1. Hz. Peygamber’in Benî Amr ve Benî Muharib Kabilelerini İslâm’a Davet Etmesi
  2. Hz. Peygamber’in Benî Abes’i İslâm’a Davet Etmesi
  3. Hz. Peygamber’in Benî Kinde’yi İslâm’a Davet Etmesi
  4. Hz Peygamber’in Benî Kâ’b’ı İslâm’a Davet Etmesi

HZ. PEYGAMBER’İN HACC MEVSİMLERİNDE ARAP KABİLELERİNİ İSLÂMA DAVET ETMESİ

Hz. Peygamber’in Benî Amr ve Benî Muharib Kabilelerini İslâm’a Davet Etmesi

– Rasûl-ü Ekrem peygamber olduktan sonra üç sene gizli çalıştı, ortaya çıkmadı. Dördüncü senede dâvâsını ilan etti. On sene durmadan davasını Mekke’de neşrediyordu. Hac mevsiminde hacıların konaklarını ziyaret ediyor, Ukkâz, Mecenne ve Zu’l-Mecaz panayırlarında rabbinin risaletini tebliğ edebilmesi için onları kendisine yardımcı olmaya davet ediyordu. Bunun karşılığında onlara cennet vardı. Fakat onlardan hiç kimsenin ona yardım ettiği görülmedi. Hatta Rasûl-ü Ekrem kabileleri soruyor, kabile kabile konakladıkları yerleri araştırıyordu. Böylece Benî Âmir b. Sa’sa’a kabilesine vardı. Benî Âmir’den gördüğü eziyeti hiç kimseden görmemişti. Onların yanından ayrıldı. Onu taş yağmuruna tuttular. Bu taş yağmuru arasında Rasûl-ü Ekrem Benî Muharib b. Hasefe kabilesine geldi. Aralarında yüzyirmi yaşında bir ihtiyar gördü. Rasûlullah onunla konuştu, kendisini İslâm’a davet etti. “Rabbimin risaletini tebliğ etmem için bana yardımcı ol” dedi. İhtiyar “Ey kişi (Rasûlullah’ı kastediyor)! Kavmin senin haberini daha iyi bilirler. Allah’a yemin ederim, seni kabul eden bir kişi ailesinin yanına şuraya gelenlerin en şerlisi olarak dönmüş olur (Kureyş’in kahrına uğrar). Kendini bizden uzak tut, başka yardımcı ara” dedi. Bu sırada Rasûlullah’ın baş düşmanı ve amcası Ebu Leheb de ayakta bekliyordu. O Muharibî’nin konuşmasını dinledikten sonra Muharibî’nin yanına gitti ve “Eğer hacıların tamamı senin gibi olsa, bu adam (Rasûl-ü Ekrem’i kastediyor) üzerinde bulunduğu dinini terk eder. Bu adam sapıtmıştır ve bir yalancıdır!” dedi. Muharibî (120 yaşındaki ihtiyar) “Vallahi sen onu daha iyi bilirsin; zira o kardeşinin oğludur ve senin bir parçandır ve çok yalancıdır” dedikten sonra şöyle devam etti: “Ey Ebu Utbe! (Ebu Leheb’in künyesidir) Bu adamı cinler çarpmış olabilir. Bizimle beraber, kabilemizden bir kimse bulunmaktadır ki cin çarpanları tedavi eder (yani yeğenini götür de tedavi etsin)”. Fakat Ebu Leheb bu söze hiçbir cevap vermedi. Fakat yine de Rasûlullah’ı takib edip, o bir Arap kabilesine gittiğinde, arkasından “Bu adam sapıtmıştır” diye bağırmaktan da geri durmadı{103}.

[Dipnot]=103. Ebu Nuaym, Delail, s. 101 (Senedinde Vakidi vardır)


Hz. Peygamber’in Benî Abes’i İslâm’a Davet Etmesi

– Abdullah b. Vabiset Abesî babasından, o da dedesinden rivayetle şöyle anlatıyor: “Rasûl-ü Ekrem, Mina’daki konaklarımıza geldi. Biz de Mescid-i Havf’e yakın olan Cemre’de (halkın arasında ‘küçük şeytan’ diye şöhret bulan yerde) konaklamıştık. Rasûl-ü Ekrem devesinin sırtındaydı. Terkisinde kölesi Zeyd b. Harise vardı. Bizi Allah’a davet etti. Ne var ki biz ona icabet etmedik ve hiç de iyi birşey yapmamış olduk. Biz Rasûlullah’ın adını ve onun hac mevsiminde insanları Allah’a davet ettiğini işitmiştik. O bizim yanımızda durdu ve bizi davet etti. Fakat biz ona icabet etmedik. Bizimle beraber Meysere b. Mesruk el-Abesî adlı bir kişi de vardı. Bu zat şunları söyledi: “Allah’a and içerim ki eğer biz bu kişiyi tasdik etseydik ve onu himayemize alıp götürseydik daha doğru bir iş yapmış olurduk. Allah’a yemin ederim, bu kişinin dini kesinlikle galib gelecektir. Her yere yayılacaktır”. Bunun üzerine akrabaları Mesruk’a şunu söylediler: “Yakamızı bırak! Bizim gücümüzün yetmediği bir hadise ile bizi karşı karşıya bırakma!” Bu manzara karşısında Rasûl-ü Ekrem Meysere’den birşeyler ümid etti, onunla konuştu. Meysere Rasûl-ü Ekrem’e dedi ki: “Ne güzel konuşuyorsun, ne nurlu bir konuşmadır bu! Fakat benim kavmim bu hususta bana muhalefet etti. Kişi ancak kavmiyle bir iş yapabilir. Eğer onlar beni desteklemezlerse, düşmanlar beni hiç desteklemezler” dedi ve Rasûl-ü Ekrem de oradan ayrıldı.

Bizim kabile de aile efradlarına doğru gittiler. Meysere onlara “Gelin de Fedek’e gidelim. Orada yahudiler vardır. Bu kişinin durumunu yahudilere soralım” dedi. Onlar bunun üzerine yahudilere gittiler. Yahudiler onlara bir kitab çıkarıp, ortaya koydular, sonra Rasûlullah’ın sıfatlarını okudular: “O mekteb ve medrese görmeyen, Arap soyundan bir peygamberdir. Deveye binecektir. O bir parça ekmekle kifâyet eder. Ne çok uzundur, ne de kısa. Saçları kıvırcık değildir, dökük de değildir. Gözünde bir kırmızılık vardır. Rengi beyazla kırmızı arasındadır. Eğer bu özelliklere sahip olan bir kişi sizi davet etmişse, ona icabet edin. Onun dinine girin. Biz yahudiler ona hased eder ve ona tâbi olmayız. Onun yüzünden birçok yerde başımıza büyük belalar gelecektir. Araplardan hiç kimse kalmayacak ki ona tâbi olmasın veya onunla savaşmasın. Bari siz ona tâbi olanlardan olun” dediler. Bunun üzerine Meysere “Ey kavmim! Durum apaçık ortada! Biz mevsimde tekrar Mekke’ye döndüğümüzde onunla orada karşılaşırız” dedi. Böylece memleketlerine gittiler ve adamlarının Rasûlullah ile karşılaşmasına izin vermediler. İçlerinden hiç kimse Rasûlullah’a tâbi olmadı. Rasûl-ü Ekrem sonra Medine’ye hicret etti. Veda haccını yaptığında ise Meysere Rasûlullah ile bir araya geldi. Hz. Peygamber Meysere’yi tanıdı. Meysere “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a andolsun ki ben sen buraya geldiğin günden beri sana tâbi olmak için var kuvvetimle taraftardım. İşte olan oldu, Cenabı Hak senin gördüğün İslâm’ımın tehirini irade buyurdu. O benimle beraber olan kişilerin hepsi ise öldü. Ey Allah’ın peygamberi! Onlar nereye gidecekler?” diye sordu. Hz. Peygamber ona şu cevabı verdi: “İslâm dininden başka bir din üzerinde ölen herkes ateştedir”. Bunun üzerine Meysere şunları söyledi: “Beni kurtaran Allah’a hamd mahsustur!” Böylece Meysere müslüman oldu ve İslâmiyet’i güzel oldu. Meysere, ilk halife olan Hz. Ebubekir’in nezdinde büyük bir makama sahipti {104}.


Hz. Peygamber’in Benî Kinde’yi İslâm’a Davet Etmesi

– Rasûl-ü Ekrem Kinde kabilesinin Ukkaz’daki konaklarına vardı. Arap kabilelerinin en yumuşak kabilesiydiler. Onların yumuşaklığını ve mantıklarının kuvvetini görünce onlarla konuştu ve şunları söyledi: “Sizi tek olan Allah’a davet ediyorum. Onun ortağı yok! Ve siz kendi nefsinizi koruduğunuz gibi beni koruyacaksınız. Eğer ben ortaya çıkarsam siz muhayyersiniz (kabilenizden ayrıldığım zaman başıma gelenlerden dolayı beni korumazsanız mesul değilsiniz)”. Onların hepsi de “Bu konuşma gayet güzel! Fakat biz atalarımızın taptıklarına tapıyoruz” dediler ve fakat içlerinden en gençleri “Ey kavmim! Başkası ona tâbi olmadan önce siz ona tâbi olun. Kitab ehli (yahudi ve hristiyanlar), Harem’den bir peygamber çıkacağını söylüyorlar. Onun zamanı yaklaşmıştır” dedi. Topluluğun içinde iki gözü kör olan bir adam vardı ve şöyle dedi: “Susun da ben konuşayım. Bu kişiyi (Rasûl-ü Ekrem’i kastediyor) aşireti kovmuştur. Siz onu, buna rağmen bağrınıza mı basacaksınız? Siz onu bağrınıza basmakla bütün Araplarla savaşa göğüs germiş olacaksınız. Asla ve kat’a! Bunu yapamazsınız”. Rasûl-ü Ekrem üzüntülü olarak onların yanından ayrıldı. Bu kavim de geride kalan kavimlerine gittiler ve bu hadiseyi anlattılar. Yahudilerden bir kişi “Allah’a yemin ederim, siz böyle yapmakla yanlışlık yapmışsınız (nasibinizi kaçırmışsınız). Eğer herkesten önce bu kişiye iman etseydiniz Arapların efendisi olurdunuz. Biz onun vasıflarını kitabımızda okuyoruz” dedi. Onu görenler onu anlattılar ve onun niteliklerinin onun yanındaki vasıflarla uygun olduğu görüldü. Yahudi şöyle dedi: “Onun Mekke’den çıkacağını görüyorum. Onun hicret evi Yesrib (Medine)’dir”.

-Bu sözü işiten topluluk gelecek mevsimde Rasûlullah ile bir araya gelmeyi arzuladı. Fakat onların reisleri o sene onların hacca gitmesini menetti.[Dipnot]=104. Ebu Nuaym, Delail, s. 102; Bidâye, III/145, (Vakidî tarikiyle)

İçlerinden hiç kimse hacca gelmedi. O yahudi de öldü. O yahudi öldüğü zaman Rasûl-ü Ekrem’i tasdik ettiğini ve ona iman ettiğini işittiler {105}.


Hz Peygamber’in Benî Kâ’b’ı İslâm’a Davet Etmesi

– Abdurrahman el-Âmiri kavminin yaşlılarından naklen şöyle anlatıyor: “Rasûlullah bize geldi. Ukkaz panayırındaydık. “Sizler kimlerdensiniz?” diye sordu. “Biz de Benî Âmir b. Sa’sa’a’dan olduğumuzu söyledik”. Bunun üzerine “Siz hangi Benî Âmir’densiniz?” dedi. Biz de “Benî Kâb b. Rebia’danız” dedik. Rasûl-ü Ekrem “Sizin içinizde, size sığınan bir kimseyi koruyabilir misiniz?” diye sordu. Cevap olarak dedik ki: “Bir kuvvetliyiz, koruruz. Hiç kimse bizim ateşimizde ısınmaz (hiç kimse bize yaklaşamaz)”.

Rasûl-ü Ekrem, bunun üzerine “Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Eğer size gelirsem Rabbimin risaletini tebliğ etmem için bana yardımcı olur musunuz? Beni korur musunuz? Herhangi birinize hoşuna gitmeyeceği bir teklifte bulunmayacağım” dedi. Onlar da Hz. Peygamber’e “Sen Kureyş’in hangi kabilesindensin?” diye sordular. Rasûl-ü Ekrem “Benî Abdulmuttalib’tenim” dedi. Onlar “Benî Abdimenaf seni nasıl karşılar?” dediler. Rasûl-ü Ekrem “Beni ilk yalanlayan ve kovan onlar oldu” dedi. Bunun üzerine Benî Âmir kabilesi “Biz seni kovmayız, lâkin iman da etmeyiz. Sen Rabbinin risaletini tebliğ edinceye kadar seni koruruz” dediler.

Rasûl-ü Ekrem onların yanında konakladı. Onlarla alış-veriş yaptı. Bu esnada Bucre b. Kays el-Kuşeyrî adlı kişi onlara geldi ve “Şu yanınızda gördüğüm ve tanımadığım kişi kimdir?” diye sordu. Onlar da “Bu, Kureyş’ten Muhammed b. Abdullah’tır” dediler. Bucre “Onunla sizin ne işiniz var?” diye sordu. Onlar “Bu zat iddia ettiğine göre peygamberdir. Rabbinin emrini tebliğe fırsat bulmak için bizim kendisini korumamızı istiyor” dediler. Bucre “Siz ona ne cevab verdiniz?” diye sordu. Onlar “Ona hoş geldin, safa geldin, seni memleketimize götürürüz. Kendimizi hangi şeylerden korursak seni de onlardan koruruz” dedik. Bucre “Bu panayır ehlinden hiçbir kimseyi bilmem ki buradan sizin götürdüğünüzden daha şerli bir şeyi memleketine götürmüş olsun” dedi ve ilave etti: “Siz insanların hepsiyle savaşmaya başladınız bile! Arapların hepsi bir yaydan size ok atacaktır. Bu zatın kavmi kendisini daha iyi tanır. Eğer ondan bir hayr görseydiler onunla diğer insanlarla nasılsalar öyle olurlardı. Siz bir kavmin sefihini, kavminin kovduğunu, yalanladığı birini mi götürmek istiyor, onu bağrınıza basıyor, ona yardım ediyorsunuz?[Dipnot]=105. Ebu Nuaym, Delail, s. 103 (Vakidî tarikiyle)

Sizin görüşünüz ne de kötüdür?” Sonra Rasûlullah’a yönelip şunları söyledi: “Kalk, kavmine git! Andolsun eğer kavmimin yanında olmasaydın senin boynunu vururdum”. Rasûlullah devesine doğru gitti ve deveye bindi. Bucre denilen habis, Rasûlullah’ın devesinin böğrüne vurdu. Deve sıçradı ve Rasûl-ü Ekrem’i düşürdü. O anda Benî Âmir’in yanında Dubâa binti Âmir b. Kurt adlı bir hanım vardı. Rasûlullah’a Mekke’de iman eden hanımlardan biriydi. O sırada kavmini ziyarete gelmişti. O kadın “Ey Âmir oğulları! Aranızda Allah’ın Rasûlü’ne bir hakaret reva görülürken içinizde peygamberi bundan koruyacak kimse yok mu?” dedi. Böylece amcazadelerinden üç kişi kalktı, Bucre’ye küfrettiler. İki kişi de ona yardım etti. Hz. Peygamber’in taraftarı kişilerin her biri ötekilerden bir kişiyi yere yıktı. Göğüslerinin üzerine oturup yüzlerine yumruklar indirdiler. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem “Ey Allah’ım! Şu bana yardım eden üç kişiye bereket ver ve şu karşı gelen kişilere de lânet et!” diye dua etti. O üç kişi müslüman oldular ve şehid olarak rablerine kavuştular. diğer kişiler de helâk oldular. Bucre’ye yardım edenlerin adları Hüzn b. Abdullah, Muaviye b. Ubade idi. Rasûlullah’a yardım eden üç kişinin isimleri de şöyle idi: Sehl’in iki oğlu Gıtrif ile kardeşi Gatafan ve Urve b. Abdullah! {106}.

– Rasûl-ü Ekrem Benî Amr b. Sa’sa’a’ya vardı. Kendisini onlara arzetti (“beni koruyun ki ben de Allah’ın emrini tebliğ edeyim dedi”). İçlerinden biri (ismi Bahîra b. Firas idi) şöyle dedi: “Andolsun eğer Kureyş’ten olan bu kişiyi tutarsam onunla Arapları yenmiş olurum” dedi ve sonra “Eğer biz sana tâbi olursak, sonra sen, sana muhalefet edenlere galib gelirsen, senden sonra biz tâbilerimizin başına geçebilir miyiz?” diye sordu. Rasûl-ü Ekrem “Emir Allah’a aittir, dilediğine verir onu” dedi. O şahıs “Biz göğüslerimizi senin için Araplara hedef kılacağız da, Allah seni galib getirdiğinde emir bizden başkasının mı olacak? O halde senin durumun bizi ilgilendirmez” dedi ve böylece Rasûl-ü Ekrem’e tâbi olmaktan kaçındılar. Halk geri geldiğinde Benî Âmir’de yaşlı bir yakınlarının yanına vardılar. Kişi o kadar yaşlı idi ki kendileriyle beraber hacca dahi gelemiyordu. Onlar onun yanına geldiklerinde o mevsimde olan hadiseleri kendisine anlatıyorlardı. Yanına geldiklerinde neler olup olmadığını kendilerine sordu. Onlar da “Bize Kureyş’ten bir genç geldi. Benî Abdulmuttalib’dendi. Kendisinin peygamber olduğunu söyledi ve bizi de kendisini korumaya davet etti. Onunla beraber olmamızı teklif edip, kendisini memleketimize götürmemizi istedi (biz de getirmedik)” dediler. O ihtiyar, elini başının üzerine koyduktan sonra şunları söyledi: “Ey Âmir oğulları! Acaba bunu telafi etmek mümkün mü?[Dipnot]=106. Ebu Nuaym, Delail, s. 100; Bidâye, II/141, (Said b. Yahya b. Said el-Emevî Megazî’sinde babasından)

Acaba elinizden kaçırdığınızı bir daha yakalayabilir misiniz? Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki İsmailoğulları’ndan hiç kimse yalandan peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. Bu bir gerçektir. Siz nasıl oldu da bu fırsatı kaçırdınız?” {107}.