷺ، فقال: عند ذلك أوَّهْ عَينُ الرِّبَا، أوّه، عَيْنُ الرِّبَا، عَيْنُ الرِّبَا، لاَ تَفْعَلْ وَلَكِنْ إذَا أرَدْتَ أنْ تَشْتَرىَ فَبِعِ التَّمْرَ بَيعاً آخَرَ ثمَّ اشْتَر ِبهِ]

Buhârî, Vekâlet 11; Müslim, Müsâkat 96, (1594); Nesâî, Büyû 41, (7, 271-272).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (314)- Hadis

Sahîheyn’de  yer alan bir rivayette şöyle gelmiştir:

“Dinar dinarla, dirhem dirhemle başa baş misliyle değiştirilmelidir. Kim fazla verir veya fazla alırsa ribâya girmiş olur.”

Hadisi rivayet eden râvî der ki: “Ben dedim ki; “İbnu Abbas (radıyallahu anh) bunu söylemez. Ebu Saîd der ki: “İbnu Abbas (radıyallahu anh)’a sordum: Sen bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan mı işittin, Kitabullah’ta mı gördün? Bana şu cevabı verdi: “Bunun ikisini de söylemiyorum. Siz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı benden daha iyi tanırsınız. Ancak bana Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anh) haber verdi ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Sadece veresiye satışta ribâ vardır” buyurmuştur.”

وفي رواية للشيخين: [الدِّينارُ بالدِّينار، والدِّرْهَمُ بالدِّرْهَمِ مِثْلاً بِمثْل فَمَنْ زَادَ أوِ ازْدَادَ فقَدْ أرْبَى]. وقال رَاوِيه فَقُلْتُ: إنَّ ابن عباسٍ لا يقُولهُ فقالَ أبو سعيدٍ: سَألتُهُ فقلتُ : سَمِعْتَهُ مِنْ رَسُول الله ﷺ، أوْ رَجَدْتهُ في كتابِ اللهِ تعالى؟ فقال: كُلُّ ذلك لا أقُولُ، وأنْتُمْ أعْلَمُ بِرَسُولِ اللهِ ﷺ مِنِّى، ولكِنْ أخْبَرَنِى أُسامَةُ بنُ زَيْدٍ رضى الله عنهما أنّ رسول الله ﷺ قال: لاَ رِبَا إلاَّ في النِّسِيئَةِ

Müslim, Müsâkât 101, (1596).

Hadisin sıhhatinde âlimler ittifak eder. Hz. Üsâme (radıyallahu anh)’nin “Sadece veresiye satışta ribâ vardır” sözü mensuhtur. Âlimler onunla amel edilemeyeceği hususunda ittifak ederler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hayatta iken İbnu Abbas (radıyallahu anh) küçüktü, bu sebeple, “Siz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı benden daha iyi bilirsiniz” buyurmuştur.


5. (315)- Hadis

Müslim’in bir diğer rivayeti şöyledir:

“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurma ile, tuz tuzla başbaşa misliyle, peşin olarak satılır. Kim artırır veya artırılmasını taleb ederse ribâya girmiştir. Bu işte alan da veren de birdir.” (Müslim, Müsâkât 82.).

Yine Müslim’de Ebû Hüreyre’nin bir rivayetinde “..cinsleri farklı ise müstesna” denir.

وفي أخرى لمسلم: [الذَّهَبُ بِالذَّهَبِ، وَالفِضَّةُ بالفِضََّةِ، والبُرُّ بِالبُرِّ، والشَّعِيرُ بالشَّعِيرِ، والتَّمْرُ بالتَّمْرِ، وَالْمِلْحُ بالمِلْحِ مِثْلاً بِمِثْلِ يَداً بِيَدٍ، فَمَنْ زَادَ أوِ اسْتَزَادَ فَقَدْ أرْبَىٰ، الآخِذُ والْمُعْطى فيهِ سَواَء]. وله عن أبى هريرة في رواية: إلا ما اخْتَلَفَتْ ألْوَانُهُ

Müslim, Müsâkât 82, (1584).

Âlimler yukarıda zikredilen altı çeşit malda ribânın haram olduğunda icmâ ederler: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz. Bunlara ribâ malları da denir.
Bu altı kalem eşyadan her biri aynı cinsten eşya ile satılınca fazlalık olmamalı, alışveriş peşin yapılmalıdır.
Bu altı çeşidin dışında kalan eşyaların alıp satılmasında fazlalık haram mıdır? sorusuna âlimler farklı cevaplar verir. Aradaki ihtilaf, bu altı çeşit mala konan “haram” hükmünün illetine dayanır. Cumhur aynı illette müşterek olanların haramlığında ittifak ederse de illetin ne olduğunda ihtilaf edilmiştir. Bu noktada, fıkıh kitaplarında on farklı illet üzerinde durulduğu görülür. İmam-ı Âzâm’a göre, illet, cinsle birlikte ölçü, veya cinsle birlikte tartıdır. Öyle ise, hangi çeşit mal olursa olsun ölçü veya tartı ile satılan mallarda ribâ (fazlalık) haramdır. Satışı böyle yapılmayan malların cinsi ne olursa olsun fazlalık (ribâ) haram değildir. Mesela kireç veya alçı gibi yenmeyen mallar mâdemki ölçekle satılmaktadır, fazlalık haramdır, binaenaleyh kireç vererek vasfı değişik bir kireç alacak olsak, bu peşin yapılmalıdır ve miktarları eşit olmalıdır, fazlalık veya vâde araya girerse ribâdır, haramdır. Hadiste geçen ölçü ve tartı ile satılmayan eşyalar yenen cinsten de olsa araya girecek fazlalık haram değildir.
İmam Şâfiî’ye göre, haram kılınmada illet, malın yiyecek olmasıdır, ölçü veya tartı ile satılmasına bakılmaz. Yiyecek olmayan şeylerde yalnız altın ve gümüşte ribâ vardır. Ahmed İbnu Hanbel’in de bu görüşte olduğu söylenmiştir.
İmâm Malik’e göre, illet ekseriyetle yemek için biriktirmektir.
Hadisin, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’den kaydedilen son fıkrasından sarâhaten belirtildiği üzere, farklı cinsler arasında ribâ olmaz. Yani buğdayla arpanın, altınla gümüşün alınıp satılmasında miktar sözkonusu değildir, ulemâ bu hususta ittifak eder.


6. (316)- Hadis

Ubadetu’bnu Sâmit (radıyallahu anh)’ten gelen bir başka rivayette (şu ziyade) ifade edilmiştir:

“…Bu çeşitler farklı olduğu takdirde peşin ise dilediğiniz gibi satın.”

وفي أخرى عن عُباَدَةَ بنِ الصَّامت [إذَا اخْتَلَفَتْ هَذِهِ الأصْنَافُ فَبِيعُوا كَيفَ شِئْتُمْ إذَا كَانَ يَداً بِيَدٍ]. أخرجه الخمسة إلا البخارى

Bu hadisi, Buhârî hâriç, Beş Kitap rivayet etmiştir. Müslim, Müsâkat 81, (1587); Ebu Dâvud, Büyû 12, (3349-3350); Tirmizî, Büyû 23, (1240); Nesâî, Büyû 43, 44, (7, 274, 275, 276, 277, 278); İbnu Mâce, Ticârât 48, (2254).

315 numaralı hadisle ilgili olarak kaydettiğimiz açıklamaları tamamlamak üzere şunu kaydetmek gerekir: İlletde müşterek olmayan ribâ malları fazlalıkla ve keza veresiye satılabilir. Meselâ altınla buğday, gümüşle arpa bütün ulemanın ittifakıyla bu şekilde satılabilir. Fakat ribâ malları cinsi cinsine olursa biri peşin, diğeri veresiye ve keza biri noksan, diğeri fazla olarak satılamadığı gibi teslim ve tesellüm yapılmadan satış meclisinden ayrılmak da câiz değildir. Satılan malların cinsleri muhtelif olursa, peşin teslim edilmek şartıyla fazlalık câizdir. Meselâ bir ölçek buğday iki ölçek arpa mukabilinde satılabilir.


7. (317)- Hadis

Ebu’l-Minhâl anlatıyor:

“Zeyd İbnu Erkam ve el-Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anh)’e sarf’tan (yani altınla gümüşü cinsi cinsine satmaktan) sordum. İkisi de şu cevabı verdi: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) altının gümüş mukabilinde veresiye satılmasını yasakladı.”

وعن أبى المنهال قال: سَألتُ زيدَ بن أرْقَمَ وَالبَرَاءَ بنَ عازِبٍ عن الصَّرْفِ فقالا: [نَهَى رسولَ اللهِ ﷺ عن بيْعِ الذَّهَبِ بالوَرِقِ دَيْناً]. أخرجه الشيخان والنسائى

Buhârî, Büyû 80, 8, Şirket 10, Menakıbu’l-Ensâr 50; Müslim, Müsakât 87, (1589); Nesâî, Büyû 49, (7, 280).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


8. (318)- Hadis

Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallahu anh) buyuruyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Hayber’de bulunduğu sırada altın ve boncuklarla yapılmış bir gerdanlık getirildi. Bu satılık ganimet mallarındandı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) altınların boncuklardan ayrılmasını emretti. Derhal gerdanlığın altın kısmı ile boncuk kısmı birbirinden ayrıldı. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Altın, altına mukabil, tartısı tartısına satılsın” buyurdular.

وعن فضالة بن عبيد رضى الله عنه قال: [أُتِىَ النبىُّ ﷺ وهو بِخَيْبَرَ بِقلادةٍ فيها خَرَزٌ وَذَهَبٌ وهى منَ المغَانِمِ تُبَاعُ فَأمَرَ بالذَّهَبِ الَّذِى في القِلادَةِ فنُزِعَ وحْدَهُ وقال: الذَّهَبُ بالذَّهَبِ وَزْناً بِوَزْنٍ]. أخرجه الخمسة إلا البخارى.

وفي أخرى: لا تُبَاعُ حتَّى تُفْصلَ

Buhârî hâriç Beş Kitap tahric etti. Müslim, Müsâkat 89, (1591); Tirmizî, Büyû 32, (1255); Ebu Dâvud, Büyû 13, (3351-3353); Nesâî, Büyû 48, (7-279).

Burada altının başka bir madde ile birlikte satılması yasaklanmaktadır. Başta Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel olmak üzere bir kısım âlimler verilen altın cinsinden fiyat, satılan eşyadaki altından fazla da az da olsa bu satışın fâsid olduğuna hükmeder. Ebu Hanîfe: Altın cinsinden biçilen fiyat, satılan eşyadaki altından fazla olduğu takdirde satışın câiz olacağına, misil veya daha az olma halinde satışın câiz olmayacağına hükmeder.
İmam Mâlik buna yakın bir fikir beyan eder. Ancak fiyat fazlalığı üçte ikiyi geçmemeli, noksanlık da üçte birden aşağı düşmemeli. Bu hudud dâhilinde satış câizdir, aksi takdirde değildir.


9. (319)- Hadis

Müslim’de gelen diğer bir rivayette Haneş es-San’ânî der ki:

“Biz Fadâle ile bir gazvede berâberdik. Derken bana ve arkadaşlarıma ganimetten bir gerdanlık isabet etti. Gerdanlık altın, gümüş ve kıymetli taşlardan yapılmıştı. Ben bunu satın almak isteyerek, Fadâle’ye sordum. Bana şöyle cevap verdi: Bunun altınını ayır, bir kefeye koy. Kendi altınını da bir kefeye koy. Sonra sakın misli mislinden fazla birşey alma! Zîra ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ederse sakın misli mislinden fazla bir şey almasın.”

وفي أخرى لمسلم قال حنش الصنعائى: [كُنَّا مَعَ فُضَالَةَ في غَزْوَةٍ فطارَتْ لِى وَلأصْحابِى قِلاَدَةٌ فيها ذهَبٌ وََورِقٌ وَجَوْهَرٌ فأرَدْتُ أنْ أشْتريها فَسَألْتُهُ فقال: إنْزِعْ ذَهَبَهَا فاجْعَلْه في كِفّةٍ، واجْعَلْ ذَهَبَكَ في كِفّةٍ، ثم لا تأخُذَنَّ إلاَّ مِثْلاً بِمثْلٍ، فإنِّى سَمِعْتُ النَّبِىَّ ﷺ يقولُ: مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخَرِ فَلاَ يَأخُذَنَّ إلاَ مِثْلاً بِمِثْلٍ]

Müslim, Büyû 91, (1591).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


10. (320)- Hadis

Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), gümüşün gümüşe başa baş olmayan satışını yasakladı. Bize altın mukabilinde dilediğimiz şekilde gümüş ve gümüş mukabilinde dilediğimiz şekilde altın satın almayı emretti.” Müslim’in ziyadesinde “..Bir adam “peşin mi?” diye sordu. Ebu Bekre: “Ben böyle işittim” cevabını verdi.

وعن أبى بكرة رضى الله عنه قال: [نَهَى رسول الله ﷺ

عَنِ الفضّةِ بالْفِضّةِ، والذَّهَبِ بالذَّهَبِ إلا سَوَاءً بسَوَاءٍ، وَأمَرَنَا أنْ نَشْتَرِىَ الفِضّةَ بالذَّهَبِ كَيْفَ شِئْنَا وَنَشْتَرِىَ الذَّهَبَ بِالْفِضّةِ كَيْفَ شِئْنَا يَداً بِيَدٍ]. أخرجه الشيخان والنسائى

Sahîheyn ve Nesâî rivayet etmiştir. Buhârî, Büyû 81, 77; Müslim, Müsâkat, 88, (1590); Nesâî, Büyû, 50 (7, 280-281).

Hadis, ribâ mallarının, alım satımlarında şu iki şeye dikkat edilmesini teyid etmektedir:
1- Aynı cinsten şeyler alınıp satılırsa başa baş yani eşit miktarda olacak, altınla altın, gümüşle gümüş üzümle üzüm gibi. Üzüm vererek üzüm, altın vererek altın alacak olursak, miktarlarını eşit tutacağız, araya girerse ziyade fâiz olur.
2- Ayrı cinsten şeylerden birini vererek yapılan alışveriş, karşılıklı mütâbakatla istenen miktarda olur, ancak peşin olarak teslim ve tesellüm gerekir.


11. (321)- Hadis

Yahya İbnu Sa’îd (radıyallahu anh) anlatıyor:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber’in fethi sırasında iki Sa’d’a (Sa’d İbnu Ebî Vakkâs ve Sa’d İbnu Ubâde), ganimet malından altın veya gümüş bir kabı satmalarını emretti. Onlar, her üç (birim)’i aynı dört (birim) mukabilinde, veya her dört (birim)’i üç (birim) aynı mukabilinde sattılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Siz ribâ yaptınız, geri verin” emretti.”

وعن يحيى بن سعيد قال: [أمَرَ رسولَ الله ﷺ السَّعْدَيْنِ يومَ خَيْبَرَ أنْ يَبِيعا آنِيَةً مِنَ الْمَغنَمِ مِنْ ذَهَب أوْ فِضّةٍ: فََبَاعَا كُلَّ ثَلاثةٍ بِأرْبَعَةٍ، أو كُلَّ أرْبَعَةٍ بِثلاثةٍ عَيْناً، فقال لهما: أرْبَيتُمَا فَرُدَّا]. أخرجه مالك

Muvatta, Büyû 28 (2, 632).

Başka rivayetlerde tasrîh edildiği üzere Hayber’in fethi sırasında ganimetlere nezâret vazifesini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) rivayette isimleri geçen iki Sa’d’a vermiş idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın emri üzerine, altın (veya gümüş) bir kabı aynı cinsten para ile satarlar. Yani altın kap sattılarsa mukabilinde altın, gümüş kap sattılarsa mukabilinde gümüş para aldılar demektir. Aynı cinsten para alınca, ağırlığına denk olması gerekirken, dörtte bir fazlasına veya dörtte bir eksiğine satmışlar. Râvî, fazlaya mı, eksiğe mi sattıklarını hatırlamıyor ise de;
a) Aynı cinsiyle sattığını ve arada fark bulunduğunu iyi hatırlamaktadır.
b) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bu akdi “ribâ” diye reddettiği de râvî tarafından kesinlikle ifâde edilen bir husus olmaktadır.
Ribâdır, çünkü ribâ mallarından biri kendi cinsinden bir malla alınıp satılacak olursa başa baş misliyle olur, biri fazla diğeri eksik olamaz.
Ribâ malları hangileridir? 315 numaralı  hadise bakılsın.


12. (322)- Hadis

Mücahid anlatıyor:

“Ben İbnu Ömer (radıyallahu anh)’le beraberdim.Ona bir kuyumcu gelerek: “Ey Ebu Abdirrahman! Ben altın işliyor ve bunu kendi ağırlığından fazla altınla satıyorum. Böylece ona harcağım el emeği miktarında fiyatını artırıyorum” dedi. İbnu Ömer (radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı. Kuyumcu aynı meseleyi tekrar tekrar söyledi. Her seferinde İbnu Ömer (radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı ve son olarak da şunu söyledi: “Dinar dinarla, dirhem dirhemle satılır. Aralarında fazlalık olamaz. Bu, Peygamberimizin bize vasiyetidir, biz de size vasiyet ediyoruz (tebliğ edip  duruyoruz).”

وعن مجاهد قال: [كُنْتُ مَعَ ابنِ عُمرَ رضى الله عنهما فجاءَهُ صائِغٌ فقالَ: يا أباَ عبدِ الرَّحْمنِ إنِّى أصُوغُ الذَّهَبَ فأبِيعُهُ بالذَّهَبَ بِأكْثَرَ مِنْ وَزْنِهِ فأسْتَفْضِلُ قَدْرَ عَمِلِى فيهِ فنهاهُ عنْ ذلكَ فَجَعلَ الصَّائغُ يُرَدِّدُ عليهِ المسئلةَ وابنُ عُمرَ ينهاهُ حتَّى كانَ آخرَ ما قالَ لهُ: الدِّينارُ بالدِّينارِ، والدِّرْهَمُ بالدِّرْهَمِ لا َفَضْلَ بَيْنَهُمَا، هذا عهدُ نَبيِّنَا ﷺ إلينا وَعَهْدُنَا إلَيْكُمْ]. أخرجه بطوله مالك، وأخرج النسائى المسند منه

Bu rivayet Muvatta’da tam olarak gelmiştir. Nesâî ise sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sözünü kaydeder. Muvatta, Büyû 31, (2, 633); Nesâî, Büyû 46, (7, 278).

Bu rivayet, altın ve gümüş gibi, kıymet birimi olan maddelerin alışverişi, kendi cinslerinden maddelerle yapıldığı takdirde itibarî değerlerinin nazar-ı itibâra alınmayacağını ifade eder. İtibarî değer, antika eşyalardaki hâtıra değeri, süs eşyasındaki san’at ve işlemeye müteallik el emeği gibi değerlerdir. Söz gelimi bilezik, kolye, küpe gibi altın ve gümüşten mâmul eşyalardaki emek ve işçilikten ileri gelen fiyat artması aynı cinsten parayla alıp satmalarda hesaba katılmayacak demektir. Hesaba katılması için bir başka cinsten para veya eşya ile alınıp satılması gerekir. Buna riâyet edilmeyen alış verişler ribâ sayılır ve haramdır.
Bu prensip ilk nazarda zorluk gibi gözükürse de, büyük bir rahmettir. Zîra, itibârî değeri olan antika veya hâtıra eşyalarını taşıyanların vergi yükü hafifletilmiş olmakta, bunların alım satımları vesilesiyle başka mallar da tedâvül imkânı bulmakta ve dolayısıyla piyasa hareketlilik kazanmaktadır. Hele temel gıda maddelerinde buna riâyet, başka hareket ve bereketlere imkân hazırlamaktadır.


13. (323)- Hadis

Ata İbnu Yesâr anlatıyor:

“Hz. Muâviye (radıyallahu anh) altın veya gümüşten mâmul bir su kabını, ağırlığından daha fazla bir fiyatla satmıştı.

Kendisine Ebu’d-Derda (radıyallahu anh): “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in bu çeşit alışverişi yasakladığını işittim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların satışı misline misil olmalı diye emretti” diye itiraz etti. Hz. Muâviye (radıyallahu anh): “Ben bunda bir beis görmüyorum” diye cevap  verdi. Ebu’d-Derda (radıyallahu anh) öfkelendi ve: “Muâviye’yi kınamada bana yardım edecek biri yok mu? Ben ona Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den haber veriyorum o bana şahsî reyinden söz ediyor. Senin bulunduğun diyarda yaşamak bana haram olsun!” diye söylendi.

Ebu’d-Derda bunun üzerine orayı terkederek Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in yanına geldi. Durumu olduğu gibi ona anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh) Hz. Muâviye (radıyallahu anh)’ye bir mektup yazarak bu çeşit satışı (altının altınla satılması), misli misline ve ağırlığına denk olarak yapmasını emretti.”

وعن عطاء بن يسار: [أنَّ مُعاوِيَةَ رضى الله عنه بَاعَ سِقايَةً مِنْ ذَهَبٍ أوْ وَرِقٍ بأكْثَرَ مِنْ وَزْنِهَا فقالَ لَهُ أبوُ الدَّرْدَاء رضى الله عنه: سَمِعْتُ رسولَ الله ﷺ يَنْهَى عنْ مِثْلاً بِمِثلٍ هذا إلاَّ مِثْل. فقال معاويةُ: ما أرَى بهذا بأساً. فقال: أبو الدَّرْدَاء رضى الله عنه منْ يعذُرُنِِى منْ مُعاوِيةَ؟ أنَا أُخْبِرُهُ عنْ رسولِ اللهِ ﷺ وهوَ يُخبرنِى عنْ رأيِهِ، لا أساكِنُكَ بِأرْضٍ أنتَ بهَا! ثُمَّ قَدِمَ أبو الدَّرْدَاء رضى الله عنه على عُمَرَ بنِ الخطابِ رضى الله عنه فذكرَ لهُ ذلكَ فكتبَ عُمَرُ إلى مُعاويةَ أنْ لا تَبِعْ ذَلِكَ إلاَّ مِثْلاً بِمِثْلٍ وَوَزْناً بوَزْنٍ]. أخرجه مالك والنسائى «السِّقَايَةُ» إناء يُشرب فيه

Muvatta, Büyû 33 (2, 634); Nesâî, Büyû 47, (7, 279).

Hadiste Hz. Mu’âviye (radıyallahu anh)’nin satın aldığı belirtilen sikâye’yi İmam Mâlik’in ashâbı gerdanlık (kılâde) anlamıştır. Halbuki sikâye, -bazan sıvı eşyaların miktarını tesbitte ölçek olarak da kullanılan- bir su kabıdır. Rivâyette mevzubahis edilen bu su kabı, altındandır, ancak inci, yâkut ve zeberced cinsinden kıymetli taşlarla işlenmiştir. Hz. Muâviye (radıyallahu anh)’nin buna 600 dinar para verdiği belirtilir.
“Hz. Muâviye’nin: “Ben bunda bir beis görmüyorum” demesi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünnetine muhalefet düşüncesinden ileri gelmediği, İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma)’ın da, fazlalığı, ribâ addetmemesinden kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Ancak, sünnete muhalefet mânası taşıdığı için, Ebu’d-Derda fevkalâde üzülmüştür. Zîra şahsî re’yi ile sünneti reddetmek gibi bir davranış İslâm ulemasını son derece üzen bir vak’adır. Ebu’d Derda’nın Hz. Muâviye (radıyallahu anhümâ)’ye küsmesi makbul küsmelerden sayılmıştır. Ulema, bir kimse, bir başkasına sünneti tebliğ ettiği zaman kulak verip itaat  etmediği takdirde onu terkedip küsmenin câiz olacağını söylemiştir. Hatta, Tebük seferine katılmaktan kaçan Ka’b İbnu Mâlik (radıyallahu anh)’le kimsenin konuşmaması için, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in verdiği emir de bu meselede misal olmaktadır. Âlimler, bid’at çıkaran kimsenin terkedilmesi ve kendisiyle konuşulmaması gerektiği hususunda bu vak’ayı delil kılmışlardır. Nitekim İbnu.Mes’ud, bir cenaze sırasında bir adamın güldüğünü görünce: “Allah’a kasem olsun seninle ebediyyen konuşmayacağım” demiştir.
Bu vak’a’nın Ubâdetu’bnu’s-Sâmit’le Hz. Muâviye arasında geçtiğine dair rivayetler de mevcuttur. İki ayrı hâdise olması muhtemeldir.


14. (324)- Hadis

Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ribâ veresiyededir” buyurdu.

Diğer bir rivayette: “Peşin alışverişlerde (cinsler farklı ise fazlalık sebebiyle) riba olmaz” buyurulmuştur.

وعن أسامة بن زيد رضى الله عنهما قال: [قال رسولَ اللهِ ﷺ: إنَّمَا الرِّبَا في النَّسيئَةِ]. أخرجه الشيخان والنسائى، وفي أخرى: لا رِبَا فيمَا كانَ يداً بِيَدٍ

Buhârî, Büyû 40; Müslim, Büyû 102, (1596); Nesaî, Büyû 50, (7, 281).

Burada Hz. Üsâme (radıyallahu anh)’nin bir hadisin son kısmını hatırlayarak rivayet ettiği açıklanmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a ayrı cinsten iki şey birbiriyle satılırken birinin diğerine mukabil ağırlıkça fazla olmasının ribâ sayılıp sayılmayacağı soruluyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu durumda peşin satıldığı takdirde ribâ olmayacağını ancak, veresiye olduğu takdirde fazlalık girecek olursa bunun ribâ olacağını beyan buyuruyor.


15. (325)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Ben dinarla deve satıyor, dinar yerine gümüş alıyordum. Bazanda gümüşle satıyor, onun yerine dinar alıyordum. Bu durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a arzederek hükmünü sordum. “O andaki (aynı meclisteki) kıymetiyle olunca bunda bir beis yok” buyurdu.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما قال: [كُنْتُ أبِيعُ الإبِلَ بالدَّنَانِيرِ وآخُذُ مَكَانَهَا الوَرِقَ، وَأبِيعُ بالوَرِقِ، وآخُذُ مَكَانَهَا الدَّنَانِيرَ، فسألتُ رسولَ اللهِ ﷺ عنْ ذلكَ فقالَ: لا بأسَ بِهِ بالْقِيمَةِ]. أخرجه أصحاب السنن

Tirmizî, Büyû 24, (1242); Ebu Dâvud, Büyû 14 (3354-3355); Nesâî, Büyû 50, (7, 281-282); İbnu Mâce, Ticârât 51, (2262).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


16. (326)- Hadis

Ebû Dâvud’un bir rivayetinde şöyle gelmiştir:

“…O günün fiyatıyla almanda bir beis yoktur, yeter ki aranızda (henüz ödenmeyen) bir miktar olduğu halde birbirinizden ayrılmış olmayasınız.”

وفي رواية أبى داود. لا بأسَ أنْ تُؤخَذَ بِسِعْرِ يَوْمِهَا ما لم تَفْتَرِقَا وَبَيْنَكُمَا شَئٌ

Ebu Dâvud, Büyû 14, (3354, 3355).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


17. (327)- Hadis

Ma’mer İbnu Abdillah İbni Nâfi (radıyallahu anh)’nin anlattığına göre, kölesine, bir sâ buğday vererek pazara yollar ve:

“Bunu sat, parasıyla arpa satın al” der. Köle gider. Onu vererek bir sa’dan bir miktar fazla arpa satın alır. Köle dönünce, Ma’mer (radıyallahu anh) ona “Niye böyle yaptın? Çabuk git ve geri ver. Misli misline denk al. Zîra ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı işittim, şöyle diyordu: “Yiyecek, yiyecekle misli misline denk olmalıdır.” O zaman yiyeceğimiz arpa idi. Kendisine: “Ama bu arpa onun misli değildir” dendi ise de: “Ben arpanın buğdaya benzemesinden korkarım” cevabını verdi.”

وعن معمر بن عبدالله بن نافع رضى الله عنه. [أنّهُ أرْسلَ غُلامَهُ بِصَاعِ قَمْحٍ فقالَ بِعْهُ ثمَّ اشْتَرِ بِهِ شَعيراً فَذََهَبَ الْغُلامُ فَأخَذَ صَاعاً وَزِيَادَةً. فلما جاءَ قال له: لِمَ فَعَلْتَ ذلكَ؟ انْطَلِقْ فَرُدَّهُ وَلاَ تَأخُذَنَّ إلاَّ مِثلاً بِمِثْلٍ؛ فإنى كُنْتُ أسمَعُ رسولَ الله ﷺ يقولُ: الطّعامُ بالطَّعَامِ مثْلاً بِمِثْلٍ، وكانَ طَعاَمُنَا يَومَئِذٍ الشَّعِيرَ. فقِيلَ لَهُ إنّهُ لَيْسَ بِمِثْلِهِ قالَ: فإنِّى أخافُ أنْ يُضَارَعَ]. أخرجه مسلم، ومعنى «يضارع» يشابه

Müslim, Müsâkât 93, (1592).

Görüldüğü üzere arpa ile buğday birbirine yakın iki gıda maddesi olduğu için, bir cins sayarak araya giren fazlalığı fâiz kabul edenler olmuştur. İmam Mâlik bu mânadaki hadislere dayanarak bu iki maddeyi bir cins addeder. Cumhur ise buğday ve arpanın iki ayrı cins olduğunu kabul eder. Aslında burada da buğdayla arpanın bir cins olduğu sarih değildir. Ma’mer hazretleri takvasına binâen ihtiyatla hareket etmiştir.


18. (328)- Hadis

İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Süleyman İbnu Yesar demiştir ki:

“Sa’d İbnu Ebî Vakkas’ın merkebinin yemi bitmişti. Kölesine: “Ailene ait buğdaydan bir miktar götür, ona mukabil arpa satın al, sakın mislinden fazla almayasın” dedi.

وعن مالك. أنّهُ بلغَهُ أنَّ سُلَيمَانَ بنَ يسارٍ قال: [فَنِىَ عَلَفُ حِمَارِ سعدِ بن أبى وَقّاصٍ فقالَ لِغُلامِهِ: خُذْ مِنْ حِنطة أهْلِكَ فابْتَعْ بِهِ شَعيراً، وَلاَ تأْخُذْ إلاّ مِثْلَهُ]

Muvatta, Büyû 50, 52, (2, 645).

Önceki hadiste geçti.


19. (329)- Hadis

Ebu Ayyaş’ın -ki ismi Zeyd’dir- anlattığına göre:

“Sa’d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh)’a, beyaz buğday mukabilinde kabuksuz arpa satın almanın hükmünü sorar. Sa’d (radıyallahu anh) kendisine: “Hangisi daha kıymetli? diye sorar. Zeyd: “Beyaz buğday” der. Sa’d onu bu işten men eder ve der ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a kuru hurmayı tâze hurma mukabilinde satın alma hakkında sorulduğu zaman işitmiştim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu sorana: “Tâze hurma kuruyunca ağırlığını kaybeder mi?” dedi. Adam “evet” cevabını verince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu bu işten men etmişti.”

وعن أبى عياش رضى الله عنه، واسمه زيد [أنّهُ سألَ سعدَ بنَ أبى وقّاصٍ رضى الله عنه عن الْبَيْضَاء بالسُّلْتِ. فقالَ  لهُ سعدٌ رضى الله عنهُ: أيُّهُمَا أفضَلُ؟ فقال البَيْضَاءُ؟ فَنهَاهُ عنْ ذلكَ، وقال: سمعتُ رسولَ اللهِ ﷺ يسْألُ عنِ اشْتِراء التَّمْرِ بالرُّطَبِ فقالَ رسول الله ﷺ: أينقُصُ الرُّطَبُ إذاَ يَبِسَ؟ قالَ: نعمْ. فنَهَاهُ عنْ ذلكَ]. أخرجه الأربعة وصححه التمرذى

Tirmizî, Büyû 14, (1225); Ebu Dâvud, Büyû 18, (3359); Muvatta, Büyû 22, (2, 624); Nesâî, Büyû 36, (7, 269); İbnu Mâce, Ticârât 53, (2264).

Görüldüğü üzere yaş hurma, kuru hurma ile eşit miktarla da olsa, farklı miktarla da olsa, peşin de olsa, veresiye de olsa satın alınamadığı gibi, kıymetce birbirinden farklı olan buğday ve arpa da birbiri mukabilinde alınıp satılamaz. Araya bir başka birim meselâ “para” girmelidir. Biri satılır, elde edilen para ile öbüründen satın alınır. Ebu Hanife merhum yasağı veresiye satışa hamlederek ölçek yönüyle eşitlik halinde birbiriyle satışlarını tecviz eder.


20. (330)- Hadis

Ebu Dâvud’un diğer bir rivayetinde:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), tâze hurmayı kuru hurma ile veresiye satmayı yasakladı” denir.”

وفي أخرى لأبى داود قال: [نَهَى رسول اللهِ ﷺ عن بَيْعِ الرُّطَبِ بالتَّمْرِ نَسِيئَةً]. «السلت» ضرب من الشعير أبيض لا قشر له

Ebu Dâvud, Büyû 18, (3360).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


HAYVAN VS. İLE İLGİLİ TEFERRUAT

1. (331)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir köle gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e hicret etmek üzere biat etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun köle olduğunu sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Onu bana sat” buyurdu ve köleyi iki siyah köle  mukabilinde satın aldı.”

عن جابر رضى الله عنهُ قال: [جاءَ عبدٌ فبايعَ رسولَ الله ﷺ على الهِجْرَةِ ولمْ يُشْعِرْ أنَّهُ عبدٌ فجاءَ سَيِّدُهُ يُرِيدُهُ. فقالَ لهُ رسولَ الله ﷺ: بِعْنِيهِ فاشتَراهُ منهُ بعبدينِ أسودينِ]. أخرجه الخمسة إلا البخارى

Müslim, Musâkât 123, (1602); Tirmizî, Siyer 36, (1596); Ebu Dâvud, Büyû 17, (3358); Nesâî Bey’a  66, (7, 292-293); İbnu Mâce, Cihad 41.

Buradaki köle sâhibinin de Müslüman olduğuna hamledilmiştir. Müslim’in rivayeti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bu vak’adan sonra, kendisine bey’at için gelenlerin köle olup olmadığını tahkik ettiğini belirtir. Çünkü, burada,  bilmeyerek hicret üzere bey’at  aldığı kölenin, şarta uygun hâle gelmesi için, onu satın alarak efendisinin bağından kurtarmak zorunda kalmıştır.
Hadisten âlimler, bil-icmâ, bir kölenin iki köle mukabilinde satılabileceğine delil bulurlar. Nevevî, efendinin Müslüman olduğu, iki siyahî kölenin de Müslüman olduğu hükmünü belirtir, “çünkü, Müslüman kölenin kâfir köle mukabilinde satılması câiz değildir” der. Ancak her üçünün kâfir olabilme ihtimâline de parmak basar.
Şu halde, satılabilen şeylerin aynı cinsleriyle olmaları halinde ziyadenin ribâ sayılması prensibine burada olduğu gibi istisnalar var. Nevevî, köleler kıymet itibarıyla farklı veya eşit de olsa peşin olma kaydıyla, birinin verilerek ikisinin alınabileceği hususunda icma edilmekle birlikte veresiye olma hâlinde ihtilâf edildiğini, Şafiî ve Cumhur’un “câiz” derken, Ebu Hanîfe ve Kufîler’in “câiz değildir” dediklerini belirtir.
Bu hüküm hayvanlar hakıknda da muteberdir.


2. (332)- Hadis

Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anh)’ın anlattığına göre,

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiştir. Mevcut develer (askerlere) yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (devesi olmayanlar için, bilâhere) hazine develerinden ödenmek üzere deve te’min etmesini emretti. (Böylece Abdullah) zekat yoluyla hazineye gelecek develerden iki adedi karşılığında bir deve temin ediyordu.”

وعن عبدالله بن عمرو بن العاص رضى الله عنهما قال: [أنّ رسول الله ﷺ أمرهُ أنْ يُجَهِّزَ جَيْشاً فَنَفدتِ الإبِلُ فأمَرَ أنْ يَأخُذَ على قَلاَئِصِ الصَّدَقَةِ فكَانَ يأخُذُ البَعِيرَ بالبَعِيرَيْنِ إلى إبل الصَّدَقَةِ]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvud, Büyû 16, (3357).

Cumhur, aynı cinsten de olsa hayvanın hayvana mukabil veresiye olarak, farklı sayıda satılabileceğini söylemiştir. İmam Malik cinslerin farklı olmasını şart koşmuştur.


3. (333)- Hadis

Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh)’in anlattığına göre,

“Devesini yirmi küçük deve mukabilinde veresiye olarak satmıştır”

وعن علي بن أبى طالب رضى الله عنهُ: [أنَّهُ باعَ جَمَلاً لهُ بِعِشْرِينَ بعيراً إلى أجَلٍ]. أخرجه مالك

Muvatta, Büyû 59, (2, 652).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (334)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığına göre,

“Kendisi, satıcının zimmetinde bulunan bir binek devesini, Rebeze’de bulunan dört küçük deve mukabilinde satın almıştır.”

وعن ابْنِ عُمَرَ رضى الله عنهُما: [أنَّهُ اشْتَرَى راحِلةً بأربَعةِ أبْعِرَةٍ مَضْمُونَةٍ عَلَيْهِ أنْ يُوَفيَهَا صَاحِبَهَا بالرَّبذَةِ]. أخرجه البخارى في ترجمة، ومالك

Buhârî, bu hadisi bab başlığında (senetsiz olarak) kaydetmiştir. (Büyû 108); Muvatta, Büyû 60, (2, 652).

Başka rivayetlerde daha açık olarak geldiği üzere, İbnu Ömer, Rebeze’de bulunan dört küçük deve mukabilinde bir binek devesi satın alır. Deve sahibine: “Git develerine  bak, memnun kalırsan akid kesinleşmiş olsun” der. Bu durumda binek devesini satan zat, muhayyerlik şartına sahiptir, binek devesini müşteriye teslim edinceye kadar deve kendi zimmetindedir.


5. (335)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “İki hayvan, veresiye olarak bir hayvana mukabil satılamaz. Peşin satılırsa bunda bir beis yok.”

وعن جابر رضى الله عنهُ. أنّ رسولَ الله ﷺ قالَ: [لا يَصْلُحُ الْحَيَوانُ اثْنَانِ بِوَاحدٍ نسيئةً، ولا َبأسَ بِهِ يداً بِيَدٍ]. أخرجه الترمذى

Tirmizî, Büyû 21, (1238); İbnu Mâce, Ticârât 56.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (336)- Hadis

Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın hayvanla veresiye satışını yasaklamıştır.”

وعن سَمُرةَ بن جُندَب رضى الله عنهُ قال: [نَهَى رسولَ الله ﷺ عن بَيْعِ الحيوانِ نَسِيئَةً]. أخرجه أصحاب السنن وصححه الترمذى

Tirmizî, Büyû 21, (1237); Ebu Dâvud, Büyû 15; Nesâî, Büyû, 65, (7, 292); İbnu Mâce, Ticârât 56, (2271).
Tirmizî, hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


7. (337)- Hadis

İbnu Şihâb anlatıyor:

“Saîd İbnu’l-Müseyyeb derdi ki: “Hayvanda ribâ yoktur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvan satışını üç hususta yasakladı: el-Mezâmin, el-Melâkih ve Habelu’lhabele.

Mezâmîn: Dişi devenin karnındaki yavru demektir.

Melâkih: Erkek devenin belinde bulunan (ve dişiyi dölleyen) şey demektir.

Habelu’lhabele: “Hâmile develerin hâmile kalması) yani, dişi develerin karnındaki ceninin doğuracağı yavrunun satımı. Muvatta, Büyû 63, (2, 654).

İmam Mâlik, bu tâbirleri, yukarıdaki gibi açıklamıştır. Ancak garib kelimeleri açıklayan lugatci ve fakihler nezdinde, mezâmîn ve melâkih kelimeleri aksi mânaları ifade etmektedir.

وعن ابن شهاب أن سعيد بن المسيب رحمه الله كان يقول: [لا رِبَا في الحَيَوانِ، وأنَّ رَسُولُ اللهِ ﷺ إنّمَا نَهَى في بَيْعِ الحَيَوانِ عن ثَلاثٍ: ألْمضَامينِ والْمَلاَقِيحِ، وَحبْلِ الحَبْلَةِ؛ فالمَضَامِينُ: ما في بُطوُن إناثَ الإبلِ، وَالمَلاقِيحُ: ما في ظُهُورِ الجَمالِ، وَحَبَلُ الحَبَلَةِ: هُوَ بَيْعُ الجَزُورِ إلى أنْ تُنْتِجَ النَّاقَةُ ثمَّ تُنْتَجُ الَّتِى في بَطْنِهَا]. أخرجه مالك. مفسراً بهذا اللفظ. والمعروف عند أهل اللغة والغريب والفقه تفسير المضامين والملاقيح بعكس ذلك، والله أعلم

Bu hadis, biri diğerine mukabil karşılıklı satıma konu olan hayvanlar, aynı cinsten de olsa ayrı cinsten de olsa peşin veya veresiye, mutlak olarak câiz olduğunu beyan etmektedir. Esâsen farklı cinsteki hayvanlar veresiye olarak birbiriyle satılsa ribâ yoktur. Aynı cinsten olmaları hâlinde veresiye satımları İmam Mâlik’e göre câiz olmaz. Şafiî hazretleri yukarıdaki rivayeti esas alarak cevazına hükmeder.


8. (338)- Hadis

İmam Mâlik’e ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e gelerek:

“Ben birisine bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iadesini şart koştum” dedi ve hükmünü sordu. İbnu Ömer (radıyallahu anh): “Bu ribâdır” diye cevap verdi ve şu açıklamada bulundu: “Borç verme işi üç şekilde cereyan eder.

1- Borç vardır, bunu vermekle sâdece Allah’ın rızasını düşünürsün. Karşılığında sana rızayı ilâhî vardır.

2- Borç vardır, bununla arkadaşını memnun etmek istersin.

3- Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak için bu borcu verirsin. İşte bu ribâdır.”

Adam: Öyleyse bana ne emredersiniz, ey Ebu Abdirrahman? diye sordu. İbnu Ömer şu açıklamada bulundu: “Akdi yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iade ederse alırsın. Verdiğinden daha az iade eder, sen de alırsan sevap kazanırsın. Eğer sana, daha iyi birşeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür, böylece teşekkürünü ifade ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vâde tanıdığın için sevap vardır.”

وعن مالك أنه بلغَهُ أن رجُلاً أتى ابنَ عمرَ رضى الله عنهُما فقال: [أسْلَفْتُ رَجُلاً سَلفاً وَاشْتَرطْتُ عليهِ أفْضَلَ مِمَّا أسْلَفْتُهُ. فقالَ ابنُ عمرَ: ذلكَ الرِّباَ. ثمَّ قال: السَّلَفُ عَلَى ثَلاَثَةِ وُجُوهٍ: سَلَفاً تُسلِفُهُ تُريدُ بِهِ وَجْهَ اللهِ تعالى فَلَكَ وَجْهُ اللهِ تعالى، وَسَلفاً تُسْلِفُهُ تُريدُ بِهِ وجهَ صاحِبِك فلكَ وجهُ صَاحِبكَ، وسلفاً تُسْلِفُهُ لتأخُذَ خبيثاً بطيِّبٍ فذلكَ الرِّبَا.

قال: فكيفَ تأمرُنِى يا أبا عبدالرحمن؟ قَالَ أرى أنْ تَشُقَّ الصَّحِيفَةَ، فإنْ أعطاكَ مثلَ الَّذِى أسْلَفْتَهُ قَبِلْتَهُ، وإنْ أعطاَكَ دُونَهُ فأخَذْتَهُ أُجِرْتَ، وإنْ أعطاكَ أفضَلَ طيِّبَةً بِهِ نفسُهُ فذلكَ شُكْرٌ شكَرَهُ لكَ، ولكَ أجرُ ما أنْظَرْتَهُ]

Muvatta, Büyû 92, (2, 681-682).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


9. (339)- Hadis

Mücahid’in anlattığına göre,

“İbnu Ömer (radıyallahu anh) bir miktar borç para aldı. Bunu sâhibine daha iyi bir şekilde ödedi. Borç veren adam: “Bu verdiğimden efdaldir (fazladır) diyerek almak istemedi. İbnu Ömer adama: “Biliyorum, ancak için bu şekilde rahat edecek” dedi.

وعن مجاهد أن عمر رضى الله عنهما: [اسْتَسْلفَ دَراهِمَ فقضَى صَاحِبَهاَ خيراً منَها، فأبى أنْ يَأخُذَهَا، وقال: هذِهِ خيرٌ منْ دَراهِمِى. فقالَ ابنُ عمرَ: قدْ علمتُ ولكنْ نفسى بذلكَ طَيِّبةٌ]

Muvatta, Büyû 90, (2, 681).

İmam Mâlik, önceden her iki tarafca şart koşulmamak kaydıya, borçlunun borcunu öderken, içinden gelerek, bir fazlalıkta bulunduğu takdirde bunun faiz olmayacağını ifade etmiştir. Bunun borçlunun içinden gelmesi, gönül hoşluğu ile vermesi şarttır. Verilen fazlalık şart gereği, âdet icabı, vaad sonucu olursa câiz olmaz. Ayrıca bu fazlalık  bir başka eksikliği  kapatmamalıdır. Sözgelimi on aded düşük altına mukabil sekiz adet kıymetli altın ödemek veya on aded âdi sikke altın almışken, on aded iyi altın ödemek gibi, bu durum da ribâ sayılır.


10. (340)- Hadis

Salim (radıyallahu anh) anlatıyor:

“İbnu Ömer (radıyallahu anh)’e belli bir vâde ile bir başkasında alacağı bulunan adam, parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vaz geçecek olsa? diye sordular. İbnu Ömer bunu hoş görmedi ve bu davranışı yasakladı.”

وعن سالم قال: [سُئِلَ ابنُ عُمَرَ رضى اللهُ عنهُما عنِ الرَّجُلِ يَكُونُ لَهُ الدَّيْنُ عَلَى رَجُلٍ إلى أجلٍ فيضَعُ عنهُ صاحِبُ الحَقِّ لِيُعَجَّلَ الدَّيْنَ فكرِهَ ذلكَ ونَهى عنهُ]

Muvatta, Büyû 82, (2, 672).

İmam Mâlik ve Ebu Hanîfe vâdeyi kısaltma karşılığında borcun azaltılmasını tecviz etmemişlerdir. İbnu Abbas (radıyallahu anh) bunu tecviz eder. Şâfiî’nin her iki görüşe de sâhip olduğu belirtilir.


11. (341)- Hadis

Ubeyd İbnu Ebî Sâlih anlatıyor:

“Ben, bilâhere ödenmek üzere Dar-ı Nahle ehline bez sattım. Bir müddet sonra Kûfe’ye gitmek istedim. Borçlular bana gelerek fiyattan biraz inmem hâlinde peşin ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbnu Sâbit’e sordum. Bana: “Hayır, bu işi yapmana cevaz veremem, bunu (ribâyı) ne senin yemeni, ne de (satın alanlara) yedirmeni emredemem”dedi.

وعن عبيد بن أبى صالح قال: [بِعْتُ بُرّاً منْ أهْلِ دَارِ نَخْلَةَ إلى أجَلٍ فأردتُ الْخُروجَ إلى الكوفةِ فعَرَضُوا عليَّ أنْ أضَعَ لَهُمْ ويَنْقُدُونِى فسألتُ زيدَ بنَ ثَابتٍ فقال: لا آمرُكَ أنْ تَفْعَلَهُ، وَلاَ أنْ تَأكُلَ هَذَا وَتُوَكِّلَهُ]. هذه الآثار الثلاثة أخرجها مالك

Muvatta, Büyû 81, (2, 671).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


12. (342)- Hadis

Ümmü Yunus (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh)’ın Ümmü Veled’i (çocuk doğurmuş cariyesi), Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye uğradı ve dedi ki: “Zeyd’in bir cariyesini el-Atâ’ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra aynı cariyeyi ondan, ödeme zamanı dolmazdan önce altı yüz dirheme satın aldım. Ayrıca ben kendisine, bunu satacak olursan senden ben satın alacağım diye şart koşmuştum.” Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): “Şart koşman da uygunsuz, satın alman da uygunsuz olmuş. Zeyd İbnu Erkam’a söyle ki, bu iş sebebiyle tevbe etmezse, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la birlikte yaptığı cihadı iptal etmiştir” dedi.

Kadın: “Zeyd ne yaptı ki (böyle hükmediyorsun?)” diye sorunca Hz. Aişe cevap olarak şu âyeti okudu: “Kime Rabb’inden bir öğüt gelir de fâizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a aittir…” (Bakara, 275). Ashab’tan pek çoğu hayatta olduğu hâlde, kimse bu hükümden dolayı Hz. Aişe’yi reddetmedi.”

وعن أم يونس قالت: [جَاءَتْ أمُّ وَلَدِ زَيدِ بنِ أرْقَمَ رضِىَ اللهُ عنه إلى عائشةَ رضِىَ اللهُ عنها فقالت: بِعْتُ جَارِيةً منْ زيدٍ بثمانمائةِ دِرْهمٍ إلى العَطَاءِ تم اشْتَرَيْتُهَا منهُ قَبْلَ حُلُولِ الأجَل بِستِّمائَةِ دِرْهَمٍ، وكنتُ شرَطْتُ عليه أنَّكَ إنْ بِعْتَهَا فأنَا أشْتَريِها مِنْكَ فقالتْ عائشةً رضى الله عنها: بِئْسَمَا شَريْتِ وَبِئْسَمَا اشْتَرَيْتِ: أبْلِغِى زيدَ بنَ أرْقَمَ أنّه قَدْ أبْطَلَ جِهَادَهُ مَعَ رسولِ اللهِ ﷺ إنْ لَمْ يَتُبْ مِنْهُ. قالتْ فمَا  يَصْنَعُ؟ فَقَالَتْ عائشةُ رضى الله عنها فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهِ فانْتَهَى فلهُ مَا سَلَفَ وأمْرهُ إلى اللهِ الآية فلم يُنْكِرْ أحَدٌ على عائشةَ رضى الله عنها، والصّحَابَةُ رضى الله عنهم مُتَوَافِرُونَ] .

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


13. (343)- Hadis

Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: “Cenab-ı Hakk’ın terketmeyenler için harb etmeye izin verdiği ribâ, câhiliye devrinde iki şekilde cereyan ederdi:

1- Bir kimsenin diğer bir kimsede, vâdeli bir alacağı bulunurdu. Vâde dolunca alacaklı: “Ödeyecek misin yoksa fâizlesin mi?” derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse, ölçeklenen, tartılan, ekilen veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı.

2- Yaşla ölçülen bir mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vâde de uzatılırdı. İslâm gelince Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının, inanmışsanız fâizden arta kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah’a ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz” (Bakara 278-279).

وعن زيد بن أسلمَ قال: [كانَ الرِّبَا الَّذِى أذِنَ اللهُ فيهِ بالحَرْبِ لِمَنْ لَمْ يتْرُكْهُ عندَ الجاهليةِ على وَجْهَيْنِ: كَانَ يكونُ لِلرَّجُل على رَجُلٍ حقٌّ إلى أجَلٍ فإذا حلَّ الأجَلُ قال صاحِبَ الحَقِّ: أتَقْضِى أمْ تُرْبى؟ فإنْ قَضَاهُ أخَذَ منه، وإلاَّ طَواهُ إن كانَ مِمَّا يُكَالُ أو يُوزَنُ أو يُذْرَعُ أو يُعَدُّ، وإنْ كَانَ سِنَّا رَفَعَهُ إل الذى فَوْقَهُ وَأخَّرَهُ عنه إلى أجلٍ أبْعَدَ منْهُ. فلمَّا جَاءَ الإسْلامُ أنْزَلَ اللهُ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ منَ الرِّبَا إنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ ـ إلى ـ وإنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤسُ أْوَالِكُمْ إلى آخرها]. أخرجهُ رزين

Bu rivayeti Rezîn tahric etti.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz

MUHAYYERLİK HAKKINDA – BEŞİNCİ BAB

1. (344)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Alışveriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkca (akdi bozmakta) muhayyerdirler. Veya alışveriş yapanlardan biri diğerine “muhayyersin” demişse yine muhayyerdir.” Ravi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın belki de “Alışveriş yapanlardan biri “muhayyerlik şartı üzere olsun demişse” şeklinde buyurmuş olacağında şüphe etmektedir.”

عن ابن عمرَ رضى اللهُ عنهما. أنّ النبىّ ﷺ قال: [المُتَبايعانِ بالْخِيارِ مالمْ يَفْتَرقَا، أو يقولُ أحَدُهُما للآخَرِ: اخْترْ، ورُبَّمَا قال: أو يكونُ بيعَ خيار]. أخرجه الستة

Buhârî, Büyû, 42, 43, 44, 46; Müslim, Büyû 45, 47, (1531); Tirmizî, Büyû 26, (1246); Ebu Dâvud, Büyû 53. (3454); Nesâî, Büyû 9, (7, 248); Muvatta, Büyû 79, (2, 671); İbnu Mâce, Ticârât 17, (2181).

Bu hadis, alışveriş yapanların akitten sonra birbirlerinden ayrılmadıkca satış akdini bozup bozmamakta serbest olduklarını ifade eder. Âlimler, ayrılmanın nasıl tahakkuk edeceği hususunda ihtilâf etmiştir. Bir kısmı “bedenen” ayrılmayı, bir kısmı da “kavlen” ayrılmayı anlamıştır.
İmam Mâlik, İmam Âzam ve İmam Muhammed ayrılmanın “kavlî” olduğunu söylerler. Onlara göre satıcı: “Sattım”, müşteri de: “Aldım” dedi mi akit kesinleşmiş ve iki taraf birbirinden ayrılmış sayılır. Artık her iki tarafa da muhayyerlik tanınmaz. Ancak bizzat hadislerde temas edildiği üzere, müşteri o malı görmek, kusursuz olmak veya muhayyer olmak gibi bir şartla almış ise bu şartlara binâen akdi bozarak malı iade edebilir.
İmam Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel (rahimehumullâh) başta olmak üzere diğer birçok âlimlere göre alıcı ile satıcının ayrılmalarından murad “bedenen birbirlerinden uzaklaşmalarıdır.”
Arkadan kaydedeceğimiz 346 numaralı hadisteki “Muhayyerlik şartıyla yapılan satış müstesna” cümlesinde kastedilen “muhayyerlik” hakkında üç görüş söz konusudur:
1- Muhayyerlik akid tamamlandıktan sonra o meclisten ayrılmadan sübut bulur. Yani “alıcı ile satıcı birbirinden ayrılmadıkca muhayyerlik var” diye takdir edilir.
2- İkinci kavle göre, bundan maksat üç gün veya daha az bir müddet muhayyerlik şartıyla yapılan akittir. Bu durumda, muhayyerlik, tesbit edilen bu müddet esnasında devam eder.
3- Üçüncü görüşe göre, “meclis muhayyerliği bulunmamak şartıyla yapılan satış müstesnâdır” demektir. Bu durumda akdin yapılması ile satış tamamlanır, artık muhayyerlik yoktur.
Bu üç görüşten birincisi en sahih olanıdır. Âlimler bunu çoğunlukla kabul etmekten başka bilhassa üçüncü görüşün nasslara zıt düştüğü ve dolayısıyla bâtıl olduğu husûsunda fikir beyân etmişlerdir.
Nevevî, “Alışveriş yapanlardan biri diğerine “muhayyersin”  demişse…” cümlesinden: “satışın muteber olduğunu ihtiyar et” mânasını anlar. Ve şu açıklamayı sunar: “Öbürü ihtiyar ederse satış kesinlik kazanır… Sükut ederse hıyâr (satıştan dönme) hakkı devam eder. Satışın kesinleşmesini sözle ifâde eden tarafın ihtiyâr hakkının devam edip etmiyeceği hususunda ashâbımız (Şâfiîler) iki görüş ileri sürmüştür. Sahih olanı, devam etmeyeceğine dair olanıdır, hadisin zâhirine uygun olan görüş de budur.” Nevevî’nin bu yorumunu kaydeden Aynî, cerhetmek maksadıyla, Hattâbî’nin şu yorumunu kaydeder: “Bu hadis, hıyâru’lmeclis’in mevcudiyetine açık bir delildir. Ayrıca, hadislerin zâhirine muhâlefet olarak yapılan bütün tevilleri de iptal etmektedir. Hadisin sonunda gelen: “Alışverişi yaptıktan sonra ayrılırlar da…” cümlesi(3) de aynen bunun gibidir. Bu da
[Dipnot]= 3.  Bu cümle müteakip 345 numaralı rivâyette yer alacaktır.
açık bir şekilde, bedenî ayrılıkla, muhayyerlik hakkının kalktığını gösterir. Zira, kastedilen ayrılmadan maksad sözle olan ayrılma olsaydı hadisin bir mânası kalmazdı.” Hattâbi’ye Aynî şu cevabı verir: “Bu hadis alışveriş yapanlardan biri, diğerine bir icab’ta (teklif’te) bulununca diğerinin kabul edip etmemekte muhayyer olduğu hususunda açık bir delildir, bu doğru. Ancak bir taraftan “icab”, diğer taraftan da “kabûl” vâki olunca akit tamam olur, bundan sonra -hususî şekilde koşulan şartla, hıyâru’l-ayb dışında, hıyâr (akdi bozma) hakkı yoktur. Bunun delili de Nesâî’de kaydedilen Semüre (radıyallahu anh) hadisidir:
“Alış veriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkça ve her biri, diğerinden dilediğini almadıkça muhayyerdirler…” Aynî, Tahâvî’ nin hadisle ilgili şu yorumunu ilâve eder: “Bu hadiste yer alan “…her biri, diğerinden dilediğini almadıkça” sözü, alışveriş yapanlara tanınan muhayyerlik’in aralarında akdin kesinleşmesinden evvele ait olduğuna delalet eder. Öyle ise, akid müşterinin râzı olacağı husus üzerine cereyan eder, râzı olmayacağı şey üzerine değil. Çünkü bu meselede, hadiste mezkur olan ayrılıktan maksadın, alışverişten sonra vâki bedenî ayrılma olduğunu söyleyenler arasında, müşterinin maldan dilediği kadarını alıp geri kalanı bırakma hakkına sahip olmadığı, ya tamamını alıp, ya da tamamını terketmesi gerektiği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur.” Aynî şu neticeyi kaydeder: “Bu da gösterir ki, ayrılıktan maksad “kavlî ayrılık”tır, “bedenî” değil. Hatâbî’nin “…hadislerin zâhirine muhalif olarak yapılan bütün te’villleri iptal eder” sözü Hanefiler nezdinde müsellem değildir. Çünkü iki te’vil birbirine zıd düşerse hadis üzerinde tevakkuf edilir ve kıyasla amel edilir. İmdi alışveriş, icâre gibi, bazı malların menfaatlerine mâlik olmayı sağlayan akidlerin hepsi -icab ve kabulle gerçekleştikleri için- nikâh akdine kıyas olunur. Nasıl ki nikâh akdinde, akid tamamlandıktan sonra bedenî ayrılık şartı koşulamazsa, alışveriş akidlerinde de böyle bir şart koşulamaz.
İmam Mâlik derki: “Alışveriş yapanların birbirlerinden ayrılmaları hususunda belli bir sınır, muayyen bir vakit konmamıştır. Öyle ise, akdin kesinleşmesini bedenî ayrılığa talik etmek, akdi, -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yaklaşmış olduğu mülâmese ve münâbeze satışlarında veya meçhul vâdeli muhayyerlik hakkı tanıyan alışverişlerde olduğu gibi- meçhulat üzerine bina etmek gibidir ve böyle bir akit katî surette fâsiddir.


2. (345)- Hadis

Sahîheyn’de gelen bir rivayette şöyle buyurulmuştur:

“İki kişi alışverişte bulununca, onlar ayrılmadıkça, veya biri  diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Biri diğerini muhayyer bırakır da bu şartla alışveriş yaparlarsa artık akit kesinleşmiştir. Alışverişi yaptıktan sona ayrılırlar da ikisinden biri satıştan vazgeçmezse yine satış kesinleşmiştir.”

وفي رواية للشيخين: [إذا تبَايعَ الرُّجلانِ فكُلُّ واحدٍ منهما بالخيارِ مالمْ يَتَفَرَّقَا أو يُخَيَّر أحَدُهُما الآخَرَ، فإنْ خَيَّرَ الآخرَ فتبَايَعَا على ذلك فَقَدْ وجَبَ البيعُ، وإنْ تَفَرَّقَا بَعْدَ أنْ تَبَايَعَا وَلمْ يَتْرُكْ واحدٌ منهما البَيْعَ فَقدْ وَجَبَ]

Buhârî, Büyû 45; Müslim, Büyû 44, (1531).

AÇIKLAMA, için önceki hadise bakınız.


3. (346)- Hadis

Müslim’in bir diğer rivayetinde şöyle buyurulmuştur:

“Alışveriş yapan herhangi iki kişi arasında, birbirlerinden ayrılmadıkça akit kesinleşmiş olmaz. Ancak muhayyerlik şartıyla yapılan satış müstesna!”

وفي أخرى لمسلم: [كُلُّ بَيِّعَيْنِ لا بَيْعَ بينَهُما حتَّى يَتَفَرَّقَا إلا بَيْعَ الْخِيَارِ]

Müslim, Büyû 46, (1531).

AÇIKLAMA, için 344 numaralı hadisin açıklamasına bakınız.


4. (347)- Hadis

Müslim’in bir diğer rivayetinde Nafi der ki:

“İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) bir kimse ile alışveriş yapınca bu satışın bozulmasını istemedi mi kalkar biraz yürür, sonra geri dönerdi.”

وله في أخرى. قال نافع: [وكان ابن عُمرَ رضى الله عنهما إذا بَايع رجلاً فأراد أنْ لا يُقِيلَه قامَ فمَشى هٰنَيْهَةً ثمَّ رَجَعَ]

Müslim, Büyû 45, (1531).

Başka  rivayetlerde “İbnu Ömer hoşuna giden birşey satın alınca arkadaşından ayrılırdı.” “İbnu Ömer alışveriş yapınca, akdin kesinlik kazanması için oradan ayrılırdı” şeklinde ifadeler gelmiştir. Müteakip rivayet de bu gruba dahildir. Bütün bu rivayetler, İbnu Ömer’i,hadiste gelen “ayrılma”dan bedenen ayrılmak’ı anladığı ortaya çıkmaktadır.


5. (348)- Hadis

Tirmizî’nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir:

“İbnu Ömer, bir alışverişi oturarak yapmış ise, akdin kesinleşmesi için ayağa kalkardı.”

وفي أخرى للترمذى: [كانَ ابنُ عمرَ إذا ابْتَاعَ بَيْعاً وَهو قاعدٌ قامَ لِيَجِبَ لهُ]

Tirmizî, Büyû 26, (1245).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


6. (349)- Hadis

Hakim İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (her şeyi) beyan ederlerse bu alışverişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Gerçeği gizlerler ve yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi kalmaz.”

وعن حكيم بن حزام رضى الله عنه قال: [قالَ رَسُول الله ﷺ الْبَيِّعَانِ بِالْخِيَارِ مَالمْ يتَفرَّقَا، فإنْ صَدَقَا وَبَيَّنَا بُورِكَ لَهُمَا في بَيْعِهِمَا، وَإنْ كَتَمَا وَكَذَبَا مُحِقَتْ بَرَكَةُ بَيْعِهمَا]. أخرجه الخمسة

Buhârî, Büyû 19, 22, 42, 44, 46; Müslim, Büyû 47, (1532); Ebû Dâvud, Büyû 53, (3459); Tirmizî, Büyû 26, (1246); Nesâî, Büyû 8, 57, 244).

Alışveriş yapanların doğru söylemeleri fiyat, malın kalitesi, ödeme şekli gibi, her iki tarafı ilgilendiren hususların hepsine şâmildir. Beyân’ dan maksad da, satılan eşyanın ve semenin kusurunun, olduğu gibi eksiksiz açıklanmasıdır. Alışverişin mübarek kılınması, fâidesinin çok olması ve her iki tarafa da hayırlı kılınmasıdır. İbnu Hacer, zâhirî mânanın esas alınabileceğini, zîra, hile ve yalandaki uğursuzluğun, akdin üzerine çökerek, bereketini kaldırabileceğini belirtir. Keza bu hâlin sadece hile ve yalana  yer veren tarafa gelip, öbür tarafın bu bereketsizliğin dışında kalmasının da muhtemel olduğunu belirten İbnu Hacer, Buhârî şarihlerinden İbnu Ebî Cemre’nin bu ikinci görüşü tercih ettiğini söyler.


7. (350)- Hadis

Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (ra) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Alışveriş yapan iki taraf, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Ancak, aralarında muhayyerlik anlaşması varsa bu müstesna. Bu durumda, “karşı taraf pişman olur da akdi bozar”  korkusuyla birinin oradan ayrılması helâl olmaz.

وعن عبدالله بن عمرو بن العاص رضى الله عنهما قال: [قالَ رسول الله ﷺ الْبَيِّعَانِ بِالْخِيَارِ مَالَمْ يَتَفَرَّقَا إلاَّ أنْ تَكونَ صَفقَةَ خِيَارٍ فلاَ يَحِلُّ أنْ يُفَارقَ صاحِبَهُ خَشْيَةَ أنْ تَسْتقِيلَهُ]. أخرجه أصحاب السنن.

Tirmizî, Büyû 26, (1247); Ebu Dâvud, Büyû 53, (3954); Nesâî, Büyû11, (7, 251-252).

Alışverişin kesinleşmesini sağlayan “ayrılma”yı akid meclisini terkederek “bedenen ayrılma” olarak anlayan Tirmizî hazretleri hadisle ilgili olarak şu açıklamaya da yer verir: “Bunun mânası, alışverişten sonra muhayyer taraf pişman olarak alışverişten vazgeçer korkusuyla (muhayyerlik hakkına sahip olmayan tarafın) onu terketmesidir. Şayet ayrılıktan murad kavlî ayrılık (yani her iki tarafın alışveriş akdini kesin bir dille ifade etmiş olmaları) olup, bu akidden sonra muhayyerlik bulunmasaydı, bu hadis mânasız olurdu. Zira hadiste: “Karşı taraf pişman olur da akdi bozar korkusuyla oradan ayrılması helâl olmaz” buyrulmaktadır.
Şu halde bu hadis, “ayrılık”ın kavlî değil, bedenî ayrılık olduğuna delil olmaktadır. Ancak 344 numaralı hadisle ilgili olarak kaydettiğimiz açıklamalara göre aksi de söylenmiştir ve Hanefiler başta, bir kısım fakihler, akdi kesinleştiren ayrılığın bedeni değil, kavlî ayrılık olduğu görüşünü benimsemişlerdir.


8. (351)- Hadis

Ebu Dâvud’un Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretlerinden kaydettiği bir rivayette şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Alış veriş yapan her iki taraf da akitden memnun kalmadıkça ayrılmasınlar.”

وفي أخرى لأبى داود عن أبى هريرة رضى الله عنه قال: [قال رسولُ الله ﷺ: لاَ يَتَفَرَّقَنَّ اثْنَان إلاَّ عَنْ تَراضٍ]

Ebu Dâvud, Büyû 53, (3458); Tirmizî, Büyû 27, (1248).

Aliyyu’l-Kârî, Mirkât’da: “Allahu âlem hadisten murad şudur” dedikten sonra açıklar: “Alım ve satım yapan her iki taraf da malın kabzı ve semenin ödenmesiyle ilgili bütün hususlarda eksiksiz anlaşmış olarak ayrılmalıdırlar.” Aksi takdirde bir kısım mahzurlar hâsıl olur. İşte şeriat bunu yasaklamıştır. Mamafih hadisten şu da anlaşılabilmektedir: Ayrılmak isteyen taraf arkadaşına: “Malı almak istiyor musun?” der. Öbür taraf akdi bozmayı isterse akdi bozar. Bu mâna, bu babtaki ikinci hadise de muvâfık düşüyor.
Bu hadiste ifade edilen nehy (yasaklama) tahrimî değil tenzihî’dir, yani şiddetli değil hafif bir yasaktır, zira taraflardan birinin izni veya bilgisi olmadan öbürünün akid meclisini terketmesinin helâl olduğu hususunda icma mevcuttur.
Hadiste, her iki tarafın hıyâru’lmeclis (yani, beraberlikleri  sırasında akdi bozma) hakkına sâhip olduklarına delil mevcuttur, aksi halde bu hadisin mânası olmaz diyen de olmuştur.


9. (352)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir bedeviyi, satıştan sona muhayyer kıldı.”

وعن حابر رضى الله عنه: [أنَّ رسولَ الله ﷺ خيَّرَ أعْرَابِيّاً بَعدَ الْبَيْعِ]. أخرجه الترمذى وصححه

Tirmizî, Büyû 27, (1249). Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

Bu rivayet, icâb (teklif) ve kabul tahakkuk ettikten sonra, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bedeviye muhayyerlik hakkı tanıdığını ifade eder. Tîbî der ki: “Hadisin zâhiri, Ebu Hanife’nin görüşüne delâlet eder. Çünkü, hıyâru’lmeclis akitte sâbit olsaydı, yeniden muhayyerlik tanımak abes olurdu. (Yâni sözün bitmesiyle akit kesinleşmeseydi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona ilâveten muhayyerlik tanımazdı). Ancak mesele şöyle cevaplandırılır: “Bu hadis mutlaktır, mukayyede hamlolunur, nitekim İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in rivayetinde öyle gelmiştir: “Alışveriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Muhayyerlik şartı ile yapılan akit hâriç (onlar şarta göre muhayyerliklerini devam ettirirler.)


10. (353)- Hadis

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Alışveriş yapanlar ihtilafa düşerlerse satanın sözü esas alınır. Müşteri muhayyer bırakılır.”

وعن ابن مسعود رضى الله عنه قال: [قالَ رسول الله ﷺ: إذَا اختَلَفَ البَيِّعَانِ فَالقَوْلُ قَوْلُ البَائِعِ، والمبتاعُ بالخِيَارِ]. أخرجه مالك والترمذى واللفظ له .

Muvatta, Büyû 80, (2, 671); Tirmizî, Büyû 43, (1270); Metin Tirmizî’ye aittir.

Alışveriş yapanların ihtilafından maksat, satıcı ile müşteri arasında fiyatın miktarı, muhayerlik şartı veya bir başka hususta, taraflardan birinin elinde kendi iddiasını te’yid edici bir delil olmaksızın çıkan anlaşmazlıktır. Burada, ihtilafın çıktığı mesele zikredilmemiştir. İlmü’l-Meânî kâidesince, bu makamda, böylesi mutlak ifade  hükmün tâmîmine sebeptir. Yâni, ihtilaf her neyi alâkadar ederse etsin demektir: Fiyatla ilgili olur, malla ilgili olur, akde konulması meşru şartlarla ilgili olur, kısacası alışveriş sebebiyle müşteri ile satıcı arasında mevzubahis olabilecek herhangi meşru bir mesele üzerine çıkan ihtilafta.. demektir. Bazı rivayetlerde fiyatla ilgili ihtilâfın tasrih edilmiş olmasının, buradaki hazfa dayanarak ifade edilen tâmime münâfi olmadığı belirtilmiştir.
Öyle ise her çeşit ihtilafta müşteri delil getiremeyince, yemin ettiği takdirde, satıcının sözü esas alınacak demektir. Müşteri, satıcının sözüne uygun şekilde akdi kabul edip etmemekte muhayyerdir. Satan kimsenin yemin etmesi gereğini ifade için bazı âlimler: Alıcı ile satıcı arasında fiyat, mal veya koşulan şartlarla ilgili bir ihtilâf çıktığı vakit yemin ettiği takdirde satıcının sözü esas alınır, çünkü şeriatta, sözü esas alınacak olana yemin ettirilir(4) kaidesi mevcuttur diyerek, hadisi bu hükme delil göstermiştir. Ancak aynı hükme, Ahmed İbnu Hanbel ve Nesâî’nin bir rivayetinden getirilen delille ulaşanlar da olmuştur. Çünkü Ebû Ubeyde’den yapılan mezkur rivayete göre, fiyat hususunda ayrı ayrı rakamlar iddia ederek kendisine (aleyhissalâtu vesselâm) müracaat eden iki kişiden satıcıya Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yemin ettirmiş, sonra müşteriyi bu fiyatla alıp almamakta muhayyer bırakmıştır.
Neylü’l-Evtar’da Şevkânî, satıcı ile müşteri arasında ihtilaf çıktığı vakit, her iki tarafın rızasıyla anlaşmanın feshine gidilmemesi halinde takip edilecek muamele hususunda satıcının sözünün, yemin etmesi şartıyla esas alınarak ihtilafın giderileceğini söyler. Her iki tarafın rıza göstererek feshe gitmesinin câiz olduğunu belirtir.
[Dipnot]= 4.  Bu kâide: Tirmizî’de kaydedilir.
İhtilaf çıktığı  zaman takip edilcek yol hususunda, ihtilafa konu olan malın mevcut veya telef olması arasında fark olmadığı, her iki halde de aynı yola gidileceği belirtilir.
Yine Neylü’l-Evtâr’da dikkat çekilen bir hususu kaydetmekte fayda var: Satıcı ile müşteri arasındaki ihtilafların hallinde “satıcıya yemin ettirip, sözünü esas almak” prensibini, bazı ihtilafların hallinde bütün âlimler ittifakla kabul ederken, bazı ihtilâfların hallinde kabul edememişlerdir. Bu meselede ulemayı ihtilâfa sevkeden sebep şu hadisin hükmüdür: “İhtilaflarda dâvacıdan delil istenir, dâvalıya da yemin teklif edilir.” Bu hadisin hükmü umumidir, hangi çeşit dâvâ olursa olsun delil dâvâ sahibinden, yemin de dâvâ edilenden istenecektir, hangisi satıcı hangisi müşteri bakılmayacaktır. Halbuki üzerinde durduğumuz hadis yemini satıcıya teklif edip, onun sözünü esas alıyor, delili de -davacı veya davalı oluşuna bakmadan- müşteriden taleb ediyor. İki hadis arasında umumhusus münâsebeti mevcuttur ve aynı meseleye temas etmeleri, cihetiyle de müteârızdırlar. Şöyle ki malı satan davacı olsa birine göre yemin edecek, diğerine göre delil getirecek. Şu halde, bu iki hadisten biri, haricî şartlara bakılarak tercih edilip  amelde esas  kılınacaktır…”
Şevkânî bu açıklamadan sonra “delil getirmeyi dâvâcıya, yemin etmeyi dâvâlıya” yükleyen hadisin râcih olduğunu gösteren deliller kaydeder.


11. (354)- Hadis

Ebu’l-Vadî’ anlatıyor:

“Bir gazvede bulunduk. Bir yere indik. Bir arkadaşımız, bir köle karşılığında bir at sattı. O günün geri kalan kısmında ve geceleyin beraber kaldılar. Sabah olunca göç hazırlığı yapıldı. Adam kalkarak atını eğerlemeye gitti. Bu satıştan pişman olmuştu. Öbürüne gidip akdi bozmak istedi. Fakat diğeri kabul etmedi, atı vermeyi reddetti ve “Aramızda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabından Ebu Berze hakem olsun” dedi. Ona gelip, durumu anlattılar. Ebu Berze: “Aranızda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmetmeme razı mısınız? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurmuştu ki: “Alımsatım yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler.” Ben sizi ayrılmış göremiyorum.”

وعن أبى الوضئ قال: [غَزَوْنَا غَزْوَةً فَنَزَلْنَا مَنْزِلاً فَبَاعَ صَاحِبٌ لَنَا فَرساً بِغُلامٍ ثمَّ أقامَا بقيَّةَ يَوْمِهمَا وَلَيْلَتِهِمَا؛ فلمَّا أصبَحْنَا حضَرَ الرَّحِيلُ فقامَ الرَّجُلُ إلى فرَسِهِ ليُسْرَجَهُ فَنَدِمَ فأتَى الرَّجُلَ فأخَذَهُ بالبيعِ فأبَى الرَّجلُ أن يدفَعَهُ إليهِ، فقالَ: بَيْنِى وَبينَكَ أبُو بَرْزَةَ صَاحبُ رسُولِ اللهِ ﷺ، فَأتَيَاهُ فأخْبَراهُ فقالَ: أتَرْضِيَانِ أنْ أحْكُمَ بَيْنَكما بِقَضَاء رسُولِ اللهِ ﷺ؟ قالَ رسولَ اللهِ ﷺ: البَيِّعَانِ بالخِيَارِ مالم يَتَفَرَّقَا، وَلاَ أرَاكُمَا افْتَرقْتُمَا]. أخرجه أبو داود

Ebu Dâvud, Büyû 53, (3457).

Hadis, Ebu Berze (radıyallahu anh)’nin, “ayrılma”yı bedenî ayrılma anladığını, çok geniş bir meclis telakkisine sahip olduğunu, şöyle ki, onun nazarında o mekanı terketmedikce bedenî ayrılmaların da gerçek “ayrılma” sayılmadığını göstermektedir. Zira, Ebu’l-Vadî’, alış verişten sonra günün geri kalan kısmı ile gecenin de orada geçirildiğini belirtmektedir. Ebu Berze buna rağmen “Ben sizi ayrılmış göremiyorum” demiştir. Şurası muhakkak ki, bu müddet içerisinde yeme, içme, abdest bozma gibi çeşitli ihtiyaçlar için birbirlerinden ayrılmış olmalıdırlar. Ancak bu ayrılmalar aynı mekan çerçevesindedir. Üstelik, hadisin Tirmizî’de gelen vechinde hadisenin gemi içerisinde geçtiği belirtilir.
Ayrılma’yı “bedenî ayrılma” şeklinde anlamada Ebu Berze’nin yalnız olmadığı, Buhârî’de İbnu Ömer, Şureyh, Şa’bî, Tâvus, Âtâ, İbnu Ebî Müleyke gibi başkalarının da bu görüşte olduğu belirtilmiştir.
344 numarlı hadisin açıklamasında da uzunca temas edildiği üzere, akdin kesinleşmesini sağlayan “ayrılma”nın tavsifinde âlimler ihtilâf etmişlerdir.
Hattâbî, Meâlim’de bilhassa Mâlikî ulemasının, “ayrılma”yı belirleyen muayyen bir tarifin yokluğundan yakındıklarını kaydeder. Selef ulemasının bu ihtilafı halefe bir kısım rahatlıklar sağlamıştır denebilir. Çünkü onlar: “Bu ve benzeri meselelerde halkın örf ve âdetini esas almayı prensip edinmişler, alıcı ve satıcı her ikisinin birlikte  bulundukları mekânın hâline itibar etmişlerdir.” Sözgelimi geniş bir evde idiyseler, biri bulunduğu meclisi terkederek bir başka oda veya bölmeye geçti ise, arkadaşından “ayrılmış”tır. Bunlar bir çarşıda veya dükkanda olsalar, ayrılma, birinin arkadaşından ayrılıp birkaç adım atmasıyla tahakkuk eder.

ŞUF’A’A DAİR HADÎSLER – ALTINCI BAB

1. (355)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) taksîm edilmedikçe her (akar) malda şuf’a hakkı bulunduğuna hükmetti. Araya sınırlar konup, yollar tayin edilince şuf’a hakkı kalkar.”

Müslim’deki metin  şöyledir: “Henüz taksim edilmemiş arazi, mesken, bahçe gibi (akar nevinden) her ortaklıkta şuf’a hakkı vardır. (Ortaklarından birinin) ortağına haber vermeden satması helal olmaz. Satmadan önce haber verir, ortağı satın alır veya terkeder. Ortağına haber vermeden satarsa, ortağı bu mala (aynı fiyat karşılığında) hak sâhibi olur.”

عن جابر رضى الله عنه قال: [قَضَى رسُولُ اللهِ ﷺ بالشُّفْعَةِ في كُلِّ مالَمْ يُقْسَمْ، فإذاَ وَقَعَتِ الحدُودُ وصُرِّفَتْ الطُّرُقُ فلاَ شُفعةَ]. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ البخارى، ولفظ مسلم [في كُلِّ شَرِكَةٍ لَمْ تُقْسَمْ : أربعَةٍ أوْ حَائِطٍ لا يَحِلَّ لَهُ أنْ يَبِيعَ حتَّى يُؤْذِنَ شَرِيكَهُ، فإنْ شَاءَ أخَذَ وإنْ شَاءَ تَرَكَ، فإذَا بَاعَ ولم يُؤذِنْهُ فَهُوَ أحَقُّ بِهِ]

Bu hadisi Beş Kitap da tahric etmiştir. Buhârî, Şuf’a 1, Büyû 96, 97, Hiyel 14, Şirket 8-9; Müslim, Müsâkat 134 (1608); Nesâî, Büyû 108, 109 (7, 301); Ebû Dâvud, Büyû 73, (3513, 3514); Tirmizî, Ahkâm 33, (1370).

Şuf’a kelime olarak bir şeyi diğerine katmaya, ilâve etmeye, denir. Böylece o şey bir iken iki, tek iken çift olur. Bu  kelimenin yardım mânasına gelen şefâat kökünden geldiği de söylenmiştir. Dinî bir ıstılah olarak, ortaklık ve komşuluk sebebiyle, bir akar üzerinde ortak ve komşunun, üçüncü bir şahsa satıldığı şartlar tahtında o mala temellük etme hakkıdır. Bu hak üç suretle ortaya çıkar:
1- Âlimler, yukardaki hadisin sarahatinden hareketle taksim edilmemiş bir akarda ortak olan kimsenin, o akarda şuf’a hakkı bulunduğunda ittifak ederler.
2- Ortaklıktan başka, herkese açık olmayan hususî kuyunun suyuyla sulama, hususî yoldan müştereken istifade gibi durumlarda da şuf’a hakkı doğmaktadır. Bu durumda tarla veya evin bitişikliği de aranmaz. Hakk-ı şirb-i has’ta veya tarîk-i has’ta müştereklik, araya başka mülkler girse bile bu hakkı doğurur.
3- Üçüncü olarak, komşuluk, bitişiklik de şuf’a hakkını doğurmaktadır. Bazı âlimler komşuluğun şuf’a hakkı doğurmadığını söylemiştir.
Bu durumlarda satılacak mal önce şuf’a hakkı olana teklif edilir. O olmadığı takdirde satılır. Haber verilmeden üçüncü şahsa satıldığı takdirde, şuf’a hakkı olan kimse aynı parayı ödeyerek, o akara cebren mâlik olur.
Hanefiler bir binanın, üst katı birinin, alt katı birinin olduğu takdirde şuf’a hakkı doğacağına ictihad etmişlerdir.
Şuf’a hakkı tanıyan komşuluğun tavsifi nasıldır? diye bir soru hatıra gelebilir. Hanefilere göre, bitişik komşu şuf’a hakkına sahiptir. Ancak, satılacak evin etrafından kırk hânenin şuf’a hakkına sahip olduğunu söyleyen âlim de çıkmıştır. Hatta daha ileri gidip evin her cihetinden kırkar haneyi komşu addedenler, sabah namazını müştereken aynı camide kılanları komşu addedenler olmuş ve hata bütün şehir halkını birbirine komşu sayanlar da olmuştur. Bu çeşit telakkiler hiçbir zaman fiilî örneği bulunmayan ve tatbik imkânı da olmayan fantezi görüşler ise de, bir bakıma, yerleşim birimlerine yabancı unsurun sokulmasını önlemek düşünüldüğü takdirde işletilebilecek hikmetli içtihadlar diye saygıyla karşılanması gerekir. Bu meselede “bitişik komşu” prensibini koyan İmam-ı Âzam, yukarıda açıklanan ifrat görüşlerle komşuya şuf’a hakkı tanımayarak tefrite düşen Şâfiîler arasında mutavassıt ve tatbik  imkânı olan makul yolu  tutmuş olmaktadır.
ŞUF’A HAKKI ÂMDIR. Komşuya şuf’a hakkı tanıyan hadislerde “komşu” tabiri âm olduğu için kâfir, müslim, köylü, şehirli, büyük, küçük, hâzır, gâib ayırımı yapılmaz, bütün komşular bu hakka sâhiptir. Ahmed İbnu Hanbel, Şâbî ve Hasen Müslüman aleyhine zımmîye şuf’a hakkı  olmayacağına kâil ise de, Ebu Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Cumhur’a göre zımmî de şuf’a hakkına sahiptir.
Yukarıda kaydedilen hadisin bilhassa Müslim tarafından rivayet edilen vechi, şuf’a’nın daha ziyade akar denen gayr-ı menkulle (ev, arsa, bahçe gibi) ilgili olduğunu tasrih eder. Ancak, elbise bile olsa, ortaklığın girdiği herşeyde şuf’a vardır diyen alim de olmuştur.


2. (356)- Hadis

Ebu Dâvud ve Tirmizî’de gelen bir diğer rivayet şöyledir:

“Komşu, komşusuna karşı şuf’a hakkına sâhiptir. Aynı yoldan işliyorlarsa, komşu bulunmadığı takdirde, gıyâbında satış yapmaz, bekler.”

وفي أخرى لأبى داود والترمذى قال: [الجارُ أحقُّ بِشُفْعةِ جارِهِ يَنْتَظِرُ بِهَا وإنْ كانَ غَائِباً إذا كانَ طَرِيقُهما واحِداً]

Ebu Dâvud, Büyû 75, (3518); Tirmizî, Ahkâm 33, (1369); İbnu Mâce, Şüf’a 2, (2494); Nesâî, Büyû 80, (7, 301).

Bu hadis, şuf’a hakkının gaybûbetle ortadan kalkmayacağını te’yid etmektedir. Şuf’a hakkına sahip kişi, çocuksa, onun büluğa ermesi beklenir. Büluğa erince hakkını kullanır veya kullanmaz. Keza, hak sâhibi, herhangi bir sebeple mevcut değilse, geldiği zaman hakkını kullanabilir.
Bazı âlimler, bu hadise dayanarak şuf’a hakkının sübûtu için, “mücerred komşuluk yeterli değildir, yol birliği de gereklidir.” hükmüne varmışlardır.
Bu hadis bazı âlimlerce sened yönüyle zayıf addedilmiştir.


3. (357)- Hadis

Tirmizî’nin bir diğer rivayetinde:

“Evin komşusu eve bir başkasından daha çok hak sâhibidir” buyrulmuştur.

وفي أخرى للترمذى: [جارُ الدارِ أحَقُّ بالدار]

Tirmizî, Ahkâm 31, (1368), 33, (1370).

Komşunun da şuf’a hakkına sâhip olduğuna hükmetmiş olan Hanefiler bu hadisle istidlal etmişlerdir. Komşuluğun şuf’a hakkı doğurmadığını söyleyenler, hadiste geçen câr (komşu)’dan murad ortak (şerik)’dir derler.
Hadisi rivayet eden Ebu Râfi’dir. Sa’d İbnu Ebî Vakkâs’ın binasında iki odalık mülkü mevcuttur. Sa’d’a bu iki odasını satın almasını teklif eder. Sa’d, odalara dört yüz dinar verir. Ebu Râfi şöyle der:
“— Bu iki oda için bana beşyüz dinar verdiler. Şayet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın “Evin komşusu, eve bir başkasına nazaran daha çok hak sahibidir” dediğini işitmemiş olsaydım, bu iki odayı dörtbin (dirhem)’e sana vermez, beş yüz dinara başkasına verirdim.”
Ebu Râfi odalarını Sa’d (radıyallahu anh)’a satar.
Bu hadisi, yukarıda belirttiğimiz gibi Hanefîler, şuf’a-i câr’a yani komşuluğun şuf’a hakkına sebep olduğu prensibine esas yaparken, şuf’a-i câr’ı inkâr edip şuf’a hakkının doğmasını mülkiyette iştirake istinat ettiren Şâfiîler bu hadisi tevîl ederler. Derler ki: “Muhtemelen, Ebu Râfi ile Sa’d İbnu Ebî Vakkas bu iki odada ortak idiler. Hadiste her ne kadar “câr” yâni komşu kelimesi geçmiş ise de, Arapça’da câr kelimesi şerîk (ortak) manasına da kullanılmaktadır. Nitekim bir erkeğin hanımına câre denir ve hayat ortağı mânasına gelir, komşusu mânasına değil” derler.
Hanefîler bunu tekellüflü ve gerçekten uzak bir te’vil kabul ederler. Ve Ebu Râfi’in ortak olarak değil, müstakil olarak orada mülk sâhibi bulunduğunu söylerler. Bu hususu bir başka rivayetle de kuvvetlendirirler. Bu ikinci rivayet Ömer İbnu Şebbe’den yapılmıştır. Şöyle der: “Sa’d İbnu Ebî Vakkas’ın düz bir zemin üzerinde birbirine mütekabil olan iki evi vardı. Bu iki evin arasında on zira genişliğinde bir açıklık vardı. Bunlardan, Mescid-i Nebevî’nin sağına rastlayanı önceleri Ebu Râfi’ye ait idi. Bilâhere, burasını Sa’d İbnu Ebî Vakkâs ondan satın aldı.”
İbnu Şebbe’nin bu rivayeti kesin şekilde Ebu Râfî ile Sa’d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anhüma) arasında ortaklık değil komşuluk bulunduğunu te’yid ederek, Hanefi görüşün haklılığını destekler.
ARZ-U ŞUF’A: Yukarıdaki hadisten, mal sahibinin, malını satmazdan önce, o malda şuf’a hakkı bulunan kimseye satış teklifinde bulunması hükmünü de çıkarmışlardır. Ancak, bu husus ulema arasında bir kısım  münâkaşalara sebep oluştur. Ebu Hanîfe, Mâlik ve Şâfiî (rahimehullah)’ye ve bunların ashâbına göre, bir şerîkin, ortak maldaki hissesini, şuf’a hakkına sahip diğer ortağına satış teklif etmiş olmasıyla, bu ikincinin hakk-ı şuf’ası ortadan kalkmaz. Çünkü, bunlara göre, şuf’a, ortağın malı, bir başka şahsa satmasından sonra vacib olan bir haktır. Öyle ise, satıştan önce, ortağına yapmış olduğu teklif ortağının şuf’a hakkını iptal etmez, çünkü bu hak henüz tahakkuk etmemişti. Bu sebeple, şuf’a hakkı bulunan  kimse, satılan malı, satım muamelesinin bitmesinden sonra kesinlikle ortaya çıkan hakkına dayanarak aynı fiyatı ödeyerek satınalma hakkına sahiptir. Bu hususu, Hanefî uleması şöyle bir prensiple ifade etmiştir: “Şuf’a hakkının vâcib bir hak mahiyetini kazanması için satılan malın mülkiyeti, satan ortaktan çıkmış olmalıdır.”
Bey’in envaına göre, bu esas şöyle tafsil edilir: Bey-i fâsid’de bâyiin hakk-ı istirdâdı sakıt oladıkça şuf’a câri olmaz. Şart-ı hıyar (muhayyerlik şartı) ile beyi’de de eğer, muhayyer yalnız müşteri ise bâyi (satıcı) olan şerikin mülkiyeti zâil olmuş bulunacağından vücûb-ı şuf’a tahakkuk eder. Muhayyer olan bâyi ise, hakk-ı hıyârı sâkıt olmadıkça şuf’a câri olmaz. Hıyâr-ı ayb ile hıyâr-ı rü’yet (yani malı görme, ayıp çıkma hâlinde geri dönme muhayyerliği) ise, şuf’anın sübutuna mâni değildir.
Diğer taraftan Ahmed İbnu Hanbel, Süyan-ı Sevrî, İshak İbnu Râhuye, Ebu Ubeyd, Hasan İbnu Hay ve ehl-i zâhir, arz-ı bey ile yâni, satıcının, malda şuf’a hakkı bulunan ortağına satış teklifinde bulunmasıyla şuf’a hakkının düşeceğine kânidirler. Bunlar, bu babın ilk hadisi olarak Müslim’in rivayetinden kaydettiğimiz hadisi esas almışlardır: “Henüz taksim edilmemiş arazi, mesken, bahçe gibi (akar nevinden) her ortaklıkta şuf’a hakkı vardır. (Ortaklardan birinin) ortağına haber vermeden satması helal olmaz. Satmadan önce, haber verir. Ortağı satın alır veya terkeder. Ortağına haber vermeden satarsa, ortağı bu mala (aynı fiyat karşılığında) hak sâhibi olur.”
ŞUF’ADA VERÂSET YOKTUR: İmam Mâlik ile Şâfiî hazretleri (rahime hümullah) şuf’a hakkının vârislere intikal edeceğini söylemişlerdir. Ancak, Ebu Hanîfe, Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye, Süfyan-ı Sevrî, İbrahim Nehâî, Hasan İbnu Hayy İbnu Sîrîn, Ebu Süleyman gibi çoğunluk, şuf’a hakkının vârislere intikal etmeyeceğini kabul ederler.
İmam-ı Âzam (rahimehullah), bu mevzuda “şuf’a hakkına sâhip olan kimsenin vefatıyla bu hakkın sâkıt olduğu ve ölenin varislerine geçmediği” istikametinde içtihadda bulunmuştur. Hak sâhibinin ölümü, satış arzının yapılmasından öne veya sonra olsun farketmez. Satıcının vefatına nazaran şuf’a hakkının hükmü böyledir. Müşterinin vefatına nazaran durum aksidir. Yani müşteri ölecek olursa, şuf’a hakkına sâhip ortağın hakkı zâil olmaz.
ŞUF’A HAKKI OLAN KİMSE İLE MÜŞTERİNİN İHTİLAFI: Müşteri ile şuf’a hakkı olan kimse satın alınan malın fiyatı hususunda ihtilâf edecek olsalar, müşterinin sözüne itibar olunur. İki tarafa da yemin  teklif edilmez. Ancak, şuf’a hakkı olan kimsenin getireceği delil muteberdir. Bu görüş İmam Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed (rahimehümullâh)’in görüşüdür, Ebu Yusuf (rahimehullah)’a göre, aksine müşterinin getireceği delil (beyyine) mûteberdir.


4. (358)- Hadis

Tirmizî’nin  ve Ebu Dâvud’un Semure’den yaptıkları bir rivayete göre,

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “E-vin komşusu komşunun evine veya tarlaya daha ziyade hak sâhibidir.”

وفي أخرى له ولأبى داود عن سَمُرَة: [جارُ الدار أحقُّ بدارِ الجار والأرْضِ]

Tirmizî, Ahkâm 31, (1368); Ebû Dâvud, Büyû 75, (3518).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


5. (359)- Hadis

Amr İbnu’ş-Şerid’den anlattığına göre,

Ebu Râfi (radıyallahu anh)’nin şöyle söylediğini  işitmiştir: “Komşu, yakın komşusuna karşı daha çok hak sahibidir.”

وعن عمرو بن الشَِّّر يد. أنه سمِعَ أبَا رافعٍ رضى الله عنه يقول: [سَمِعْتُ رسُولَ اللهِ ﷺ يقولُ: الجارُ أحَقُّ بصَقَبِهِ]. أخرجه البخارى، وأبو داود، والنسائى «الصَّقبچ القرب في الجوار

Buhârî, Şüf’a 2, Hiyel 14, 15; Ebu Dâvud, Büyû 75, (3516); Nesâî, Büyû 109, (7, 320).

Komşuya şuf’a hakkı tanımayanlara göre, burada “şuf’a” zikredilmeksizin yakın komşusunun, daha çok hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Bu hakkın, şuf’a hakkı olmayıp, iyilik, ilgi, yardım, sıla-ı rahim gibi haklara müteallik olduğu belirtilmiştir. Hanefilere göre ise, şuf’a’ya “bitişik komşu”nun hak sâhibi olacağına dâir delil vardır.


6. (360)- Hadis

Şerîd (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir adam, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e: “Ey Allah’n Resûlü tarlam var, kimsenin bunda ne ortaklığı ne de hissesi var, ancak komşum var” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Komşu, yakın olan eve daha ziyade hak sâhibidir” buyurdu.

وعن الشَّرِيدِ رضى الله عنه: [أن رجلاً قال: ياَ رسوُلَ اللهِ أرْضِى ليسَ لأحَدٍ فيها شَركَةٌ ولا قِسْمَةٌ إلا الجِوَارُ. فقال رسولَ اللهِ ﷺ: الجارُ أحَقُّ بصَقَبِهِ]. أخرجه النسائى

Nesâî, Büyû 109, (7, 320).

Bu hadis de şuf’a hakkını sadece ortaklara tanıyan Şâfiî görüşü cerheder mâhiyette bir rivayettir. Çünkü açık bir şekilde bitişik komşunun arazî üzerindeki (şuf’a) hakkını takrir buyurmaktadır.


7. (361)- Hadis

Hz. Osman (radıyallahu anh) buyurdular ki:

“Bir araziye sınırlar konacak olursa artık onda şuf’a hakkı kalmaz, ne kuyunun suyunda şuf’a hakkı ne de hurma ağaçlarını telkih de (döllemede) şuf’a hakkı kalmaz.”

وعن عثمان رضى الله عنه قال: [إذَا وَقَعَتِ الحُدُودُ في الأرْضِ فَلا شُفْعَةَ فِيهَا، ولا شُفْعَةَ بِئْرٍ وَلاَ فَحْلِ النَّخْلِ]. أخرجه مالك

Muvatta, Şüf’a 4, (7, 320).

Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın bu ifadesi, daha önce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın beyanında daha veciz olarak geçti. Komşuluk sebebiyle şuf’a hakkı olmayacağı görüşünde olan âlimlerimiz bu rivayetleri esas almışlardır. Ortak arazi taksim edilip ortaklar arasına sınır konduktan, yollarla arası açıldıktan sonra devam eden komşuluk sebebiyle kuyunun suyunda şuf’a olamaz, çünkü kuyu bölünemez, denmiştir.
Hurma telkihinden maksat şudur: O devirde dişi hurma ağaçları bazı erkek ağacın tozu ile döllenir, böylece verim alınırdı. Ortaklık taksimle sona erdikten sonra bölünüp taksimi mümkün olmayan erkek hurma ağacında da şuf’a hakkının kalmayacağı beyan buyrulmuş olmaktadır.
Tekrar edelim, bu hükümler Hanefîler’e göre değildir.


SELEM (ÖNCEDEN SATMA) HAKKINDA – YEDİNCİ BAB

1. (362)- Hadis

İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Medine’ye geldiğinde Medineliler, bir yıllık, iki yıllık hurma mahsulünü peşinen satarlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Hurmayı kim önceden satarsa ölçüsünü, tartısını belirterek, vâdesini tâyin ederek satsın” buyurdu.

Buhârî ve Ebu Dâvud’da gelen diğer rivayetlerde aynısı ifade edilmiş ve şöyle bir farklılığa yer verilmiştir: “…iki ve üç yıllık…” Buhârî,Selem 1, 2, 7; Müslim, Müsâkat 127, 128, (1604); Ebu Dâvud, Büyû 57, (3463); Tirmizî, Büyû 68, (1311); Nesâî, Büyû 6, 3 (7, 290); İbnu Mâce, Ticârât 59, (2280).

عن ابن عباس رضى الله عنهما قال: [قَدِمَ رسولُ الله ﷺ المدِينَةَ وهم يُسْلِفُونَ في التَّمْرِ العامَ والعَامَيْنِ. فقال لهم: مَنْ أسْلَفَ في تمْرٍ ففى كيلٍ معلومٍ ووَزْنٍ مَعْلُومٍ إلى أجَلٍ مَعْلُومٍ]. أخرجه الخمسة. وفي أخرى للبخارى وأبى داود نحوه وقالَ: السَّنَتَيْنِ وَالثَّلاَثَ

Bunu Beş Kitap tahric etmiştir.

Selem İslâm ulemasınca meşruiyeti ittifakla kabul edilen bir alış veriş çeşididir. Aynı mânada selef kelimesi de kullanılır. Selef, peşin alınan para ile ileride teslim etmek üzere bir malı satmaktır. Malın cinsi, miktarı, teslim edileceği vâde akit sırasında belirtilmelidir.
Hanefiler’e göre miktarı ve sıfatı belli olan her şeyden selem câizdir. Metre, kilo, litre ve benzeri şeylerle ölçülen, veya sayı hesabıyla satılan malların hepsinde selem câizdir, yeter ki açık seçik olarak miktar tayin ve tavsif edilmiş olsun. Şâfiî hazretleri selem’i sadece tartı ile öçlülen şeylerde câiz görür. İmam Mâlik sayı ilk satılan şeylerde sayının kâfi geldiğine, tartıya lüzum olmadığına kâildir. Ancak tâneleri fiyatı değiştirecek kadar farklı büyüklük arzederse bunların sayı hesabına göre selemi câiz olmaz. İmam Züfer de böyle düşünür.
Şunu da belirtelim ki, nassın zâhirini esas alan Zâhiriye mezhebinden İbnu Hazm “Selem yalnız ölçülen ve tartılan mekîlât ve mevzunât’a münhasırdır. Ne mezru’da (yani zira’ ve metre ile ölçülen) ne mâdud’da ne de bir başka birimde câiz değildir. Çünkü nasda yalnız mekîlât ve mevzûnât zikredilmiştir” der. Fakat bu görüşe ulema katılmamıştır.


2. (363)- Hadis

Muhammed İbnu Ebi’l-Mücalid anlatıyor:

“Abdullah İbnu Şeddad İbni’l-Hâd ve Ebu Bürde selef mevzuunda ihtilafa düştüler. Beni, İbnu Ebî Evfa (radıyallahu anh)’ya gönderdiler. Ben kendisine bu hususta sordum. Şu cevabı verdi: “Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde buğday, arpa, kuru üzüm ve kuru hurma hususlarında selef’te bulunurduk. Ben, İbnu Ebzâ’ya da sordum. O da buna benzer bir cevap verdi.”

وعن محمد بن أبى المجلد قال: [اختَلَفَ عبدُ اللهِ بنُ شِدادِ بن الهادِ أبو بُردَةَ في السَّلَفِ فَبَعَثُونِى إلى ابن أبى أوْفى رضى الله عنه فَسَألْتُهُ فقالَ: كُنَّا نُسْلِفُ عَلى عهدِ رَسُولِ اللهِ ﷺ وأبِى بَكْرٍ وَعُمَرَ رضى الله عَنْهُمَا في الحِنْطَةِ والشَّعِيرِ والزَّبيبِ والتَّمْرِ. وسَأَلتُ ابنَ أبْزَى فقالَ مِثْلَ ذلكَ]. أخرجه البخارى وأبو داود والنسائى

Buhârî, Selem 2, 3, 7; Ebu Dâvud, Büyû 57, (3464); Nesâî, Büyû 62, (7, 290).

Rivayette zikri geçen ihtilaf, selef câiz mi, değil mi? meselesi üzerinedir. Yâni, elde teslim edilecek mal olmadığı halde satış muamelesi yapıp para almak câiz olur mu olmaz mı? şeklinde olmuştur. Bu bahsi, arkadan gelecek hadis açıklığa kavuşturacaktır.


3. (364)- Hadis

Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:

“…Dedim ki: (siz selem akdini) yanında alacağınız malın aslını bulunduran kimse ile mi yapardınız?” Şu cevabı verdi: Biz selem yaptığımız kimseye o hususu sormazdık.”

Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ziyâde var: “(Selem akdini) alacağımız mal elinde bulunmayan kimselerle yapardık.” Ebu Dâvud, Büyû 57, (3464).

وفي أخرى [قلْتُ إلى مَنْ كَانَ أصلَهُ عندَهُ؟ فقالَ: مَا كُنَّا نَسْأَلُهُمْ عَنْ ذَلِكَ]. زاد أبو داود: إلى قَوْمٍ ماهُوَ عِنْدَهُمْ

Buhârî, Selem 3.

Buhârî, bu mevzuya tahsis ettiği bir baba şu manada bir bab başlığı koymuştur: Yanında Aslı Bulunmayan Kimseye Selem, burada asıl kelimesinden maksad satılan şeyin aslıdır. Söz gelimi buğday üzerine selem akdi yapıldı ise bunun aslı ekindir, meyve üzerine  ise bunun aslı ağaçtır. Buhârî’nin bu başlığı koymaktan kastının selem akdinde asl’ın bulunması şartının konmayacağını belirtmektir. Nitekim Buhârî’nin o babta kaydettiği hadiste, “Selem akdini yanında aslı bulunan kimse ile mi yapardınız? sorusuna yüce sahâbi Abdurrahman İbnu Ebza (radıyallahu anh) şu cevabı verir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashâbı (radıyallahu anhüm ecmain), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında selem akdi yapardı fakat birbirlerine ekinleri var mı yok mu hiç sormazlardı.”
Bu hadise dayanarak, Ahmed İbnu Hanbel, İshak ve Ebu Sevr, kabz mekânı zikredilmeden yapılacak selem akdinin sıhhatine hükmetmiştir. İmam Malik de aynı görüşü paylaşır ve şunu ilâve eder: “Selem akdinin yapıldığı mahalde kabzeder, ihtilaf çıkarsa satıcının sözü esastır.” Süfyanu’s-Sevrî, İmam Şafiî ve Ebû Hanife hazerâtı (rahimehumullah): “Taşıması külfet ve zahmet gerektiren mallarda, malın belli bir yerde teslim şartı koşulmadıkça akit sahih olmaz” demişlerdir.
Yukarıdaki hadisten selem sırasında mevcut olmamakla birlikte, selem vâdesinin sona ereceği zamanlarda mevcut olması imkân dahilinde bulunan mallarla selem akdi yapılabileceği hükmü çıkarılmıştır. Bu Cumhur’un görüşüdür. Yine Cumhur’a göre seleme konu olan mal önce mevcut iken vâdenin dolmasından önce veya sonra inkıtaya uğrayıp bulunmaz hâle gelse bu, akdin feshini gerektirmez. Ebu Hanîfe (rahimehullah) “Önceden inkitâya uğrayan malda akid sahih olmaz” demiştir. Cumhur, vâde bitiminde bulunabilecek bir mal üzerine selem yapıldığı halde, vâdenin hitamında inkitaya uğrayıp bulunmaz hâle gelse yine de akdin feshedilmeyeceğine hükmetmiştir.
Hadisten, ihtilafa düşenlerin, meseleyi hal için sünnete başvurup, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın takrirlerini esas almaları gereği de anlaşılmıştır.


4. (365)- Hadis

Ebu Said el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: “Kim bir yiyecek veya bir başka şeyde selem akdi yapmışsa, bu malı fiilen kabzetmedikçe bir başkasına satmasın.”

وعن أبى سعيد الخدرى رضى الله عنه قال: [قالَ رسُولُ اللهِ ﷺ: مَنْ أسْلفَ في طَعَامٍ أوْ شَئٍ فلاَ يَصْرفْهُ إلى غَيرهِ قبلَ أنْ يَقْبِضَهُ]. أخرجه أبو داود .

Ebu Dâvud, Büyû 59, (3468).

Hadisin aslında satmak kelimesi değil sarf kelimesi geçer. Şârihler, satış ve “hibe” yoluyla başkasına sarfetmesin diye anlarlar. Sindî, selem tarikiyle satılan malın kabzedilmeden önce bir başka malla değiştirilemeyeceğini anlamıştır. Tîbî ise, “başkasına” kelimesindeki zamirle daha önce zikredilen “kim bir yiyecek… satarsa” ibaresindeki “kim”in yani satışı yapan şahsın kastedilmiş olmasının câiz olduğu gibi “bir yiyecek veya bir başka şeyde…” ibaresinde zikredilen “şey”in kastedilmiş olması da mümkündür dedikten sonra hadisten şu iki hükmü çıkarmanın da câiz olduğunu söyler.
1- Selem usulüyle mal satın alan kimse, malı kabzetmeden önce bir başka şahsa satamaz, hibe edemez, devredemez..
2- Selem usulüyle her kim mal satın almış ise, bu malı bir başka mal olarak alamaz, sonradan malın cinsini değiştiremez.
Bu mânayı te’yid eden bir rivayet Dârakutnî’de tahric edilmiştir.
“Kim bir mal ile selem akdi yapmış ise, vakit gelince ancak o malı alabilir veya sermayesini alabilir.”
Hadiste ifade edilmiş olan “değiştirilme” yasağı sebebiyle, kabzetmeden önce, selem malın satılması, tevliyesi (mütemelliye havalesi), şirkete, musâlahaya konu kılınması yasaktır, hatta, “malı  teslim alacak tarafın kızına mehir olarak da devredilemez, söz konusu taraf kadın olsa, erkek o malı mehir olarak vererek onunla evlenmek istese, evli ise muhâla’a şeklindeki boşanmanın bedeli yapmak istese hiçbiri câiz olmaz” denmiştir.


5. (366)- Hadis

Ebu’l-Bahterî anlatıyor:

” İbnu Ömer (ra)’a hurmada selem yapılır mı? diye sordum. Bana: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), meyvesi (yenmeye) sâlih oluncaya kadar hurmanın satılmasını yasakladı” cevabını verdi.

وعن أبى البخترى رضى الله عنه قال: [سألتُ ابنَ عُمَرَ رضى الله عنهُما عنِ السَّلَمِ في النَّخْلِ فقال: نَهَى رسولُ اللهِ ﷺ عن بَيْعِ النَّخْلِ حتَّى يَصْلحَ] .

Buhârî, Selem 3, 4.

Selem, ilerde verilecek malı peşin parayla satmak suretiyle yapılan akittir ve bunun meşruiyeti, önceki açıklamalarda geçtiği üzere câizdir. Ancak burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) muayyen, belli bir ağacın veya tayin edip belirlenen bir kısım ağaçların hurmalarını, meyvenin afet tehlikesini atlattığına dair alâmetler zuhur etmeden satmayı yasaklamıştır. Değilse, mevsimi gelince falan ayda şu şu evsafı hâiz falanca miktar hurma, gibi kayıtlarla, selem yoluyla yapılan satış câizdir. Açıklama gelecek.


6. (367)- Hadis

İbnu Abbas’dan da böyle bir rivayet yapılmıştır. Rivayetinde der ki:

“…Ondan yeninceye, tartılıncaya kadar. Ben “Tartılması da nedir?” diye sordum. Yanında bulunan bir zat: “Miktarı göz kararı ile kabaca takdir edilebilinceye kadar” diye açıkladı.”

وعن ابن عباس رضى الله عنهُما مثلُهُ، قال: [حتَّى يُؤْكَلَ منهُ، وحتَّى يُوزَنَ. قلتُ: مَا يُوزَنُ؟ فقالَ رجلٌ عندَهُ: حتَّى يُحْزَرَ]. أخرجهما البخارى

Buhârî, Selem 3, 4; Müslim, Büyû 55, (1537).

Yukarıdaki rivayet, muayyen bir ağaçtan veya belli bir bahçeden elde edilecek mahsulün selem sûretiyle önceden satılabileceğini ifade eder. Ancak, bu satış akdinin, taraflardan birine zarar vermemesi için, a) Mahsûlün âfet tehlikesini atlatmış olması, b) Ne  miktar mahsul elde edileceğinin göz kararıyla doğruya yakın şekilde tahmin edilebilmesi için meyvelerin belli bir olgunluğa ulaşması lâzımdır. Daha çiçek veya gök çağala iken yapılan selem akdi haramdır. Dinimiz, taraflardan birinin zarardîde olmasına rıza göstermez.


7. (368)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir adam selem yoluyla (yani parasını peşin alarak, çıkacak mahsülden verilmek üzere) bir ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç mahsül vermedi. Satıcı ile müşteri ihtilafa düşerek dâvalarını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e getirdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) satıcıya: “Onun parasını nasıl helal addedersin, parayı geri ver” dedi. Sonra şunu söyledi: “Hurma (yenmeye) sâlih oluncaya kadar onu selem yoluyla satmayın.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما: [أنَّ رجُلاً أسْلَفَ في نَخْلٍ فلمْ تُخْرَجْ تِلْكَ السَّنَةَ شَيْئاً فاخْتَصَما إلى رسُولِ اللهِ ﷺ فقال: بِمَ تَسْتَحِلُّ مالَهُ؟ أرْدُدْ عَلَيْهِ مَالَهُ؛ ثُمَّ قال: لاَ تُسْلِفُوا في النَّخْلِ حتَّى يَبْدُوا صَلاحُهُ]. أخرجه مالك وأبو داود

Ebû Dâvud, Büyû 58, (3467); İbnu Mâce, Ticârat 61, (2284); Muvatta, Büyû 21, (2, 644); Buhârî, Selem 2.

Bu rivayette, bir tarafın zarar görmesini netice verecek bir selem akdinin yasaklanmış olduğu daha açık şekilde gözükmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle bir zararı önlemek için meyvenin salâhat izhar etmeden akdin yapılmamasını emretmiştir.
Meyvede aranacak salâhat nedir? Bu durum umumiyetle mutlak geldiği için âlimler, yorumda bazı ihtilaflara düşmüşlerdir. Yerine göre, “olgunluk”, “kemâl” diye ifade edilen bu merhaleye, sarı renkli meyvelerin sararmaya, kırmızı renklilerin kızarmaya başlaması, hububat ve sebzelerin de istifade edilebilecek hâle gelmesiyle ulaşır.
Bazı âlimler, bu merhaleyi, meyve cinsini bir bütün olarak değerlendirmek sûretiyle aramıştır. Yâni, ilk evvel olgunlaşan  meyve salâhate erince diğerlerinin de artık -akit yapmaya sâlih- hale geldiğini kabul eder. Bu durumda ilk eren meyve söz gelimi yeni dünya veya kiraz ise, bunların yenebilir hale gelmesinden sonra henüz yenilebilir olmasa da bütün meyvelerin selem yoluyla satılabileceğine hükmedilmiştir.
Ahmet İbnu Hanbel,: “Her bahçe ve hatta her ağaç için olgunluğun müstakillen aranması gerekir” demiştir.
Şafiîler her cins meyveyi ayrı ayrı ele almayı, her cinsin olgunlaşma zamanını müstakillen belirlemeyi uygun bulurlar.
Hanefiler bu meselede teferruata inmezler.
Olgunlaşmamış meyvenin satışıyla ilgili olarak Şafiî fukahasından Nevevî şu açıklamayı yapar: “Bir kimse, meyveyi, daha olgunlaşmadan, derhal toplamak şartıyla satsa bu akit bilittifak sahihtir. Şâfiî alimler şöyle söylerler: “Meyveyi toplamayı şart koşsa da sonra toplamasa satış sahihtir. Satıcı müşteriye o meyveyi toplatır. Alanla satanın meyveyi ağaçta  bırakmak hususunda anlaşmaları da câizdir. Meyveyi ağaçta bırakmak şartıyla satış icmâen batıldır. Çünkü, çoğu kere, meyve kemâle ermeden zâyi olur. Bu takdirde satıcı din kardeşinin malını haksız yere yemiş olur. Fakat meyveyi derhal toplamayı şart koşarsa bu zarar ortadan kalkar. Bu hususta şart koşmadan mutlak olarak satarsa bizim mezhebimiz (Şâfiî) ve Cumhur’a göre satış bâtıldır. İcmâ sebebiyle, meyvenin toplanması şartı konmuşsa akdin sıhhatine hükmederiz.. Ancak meyve, salâhın ortaya çıkmasından sonra satılmışsa, bu satış mutlak yapılsa da, toplama  şartıyla veya ağaçta bırakma şartıyla yapılsa da câizdir.
Ebu Hanîfe, meyvenin toplanma şartının akde konmasını vâcib görmüştür.
Aynî, Nevevî’nin yukarıda temas ettiği icma iddiasını reddederek âlimler arasında mevcut ciddi ihtilaflara temas eder: “İbnu Ebî Leylâ ile Süyan Sevrî meyveyi olgunlaşmazdan önce satmanın mutlak sûrette câiz olmayacağını söylerler. Şu halde bu meselede icma var diyen yanılmıştır. Yezîd İbnu Ebî Habîb ise bu satışın mutlak surette hatta meyveyi ağaçta bırakmak şartıyla dahi câiz olduğunu söylemiştir. Bu hususta icmadan söz eden de hata etmiştir.”
1- Sevrî, İbnu Ebî Leyla, Şâfiî, Mâlik, Ahmed, İbnu Hanbel (rahimehumullah) kızarmaya, sararmaya başlamadıkça ağaç üzerindeki meyveyi satmak câiz değildir demişlerdir.
2- Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve Evzâî’ye göre ağaçta meyve zuhur ettikten sonra, olgunlaşmadan satmak câizdir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed’in de birer kavlinin böyle olduğu rivayet edilmiştir. Hanefiler, bu meselede, Buhârî’nin kaydettiği İbnu Ömer hadisini esas almışlardır:
“Her kim tohumladığı bir hurmayı satarsa, o hurmanın meyvesi satana aittir, yeter ki müşteri şart koşmamış olsun, eğer alana kendisinin alacağına dair bir şart koşmuş ise müşterinin olur.”
Hadisten bu hükme ulaşma husûsu (delalet vechi) şöyle açıklanır: Hadis, olgunlaşmadan meyve satmanın mübah olduğunu gösterir, çünkü satışa şart koşulmaksızın dahil olmayan bir şeyin, şart koşulursa satılabileceğine delalet ediyor. Burada şart koşulmadan satışa dâhil olmayan şey olgunlaşmamış meyvedir.


8. (369)- Hadis

İmam Malik, İbnu Ömer’in sözü olarak şunu tahric etmiştir:

“Kişinin, bir başkasına selem yoluyla yiyecek satmasında bir beis yoktur, yeter ki, yiyecek maddesinin fiyatı belirlenmiş, ödemenin zamanı tayin edilmiş olsun. Ancak (hasada) salahı ortaya çıkmayan ekinde veya (yenmeye) salahı ortaya çıkmayan hurmada selem olmaz.”

وأخرج مالك رحمه الله موقوفاً عليه قال: [لا بأسَ أنْ يُسْلِفَ الرَّجُلُ الرَّجُلَ في الطَّعَامِ المَوْصُوفِ بِسعْرٍ مَعْلُومٍ إلى أجَلٍ مَعْلُومٍ مُسَمّىً مالمْ يَكُنْ ذلكَ في زَرْعٍ لم يَبْدُ صَلاحُهُ]. وأخرجه البخارى في ترجمة باب .

Muvatta, Büyû 94, (2, 682); İbnu Ömer’in bu sözünü Buhârî, bab başlığında senedsiz olarak kaydetmiştir. (Selem, 7).

Selem akdi, Hanefiler’e göre, miktarı, vasfı ve teslim tarihi belirlenen yiyecek maddesi kuru ve yaş meyve gibi her mala şâmildir. Salâhı ortaya çıkmayan ekin ve meyvede selem akdinin yasak olması hükmüyle, Kastalânî’nin belirttiği üzere, Mâlikiler amel etmiştir. 368 numaralı hadisin İbn-i Mace’deki vechinde zâhir olduğu üzere ihtilaf muayyen bir bahçe (veya ağaç)nin meyvesiyle ilgilidir. Yani “hasad zamanında şu miktar hurmanın tesliminden ziyade, belli bir bahçenin o yılki mahsulünün teslimi sözkonusu olmuştur.


9. (370)- Hadis

İmam Mâlik’e ulaştığına göre, “Bir adam, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’a gelip başka bir memlekette ödemek şartıyla kendisiyle selem akdi yapan bir adamdan haber vererek bu akid hakkında sormuştur da Hz. Ömer (radıyallahu anh) hoşnutsuzluk izhar etmiş ve: “Pekâla, devenin  kirası nerede?” demiştir.” (5)

[Dipnot]= 5. Elimizdeki Muvatta nüshasında “devenin kirası” tabiri yerine “taşınması” tabiri yer almıştır (Terceme eden) .

وعن مالك أنه بلَغه أنَّ عمر رضى الله عنه: [سُئلَ في رجلٍ أسْلَفَ طعَاماً على أنْ يُعْطِيَهُ إيَّاهُ في بلدٍ آخرَ فكرِهَ ذلك عُمرُ، وقال: فأيْنَ كِرَاءُ الجملِ]

Muvatta, Büyû 91, (2, 681).

Selem akidlerinde, akde konu olan malın taşınması külfet, zahmet, masraf gerektirecek bir malsa, akitte teslim yerinin mutlaka belirtilmesi gerektiğini daha önce (364 numaralı hadisin açıklamasında) belirttik. Ancak, buhur, koku gibi taşınması zahmet gerektirmeyen maddelerin selem akitlerinde teslim yeri belirtilmediği takdirde akit bâtıl olmaz. Hz. Ömer başka yerde ödenecek selem akdine yol masrafının dahil edilmesi gereğine dikkat çekiyor.


10. (371)- Hadis

Yine İmam Mâlik’e ulaştığına göre, ibnu Mes’ud (radıyallahu anh) şöyle demiştir:

“Kim selem akdi yaparsa, sakın fazla alma şartı koşmasın. Bir avuç saman bile olsa bu fazlalık ribâdır.”

وعنه أنه بلغهُ أنَّ ابنَ مسعودٍ رضِىَ الله عنه كان يقولُ: [مَنْ أسْلَفَ سَلَفاً فلا  يَشْتَرِطْ أكثَرَ منهُ، وإنْ كان قَبْضَةً منْ عَلفٍ فهوَ رباً]

Muvatta, Büyû 94, (2, 682).

Şerhte belirtildiği üzere, selemde ribâ addedilen fazlalık, önceden şarta bağlanan fazlalıktır. Aksi takdirde ödeme sırasında, ödeyenin, kendi içinden gelerek koyacağı ziyade 339 numaralı rivayette görüldüğü  üzere ribâ sayılmaz. Fazlalığı ribâ kılan husus üçtür: 1- Şart kılınmış olması, 2- Vaad edilmiş olması, 3- Adet olması. Vâad ve âdet aslında, “şart” kadar kesin ribâ ifade etmezse de ribâ şüphesinden hâli değildir. Dinimizde ise sedd-i zerâyi (harama, zarara götüren yolları kapamak, sebeblere de yer vermemek) prensibi esastır. Nitekim hadiste “Kesinlikle emin olmadıkça şüpheli şeylerden kaçınız” emredilmiştir. Üstelik bu ihtiyâtî tavır fâize giren şüphelere daha da te’kidli olarak ifade edilmiştir. Bu sebeplere binâen bir beldenin örfünde “ziyadeli ödeme” var ise bu ribâdır, alışverişlerde bu ziyadeden kaçınmak gerekmektedir.
Rivayette geçen “Bir avuç saman bile olsa” tabiri, ne kadar az bile olsa, oraya girecek fazlalığın, muameleyi ribâ muâmelesine çevireceğini ifade etmektedir. Böyle fazlalıktan kaçınmanın gereği te’kidli bir üslûbla ifade edilmiş olmaktadır.
HÜLASA: Selem (veya selef) ile ilgili meseleleri, hâdislere bağlı olarak oldukça parçalı şekilde sunmuş olduk. Şöyle bir özetleme yapılabilir: Semen ve bedeli peşin olarak, akit sırasında alınmak, malın teslimi ise daha sonra yerine getirilmek üzere yapılan alışveriş akdine selem akdi denir. Bu da diğer akitler gibi icab (teklif) ve kabul ile münakid olur ve mülkiyeti icab ettirir. Selem, miktarı, vasfı tayin edilebilen şeylerde sahih ve mûteber olur. Bu sebeple miktarı tayinde hacmi esas alınanlar (mekîlât) keyl (litre) ile, ağırlığı esas alınanlar (mevzunât) vezn (kilogram) ile, uzunluğu, eni esas alınanlar (mezrû’ât) zira’ (metre) ile, sayısı esas alınanlar (ma’dudât, yumurta gibi) sayı ile belirlenir. Miktarı belirlemede açıklık gerektiği gibi, kalite gibi, cins gibi kıymete te’sir eden başka evsafları da belirlenir. Sözgelimi şu kadar metre kumaş tabiri eksiktir. Çünkü kumaşın her zaman çeşitleri olagelmiştir.
Selem’de ödeme yer ve zamanının da açık olarak belirtilmesi gerekir.


İHTİKÂR VE PAHALANDIRMAYA DAİR HADÎSLER – SEKİZİNCİ BAB

1. (372)- Hadis

İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor:

“Ma’mer İbnu Ebî Ma’mer -ki İbnu Abdillah da denir ve Benu Adiyy İbnu Ka’b’dan biridir- dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “İhtikâr yapan hatakâr olmuştur.” Said İbnu’l-Müseyyeb’e: “Ama sen de ihtikâr yapıyorsun” dendi de: “Bu hadisi rivayet eden Ma’mer de ihtikâr yapıyordu” diye cevap verdi.”

عن ابن المسيب أنّ معْمَر بن أبى معَمرٍ وقيل ابن عبدِاللهِ أحَدَ بنِى عَدىِّ ابن كعب رضى الله عنه قال: قالَ رسولُ اللهِ ﷺ: من احْتَكَرَ فهوَ خاطِئٌ. قيلَ لِسَعِيدٍ: فإنَّكَ تَحْتَكِرُ! فقالَ إنَّ مَعمراً الَّذِي كانَ يُحَدِّثُ هذا الحديثَ كانَ يَحْتَكِرُ]. أخرجه مسلم، وأبو داود، والترمذى

Müslim, Müsâkat 129, (1605); Ebû Dâvud, Büyû 49, (3447); Tirmizî, Büyû 40 (1267).

İhtikâr lügatte toplamak ve hapsetmek demektir. Şer’î bir ıstılah olarak “Erzakı pahalanıncaya kadar hapsetmektir.” İhtikâr mevzuunda âlimlerin görüşleri  farklıdır. Ahmed İbnu Hanbel, ihtikârı sâdece yiyecek maddelerinde görür ve ona göre sadece Mekke, Medine gibi büyük şehirlerde söz konusudur. Hanefîler’e göre umuma zararı olan yerde, insan ve hayvan yiyeceklerinde ihtikâr mekruhtur. Umuma zararı olmayan yerde malını satmayıp pahalanmasını beklemek ihtikâr sayılmadığı gibi, tarlasından çıkan mahsulünü veya uzaktan getirdiği zahiresini satmamak da ihtikâr değildir.
Şâfiîler bu hadisi esas alarak sadece yiyecek mallarında ihtikârın haram olduğunu kabul ederler. Yiyecek kabilinden olmayan şeylerde bil-ittifak ihtikâr yoktur.
Said İbnu Müseyyeb ve Ma’mer’in ihtikâr yapmaları meselesine gelince, bu büyüklerin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan rivayet ettiklerine muhalif amelde bulunmalarını âlimlerimiz kabul etmezler. Bunu, “Her maddenin ihtikârı bir değildir, bazı durum ve şartlarda, bazı maddelerde yapılan ihtikârın yasaklanan ihtikâr sayılmayacağı” prensibiyle izah ederler. Nitekim onların ihtikârı “zahire” gibi aslî maddede olmamış, zeytinyağı gibi tâli maddede olmuştur ve “ihtiyaç zamanında yiyecek saklama”ya hamledilmiştir. Nitekim Hanefiler ve Şafiîler bu görüştedir. İhtiyaç anında saklanan şey ihtikâr değildir.
Alimler, bekletilmesi câiz olan tâli malların da piyasada tükenmesi halinde, o günün fiyatı ile, zor kullanılarak sattırılabileceğine hükmetmişlerdir.


2. (373)- Hadis

İmam Mâlik diyor ki:

“Bana ulaştığına göre Hz. Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Bizim çarşımızda ihtikâr olamaz. Yanlarında fazla yiyecek maddesi bulunan bir kısım insanlar, bizim sahâmıza Allah’ın rızkından inmiş olan bir rızka  yönelip, onu bize karşı saklayamazlar. Ancak kim, yaz, kış demeden zahmetlere katlanarak mal getirmiş ise o Ömer’in misafiridir. Allah’ın istediği şekilde malını satsın, istediği şekilde de saklasın.”

وعن مالك قال: بلغنى أن عمر رضى الله عنه كان يقول: [لا حُكْرَةَفي سُوقِنَا، لا يَعمِدُ رِجَالٌ بأيدِيهمْ فضُولُ أذْهَابٍ إلى رِزقٍ  مِنْ أرزَاقِ اللهِ تعالى يَنزلُ بِساحتنَا فيحتَكِرُونَهُ. ولكنْ أيُّمَا جالبٍ جَلَبَ علَى عمودِ كَتَدِهِ في الشِّتَاءِ والصَّيْفِ فذلكَ ضَيفُ عُمرَ فَليبِعْ كيفَ شاءَ اللهُ تعالى، وليُمسِكْ كيفَ شاءَ اللهُ تعالى]

Muvatta, Büyû 56, (2, 651).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (374)- Hadis

İmam Malik’e ulaştığına göre,

“Hz. Osman da ihtikâr yapmayı yasaklamıştır.

وعن مالك أنه بلغه أيضاً: [أنَّ عُثمانَ رضى اللهُ عنهُ كانَ يَنهَى عن الْحكرةِ]

Muvatta, Büyû 58, (2, 651).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


4. (375)- Hadis

İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor:

“Hz. Ömer (radıyallahu anh), pazara uğramıştı. Orada Hâtib İbnu Ebî Belte’a’ya uğradı. Hâtib’in (ucuz fiyatla) kuru üzüm sattığını görünce: “Ya fiyatı (diğerlerinin seviyesine yükseltirsin yahut pazarımızdan çeker gidersin” diye ihtâr etti.”

وعن ابن المسيب: [أنَّ عمرَ رضى الله عنهُ مرَّ بحاطِبِ بن أبى بَلْتَعَةَ وهوَ يَبِيعُ زَبِيباً لهُ في السُّوقِ فقالَ لهُ: إمَّا أنْ تَزِيدَ في السَّعْرِ وإمَّا أنْ تُرفَعَ منْ سُوقِنَا]. أخرجه مالك

Muvatta, Büyû 57, (2, 651).

Bazı âlimler normal fiyattan daha düşük fiyatlara satanlara, öbür satıcıların zarar görmelerini önlemek için, müdahale edilmesi gereğine hükmetmişse de bazı âlimler bu müdahaleyi doğru bulmamışlardır.


5. (376)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resulü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver” diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah’a dua edeyim” cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: (Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin” diye talebde bulununca, bu sefer: “Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah’tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah’a kavuşmak istiyorum” cevabını verdi.”

وعن أبى هريرة رضى الله عنهُ: [أنَّ رجلاً قالَ: يا رسولَ اللهِ سَعِّرْ لَنَا فقَالَ: بل ادْعُو. ثمَّ جاءَ آخرُ فقالَ يا رسُولَ اللهِ سَعِّرْ لنَا فقالَ: بل اللهُ تعالى يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ، وَإنِّى لأرْجُو أنْ ألقَى اللهَ تعالى وليسَ لأحَدٍ عندِى مَظلمةٌ]. أخرجه أبو داود

Ebû Dâvud, Büyû 51, (3450).

Hadis piyasaya, otoriteler tarafından fiyat koymanın zulüm ve dolayısıyla haram olduğunu göstermektedir. İslâm’ın Kur’ân tarafından tesbit edilen ticâret anlayışında esas, satıcının ve müşterinin karşılıklı hoşnutluğudur: “Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksızlıkla değil karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin…” (Nisâ, 29). Otoritenin satıcının rızasına uymayacak şekilde fiyat koyması bu esasa ters düşer. Bu sebeple cumhur-u ulema, fiyat koyma prensibini reddetmiş ve serbest bırakmayı esas almıştır. İmam Mâlik’in muhalif görüşü  iltizam ettiği, devlet tarafından fiyat tesbit edilebileceği kanaatinde olduğu da rivayet edilmiştir. Keza, fiyatların artma durumunda İmam Şâfiî’nin de fiyat koymayı tecviz ettiği belirtilmiştir.
Fiyat tesbit yasağı hadisin zahirine göre her çeşit mal içindir: İnsanların gıda ve diğer ihtiyaç maddelerine olduğu gibi, hayvanların gıdalarına da şamildir.
Dinimizde esas prensip, herkesin malları üzerinde tasarrufta serbest olmasıdır. Fiyat tesbiti, bu serbestiye bir tahdid (hacr), bir müdâhele kabul edilerek uygun görülmemiştir. Diğer taraftan “Devlet reisinin fiyat  tahdidi müşteriler lehine bir davranıştır. Halbuki devlet reisi satıcı ve alıcı karşısında bîtaraf davranmalıdır, o bütün Müslümanların maslahatını gözetmek durumundadır, bir kısmının değil” demiştir.


6. (377)- Hadis

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Halk Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e müracaatla: “Ey Allah’ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: “Fiyatları koyan Allah’tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O’dur. Ben ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu halde Allah’a kavuşmamı diliyorum.”

وعن أنس رضى الله عنه [أنَّ الناسَ قالُوا: يارسُولَ اللهِ غَلاَ السِّّعْرُ فَسَعِّرْ لَنَا فقالَ: إنَّ اللهَ هوَ المُسَعِّرُ القابضُ الباسط الرَّازِقُ، وإنِّى لأرْجُو أنْ ألقَى الله تعالى وليسَ أحدٌ يُطالِبُنِى بِمَظْلَمَةٍ في دمٍ ولاَ مالٍ]. أخرجه أبو داود والترمذي وصحّحه

Ebu Dâvud, Büyû 51, (3451); Tirmizî, Büyû 73, (1314). Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


7. (378)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Pahalanması için, kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah’tan yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir.”

وعن ابن عمر رضى الله عنهما. أنَّ رسولَ اللهِ ﷺ قالَ: [مَنِ احْتَكَرَ طعاماً أربعينَ يَوماً يُريدُ بِهِ الغَلاءَ فقدْ بَرِئَ مِنَ اللهِ تعالى وبَرِئَ اللهُ تعالى منهُ] .

Bu hadisi Ahmed İbnu Hanbel Müsned’inde (2, 33) zikretmiştir. Mecmâu’z-Zevâid’de bunun ayrıca Ebû Ya’lâ el-Mevsılî’nin ve Bezzâr’ın Müsned’lerinde, Taberânî’nin el-Mu’cemu’l-Evsât’ında tahric edildikleri belirtilir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


8. (379)- Hadis

Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle söylediğini işittim: “İhtikâr yapan kişi ne kötüdür. Allah fiyatları ucuzlatsa üzülür, pahalandırırsa sevinir.”

وعن معاذ رضِىَ اللهُ عنهُ  قال: [سَمعْتُ رسولَ اللهِ ﷺ يقولُ: بِئْسَ العَبدُ المُحتِكرُ إنْ أرخصَ اللهُ تعالى ألأسْعارَ حَزِنَ، وإنْ أغلاهَا فرَحَ]

Bu rivayet mişkâtu’l-Mesâbih’de 2897 numarada Rezin’den olarak kaydedilmiş, Beyhakî’nin Şu’abu’l-İman’ından alındığı belirtilmiştir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


9. (380)- Hadis

Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: “Şehirlerde yaşayanlar, Allah yolunda hapsedilmiş kimselerdir. Gıdalarında onlara ihtikâr yapmayın, onlara fiyatları yükseltmeyin, zira kim onlara bir gıda maddesini kırk gün hapsetse, sonra da tamamını tasadduk etse yine de işlediği günahı affettiremez.” Rezîn’in ilâvesidir.

وعن أبى أمامة رضِىَ اللهُ عنهُ. أنَّ رسولَ اللهِ ﷺ قالَ: [أهلُ المَدائنِ هم الحُبسَاءُ في سَبيلِ اللهِ تعالى فلا تَحتَكِرُوا عليهُم الأقواتَ، ولاَ تُغْلُوا عليهمُ الأسْعارَ، فإنَّ مَن احْتكرَ عليهم طعاماً أربعينَ يوماً ثم تصدقَ بهِ لمْ يَكُنْ لهُ كفارةٌ] .

Münzirî’nin et-Tergîb ve’t-Terhîb’inde kaydedilmiştir. (3, 27).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


10. (381)- Hadis

Hz. Ebu Hüreyre ve Hz. Ma’kıl İbnu Yesar (radıyallahu anhüma)’ın anlattıklarına göre,

Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Muhtekirler ve cana kıyanlar aynı derecede haşrolacaklar. Kim Müslümanların herhangi bir şeydeki fiyatına müdâhale ederek pahalandırırsa, kıyamet gününde ateşin büyüğünde cezalandırılması Allah’a vacib olmuştur.” Rezin’in ilavesidir.

وعن أبى هريرة ومعقل بن يسار رضِىَ اللهُ عنهُما قالا: قالَ رسولُ اللهِ ﷺ يُحشَرُ الحاكرونَ وقَتَلَةُ الأنفُس في درجةٍ، ومنْ دََخَلَ في شئٍ مِنْ سِعْرِ المسلمينَ يُغلِّيهِ عَليهمْ كانَ حقّاً على اللهِ تعالى أنْ يُعذَّبَهُ في مُعظَمِ النَّارِ يومَ القيامةِ] .

Münzirî’nin et-Terğîb ve’t-Terhîb’inde kaydedilmiştir. (3, 27).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


11. (382)- Hadis

İbnu Ömer (ra) buyurdu ki:

“Pazara mal celbeden rızıklanır, muhtekir mahrum bırakılır. Kim mü’minlerin bir gıdasını onlara karşı saklar, ihtikâr yaparsa, Allah onu iflasa ve cüzzam hastalığına dûçâr eder.”

وعن ابن عمر رضِىَ اللهُ عنهُما قال: [الجَالبُ مرزُوقٌ، والمُحتكِرُ محرومٌ، ومَنِ احْتَكَرَ على المُسلمِينَ طعاماً ضَرَبهُ اللهُ تعالىٰ بِالإفْلاسِ والْجَذَامِ]. أخرج هذه الأحاديث الخمسة رزين وحمه الله تعالى .

İbnu  Mâce, Ticârât 6, (2153). Bu son beş rivayeti Rezîn merhum tahric etmiştir.

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz

AYIP SEBEBİYLE MALI GERİ VERMEYE DAİR – DOKUZUNCU BAB

1. (383)- Hadis

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:

“Bir adam bir köle satın aldı. Köle, Allah’ın dilediği kadar (bir müddet) adamın yanında ikâmet etti. Sonra adam kölede bir kusur tesbit etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek şikâyette bulundu ve eski sahibine iate etti. Eski sahibi: “Ey Allah’ın Resûlü, (yanında kaldığı müddetçe) kölemi kullandı, ondan istifade etti” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Harac (menfaat), zâmin (kefil) olana aittir” buyurdu.

عن عائشة رضِىَ اللهُ عنها. [إنَّ رَجلاً: ابتاعَ غُلاماً فأقامَ عندَهُ ما شاءَ اللهُ ثم وَجَدَ بِهِ عَيْباً فخاصمهُ إلى رسولِ اللهِ ﷺ فَردَّهُ عَليهِ، فقالَ الرَّجُلُ: يا رسولَ اللهِ قدِ استَغلَّ غُلامِى، فقالَ رسولُ اللهِ ﷺ: الخَراجُ بالضَّمَانِ]. أخرجه أصحاب السنن

Ebu Dâvud, Büyû 71, (3508, 3509, 3510); Tirmizî, Büyû 53 (1285); Nesâî, Büyû 15, (8, 254-255); İbnu Mâce, Ticârât 43, (2242-2243).

Hadisteki harac, menfaat, istifade, gelir manasınadır. Yani, köle, tarla hayvan gibi herhangi bir malı satın alan kimse önceden belirtilmeyen bir kusur bularak bilahare onu eski sahibine iade edip, ödediği parayı geri almak isterse bu hakka sahiptir. Satın aldığı andan geri verdiği ana kadar geçen zaman içerisinde -köleyi hizmetlenmek, hayvana binmek, tarladan ürün elde etmek gibi- elde edilen istifadeler onu satın alan müşterinindir. Çünkü, bu esnada o malın zâmini, satın alan müşteri idi. Yani, o mal telef olsaydı, müşterinin zararına telef olacaktı. İşte hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Bu mala kim zâmin ve kefil ise, kimin sorumluluğunda ise, ondan elde edilen menfaat de ona aittir” buyurmaktadır. Telef olma hâlinde onu satmış olana rücu etmek, onu da zarara ortak etmek söz konusu olmadığına, bütün zarara müşteri zâmin olduğuna göre, gelir de bu zarara zâmin olana yâni müşteriye aittir.
Ayrıca şu da ilâve edilebilir: Zarara zâmin olma dışında, köle olsun, hayvan olsun, kusuru tesbit edilen şeyin bakım ve muhafazası için yapılan masraf ve zahmetler de müşteri tarafından deruhte edildiği için, onlardan istifadesi normal hakkı sayılmaktadır.


2. (384)- Hadis

Nesâî’nin bir rivayeti şöyledir:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) menfaatin, zâmin olana aid olduğuna hükmetti ve zâmin olmayan kimsenin menfaat talebini yasakladı.

Tirmizî hazretleri, “Menfaat, zâmin olana aittir” sözünü şöyle açıkladı: “Burada zâmin o kimsedir ki, bir köle satın alır, bir müddet onu hizmetlenir, sonra onda bir kusur tesbît eder ve bu sebeple köleyi satıcısına iâde eder. Bu durumda, köleden hâsıl olan menfaat müşteriye aittir. Zira köle, şâyet helâk olsaydı, müşterinin malı olarak helâk olacaktı. Buna benzeyen bütün meselelerde menfaat, zâmin olana aittir.”

وفي أخرى للنسائى: [أنَّ رسولَ اللهِ ﷺ قَضَىٰ أنَّ الخَراجَ بالضَّمَانِ، وَنَهى عنْ ربْحِ مالمْ يَضمَنْ]. قال الترمذى: وتفسير قوله «الخراج بالضمانچ هُو الرجل يشترى العبد يستغله ثم يجد به عيباً فيرده على البائع، فالعُلة للمشترى، لأن العبد لو هلكَ هلكَ من مال المشترى، ونَحْو هذا من المسائل يكون فيهِ الخراج بالضمانِ

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


3. (385)- Hadis

Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdu ki: “Kölenin müddeti üç gündür. Şayet müşteri, bir hastalığa rastlarsa, herhangi bir delil ibraz etmeden köleyi satana geri verir.

Üç günden sonra hastalığa rastlarsa, bu hastalığın, satın aldığı zamana ait olduğu hususunda delil ibraz etmesi gerekir.”

وعن عقبة بن عامر رضِىَ اللهُ عنهُ. أنّ رسُولَ اللهِ ﷺ قال: [عُهْدَةُ الرَّقِيقِ ثَلاثَةُ أيَّامٍ إنْ وَجَدَ دَاءً رَدَّ في ثلاثِ لَيَالٍ بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ، وَإنْ وَجَدَ دَاءً بَعْدَ الثَّلاَثِ كُلِّفَ البَيِّنَةَ أنَّهُ اشْتَراهُ وَبهِ هٰذَا الدَّاءُ]. أخرجه أبو داود

Ebû Dâvud, Büyû 72, 3506.

Bir kimse, köle veya cariye satın alınca akid sırasında satıcı, kölenin kusursuz olduğunu ifade etmemiş olsa, müşterinin ilk üç gün içinde gördüğü kusur, satıcının malındaki kusur sayılır ve köleyi, herhangi bir delil ibrazına ihtiyaç duymadan, eski sâhibine geri verebilir. Üç günden sonra göreceği kusurun, alış sırasında kölede bulunduğuna dair delil getirmesi gerekir. Hadis, fakihlere göre farklı yorumlara tâbi tutulmuştur. İmam Mâlik bu söylenen görüşü benimsemiş, ilâveten “Bayi, ayıptan berî olma şartını koşmadı ve cünun cüzzâm, alaca gibi, hastalıklardan selâmet müddeti bir yıldır. Bir yıl içerisinde bu çeşit ciddî hastalıklardan birine rastlamazsa satanın her çeşit sorumluluğu tamamen kalkar. Bundan sonra görülecek kusurlar yeni sahibinin sorumluluğuna terettüp eder. Esasen böyle bir yıllık sorumluluk, sadece köle için mevzubahistir.
Şâfiî hazretleri ise ne üç gün ne de bir yıl diye bir müddet tanımaz, hastalığa bakar. Eğer hastalık satın aldığı günden ihtilaf anına kadar geçen zaman içinde çıkması normal olan bir hastalıksa, yeminle birlikte satıcının sözüne itibar edilir. Satın aldığı günden ihtilâf anına kadar geçen zaman içinde husule gelmesi mutad olmayan bir hastalıksa, köleyi satana geri verir.
Ahmed İbnu Hanbel, satın alınan köle konusunda üç günlük müddetle ilgili hadisi zayıf bulur ve: “Müddet hususunda hadis yoktur” der.


4. (386)- Hadis

Ebu Seleme İbnu Abdirrahmân İbni Avf anlatıyor:

“Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh), Asım İbnu Adiy’den bir cariye almıştı. Cariyenin evli olduğunu anladı ve deral geri verdi.”

وعن أبى سلمة بن عبد الرحمن بن عوف: [أنَّ عَبْدَالرَّحْمَنِ بنَ عَوْفٍ رضِىَ اللهُ عنهُ اشْتَرَى جَاريَةً مِنْ عَاصِمٍ بنِ عَدىٍّ فَوَجَدَهَا ذَاتَ زَوْجٍ فَرَدَّهَا]

Muvatta, Büyû  8  (2, 617).

Cariye, efendisine helâl ise de, cariyenin evli olması hâli bu helâlliği kaldırır. İslâm, hiç bir surette bir kadından, cariye bile olsa, aynı anda iki kişinin istifadesine cevaz vermez.
Yukarıdaki rivayet, cariyede evlilik hâlinin, akdi satıcı aleyhine bozmaya yeterli bir kusur olduğu görülmektedir. Rivayetten, bu kusurun akit sırasında beyan edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.


5. (387)- Hadis

İbnu Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığına göre,

“Kendisi, sekizyüz dirheme bir köle satar ve satarken “kusursuz” olduğunu söyler. Ancak, satın alan kimse bilahere: “Kölede bir hastalık var bana söylemedin” der. İhtilaf Hz. Osman (radıyallahu anh)’a götürülür. Adam: “Kölede hastalık olduğu halde, haber vermeksizin bana sattı” der. Abdullah (radıyallahu anh): “Ben onu شkusursuz’ olarak sattım” der. Hz. Osman (radıyallahu anh) sattığı zaman kölede kusur olduğunu bilmediğine dair yemin etmesine hükmetti. Abdullah yemin etmekten imtina ederek, köleyi geri aldı. Köle yanında sıhhate kavuştu. Sonra onu yeniden sattı ve bu sefer bin beş yüz dirhem aldı.”

وعن ابن عمر رضِىَ اللهُ عنهُما: [أنَّهُ بَاعَ غُلاماً بِثمانِمائَةِ دِرْهمٍ وَبَاعَهُ عَلَى البَرَاءَةِ فَقالَ الَّذِى ابْتَاعَهُ: بِالْغُلامِ دَاءٌ لَمْ تُسَمِّهِ لِى، فَاخْتَصَمَا إلى عُثْمَانَ رضِىَ اللهُ عنهُ فَقالَ الرَّجُلُ: بَاعَنِى عَبْداً وَبِهِ دَاءٌ لَمْ يُسَمِّهِ لِى. فقالَ عَبْدُاللهِ: بِعْتُهُ بِالْبَراءَةِ فَقَضَى عُثْمَانُ رضِىَ اللهُ عنهُ عَلَى ابْنِ عُمَرَ أنْ يَحْلِفَ لَهُ لَقَدْ بَاعَهُ الْعَبْدَ وَمَا دَاءٌ يَعْلَمُهُ. فَأبَى أنْ يَحْلِفَ فَارْتَجَعَ الْعَبدَ فَصَحَّ عِنْدَهُ فَبَاعهُ بَعدَ ذلكَ بِألْفٍ وَخَمِسْمَائَةِ دِرْهمٍ]. أخرجهما مالك

Muvatta, Büyû 4, (2, 613).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


AĞACI VE MEYVEYİ SATMAK, SATILAN KÖLENİN MALI VE MALA GELEN MUSİBETE DÂİR – ONUNCU BAB

1. (388)- Hadis

İbnu Ömer (ra) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in şöyle sölediğini işittim: “Kim döllemesi yapılmış bir hurmalık satarsa (bir başka rivayette satın alırsa) bunun meyvesi satana aittir. Satın alan kendisinin olacak diye şart koşmuşsa o hâric (bu durumda meyve müşterinindir). Kim de bir köle satarsa, kölenin malı satanındır, burda da satın alan “benim olacak” diye şart koşmuşsa o hâriç, bu takdirde kölenin malı varsa müşterinin olur.”

عن ابن عمر رضِىَ اللهُ عنهُما قال: [سَمِعْتُ رسولَ اللهِ ﷺ يقولُ: مَنْ بَاعَ، وفي رواية: مَنْ ابْتَاعَ نَخْلاً قدْ أُبَّرَتْ فَثَمَرُهَا لِلْبَائِعِ إلاَّ أنْ يَشْتَرِطَ الْمُبْتَاعُ، وَمنِ ابْتَاعَ عبداً فَمَالُهُ لِلَّذِى بَاعَهُ إلاَّ أنْ يَشْتَرِطَ الْمُبْتَاعُ]. أخرجه الستة. «والتأبيرچ التقليح

Buhârî, Büyû 90, 92, Şürb 17, Şürût 2; Müslim, Büyû 77, (1543); Muvatta, Büyû 9 (2, 617); Tirmizî, Büyû 25, (1244); Ebû Dâvud, İcâre 44, (3433, 4434); Nesâî, Büyû 75, (7, 296).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


2. (389)- Hadis

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir din kardeşine yemiş satsan sonra da buna bir âfet gelse, ondan bir şey alman sana helâl olmaz. Kardeşinin malını hakkın olmadığı halde nasıl alırsın?”

Bir başka rivayette: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âfetle gelen zararın hesaptan düşülmesini emretti” demiştir. (Müslim, Musâkat 17).

وعن حابر رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [قالَ رسُولُ اللهِ ﷺ: إنْ بِعْتَ مِنْ أخِيكَ تَمْراً فَأصَابَتْهُ جَائِحةٌ فَلاَ يَحِلُّ لَكَ أنْ تَأْخُذَ مِنْهُ شَيْئاً، بِمَ تَأْخُذُ مَالَ أخِيكَ بِغَيْرِ حَقٍّ]. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى

وفي رواية: أمر رسول الله ﷺ: بِوَضْعِ الجَوَائِحِ

كتاب البخل وذم المال

Müslim, Müsâkat 14, (1554); Ebû Dâvud, İcâre 24, (3574), 60, (3470).

Satılan meyve henüz müşteri tarafınan ağaçtan toplanmadan dolu, fırtına, çekirge, susuzluk gibi insan dahli bulunmayan bir âfete mâruz kalarak zarara uğrarsa bunun zararı satıcıya  mı aittir, satın alana mı? şeklinde âlimler farklı görüşlere sahiptir.
1- Mâlikîler toplanmayan malın satıcının garantisinde olduğu kanaatindedir.
2- Ahmed İbnu Hanbel: “Gelen zarar üçte birden azsa müşteri çeker, fazla ise satıcı” der. Zararın miktarı hususunda ihtilaf edilirse satıcının sözü esastır.
3- İmam-ı Âzam ve Şâfiî hazretleri  ve Zâhirîler “Müşteri teslim almışsa, afetle gelen zararın tamamı  müşteriye aittir, teslim almadan önce gelirse satıcıya aittir”derler. Teslimden maksad müşteri ile malın başbaşa kalmasıdır.