1. (109)- Hadis
Enes (radıyallahu anh)’in anlattığına göre,
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i bir at yere atmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O’na ayakta duramayacak kadar ızdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashâb (radıyallahu anhum ecmaîn) kendisine “geçmiş olsun” ziyaretine geliyorlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selâmı verince şöyle dedi: “İmam, kendisine uyulmak için vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şâyet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın.”
Râvi der ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayın 29’unda meşrübeden indi. Ashâb: “Ey Allah’ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için îlâ’ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin” dediler. Onlara: “Bu ay yirmi dokuz gündür” cevabını verdi.
Buhârî ve Müslim’de Ümmü Seleme’den gelen bir rivayette: “Bu ay yirmi dokuz çekiyor” buyurmuştur.
Müslim’de Câbir (radıyallahu anh)’dan kaydedilen bir rivayette: “Sonra iki elini üç sefer uzattı, ikisinde her iki elinin bütün parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla işaret etmişti” diye (yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır) (Sıyam 24).
عن أنس رَضِىَ اللهُ عنهُ [أنّ النبىّ ﷺ صُرِعَ مِنْ فرسٍ فَجُحِشَ شِقّهُ أو كَتِفُهُ، وآلى من نسائهِ شهراً فجلسَ في مشربةٍ لهُ درجُهَا من جذُوعٍ فأتاهُ أصحَابُهُ يَعُودونهُ فصلّى بهم جالساً وهم قيامٌ، فلما سلمَ قال: إنّما جُعِلَ الإمَامُ لِيُؤْتمّ بهِ فإذا صلّى قائماً فصلّوا قياماً، وإن صلّى قاعداً فصلّوا قعوداً، وَلاَ تركَعُوا حتّى يركعَ، وَلاَ ترفعُوا حتّى يرفَع. قال: ونزلَ لتسعٍ وعشرينَ. فقالوا يا رسُولَ اللهِ إنك آليتَ شهراً. فقال: إن الشهر تسعٌ وَعشرونَ.] أخرجه البخارى والترمذى والنسائى.
وفي أخرى للشيخين عن أم سلمة: [إنّ الشهرَ يكُونَ تسعاً وعشرين]. وفي أخرى لمسلم عن جابر [ثمّ طبَّقَ يديْهِ ثلاثاً مرّتينِ بأصابعِ يدَيْهِ كلِّهَا ومرةً بتسعٍ مِنْهَا]
” Buhârî, Salat 18, Ezan 51, 82, 128, Sıfatu’s-Salat 83, 128, Savm 11, Mezâlim 25, Nikâh 91, Talâk 21, Eymân 20; Tirmizî, Savm 6, (690); Nesâî, Talak 32, (6, 166).
Bu hadis her ne kadar oturarak namaz kıldıran imamın arkasında cemaatin de oturarak kılmasını âmir ise de başka rivayetleri de beraberce değerlendiren Hanefî (Şâfi, Sevrî, Ebu Sevr ve Cumhûr) uleması ayakta durmaya muktedir olanların oturarak kıldıran imamın arkasında, ayakta kılması gereğine hükmetmişlerdir, namaz farz veya nâfile olmuş farketmez.
2. (110)- Hadis
İbnu Ömer (radıyallahu anh),
“Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah cidden gafur ve rahîmdir…” (Bakara, 226) âyetinin açıklaması ile alakalı olarak) şöyle demiştir: “Ayette zikretilen) dört ay geçtikten sonra ya rücu etmek veya boşamak üzere zevc tevkif olunur. Îlâ yapan fiilen boşamayınca (bu müddetin dolmasıyla) boşanma husule gelmez.” Bu görüş, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu’d-Derda ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmaîn)’den ve Ashab’tan on iki kişiden de rivayet edilmiştir.
Buhârî’nin bir başka rivayetinde İbnu Ömer demiştir ki: “Cenâb-ı Hakk’ın âyette zikrettiği îlâ, dört aylık müddet dışında hiç kimseye helal olmaz. Bu müdded dolunca ya tatlılıkla hanımını tutar veya, Allah’ın emrettiği şekilde boşamaya karar verir. (Îlâ müddetini uzatarak kocanın ayrıca birde boşanmasını beklemek gibi üçüncü bir yola sülûk edilemez.)”
وعن ابن عمر قال: [إذا مضتْ أربعةُ أشهرٍ يُوقَفُ حتّى يُطلِّقَ ، وَلاَ يَقَعُ عليهِ الطّلاقُ حتّى يطلّقَ، يعنى المولى. ويذكر ذلكَ عن عثمان وعن على وأبى الدرداء وعائشة رَضِىَ اللهُ عنهم واثنى عشر رجلاً من الصحابة]. أخرجه البخارى ومالك.
وفي أخرى للبخارى قال «يعنى ابنَ عمرَ» الإيلاء الّذِى سمى اللهُ تعالى لا يَحِلُّ لأحدٍ بعدَ الأجَلِ إلاَّ أنْ يُمسكَ بالمعروفِ أو يعزَم الطلاقَ كما أمر اللهُ تعالى .
Buhârî, Talak 21; Muvatta Talak 19, (2, 557).
Bir kimse îlâ yaptığı takdirde âyette zikredilen dört aylık müddet geçince talâk vâki olur mu, olmaz mı? meselesi farklı şekilde cevaplandırılmıştır.
Yukarıda Muvatta’dan alınmış olan rivayete göre, İbnu Ömer, vaktin dolması boşanmanın husulü için yeterli değildir. Îlâ yapan kimsenin ayrıca boşaması gerekir kanaatindedir. “Erkek, bir an önce ya kefaret ödeyerek îlâyı kaldırmaya veya talâk vererek boşamaya mecbur edilmek üzere dördüncü ayın sonunda hâkim tarafından tevkif edilmelidir” demektedir. Aksi takdirde, câhiliye devrinde olduğu üzere, kadın ne evli ve ne de boşanmış sayılmayacağından mağdur olacak, bir kısım haklarını kullanamayacaktır. Yukarıdaki rivayet, Ashâb’tan on iki kişinin bu görüşte olduğunu tasrîh etmektedir. İmam Mâlik de bu görüştedir. Ancak Kûfeliler’e (Hanefîler) göre dört ayın dolmasıyla, kendiliğinden talâk vâki olur, erkeğin ayrıca boşaması şart değildir.
3. (111)- Hadis
Hz. Ali (kerremallahu vechehu) buyurmuştur ki:
“Bir kimse hanımına yaklaşmamaya yemin ederse (îlâ’ya karar verirse), bundan boşanma hâsıl olmaz. Dört aylık müddet geçince, îlâ yapan koca tevkif olunur, ya boşar ya da kefaret ödeyerek rücu eder.”
İmam Mâlik der ki: “Bir kimse, çocuğu sütten kesilinceye kadar hanımına yaklaşmamaya yemin edecek olsa, bu îlâ yemini sayılmaz. Bana Hz. Ali’den ulaşan bir rivayete göre, bu durumdan kendisine sorulduğu vakit bunun îlâ olmadığını belirtmiştir.”
وعن علي كرّمَ اللهُ وجهه قال: إذا آلى الرجلُ من امراتهِ لم يقعْ عليه طلاقٌ، وإن مضتِ الأربعةُ الأشهُرُ حتّى يُوقفَ فإمّا أن يطلّقَ وإمّا أن يُفئَ. أخرجه مالك. وقال: من حلفَ على امرأتهِ أنْ لا يطأَهَا حتّى تَفْطَمَ ولدَهَا لم يكنْ مولِياً. بلغنِى عن علي رَضِىَ اللهُ عنهُ أنّه سئلَ عن ذلكَ فلم يرهُ إيلاءً .
Muvatta, Talak 17, (2, 556).
Bu rivayette, îlâ’nın tarifiyle ilgili olarak âlimlerin yaptığı ihtilafı görmekteyiz. Bazıları, yapılan yemînin îlâ sayılması için bu yeminin öfke ile yapılması, kadına bir ceza, bir zarar vermek niyetiyle yapılmasını şart koşmuştur. Söz gelimi, meme emen çocuğun zarar görmemesi için, hamileliği önlemek düşüncesiyle yapılan îlâ, ıstılahî îlâ değildir.
Hz. Ali, İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma) Hasan-ı Basrî ve diğer bir kısım seleften yapılan rivayete göre: لا ايلاء الافي الفضب denmiştir. Yani “Öfke hâli iktiran etmeyen yemin îlâ sayılmaz.” Öte yandan Şa’bî tarikinden yapılan rivayette: “kadınla erkek arasına girip mukareneti önleyen her yemin îlâdır.”
4. (112)- Hadis
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) der ki:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hanımlarına yaklaşmamaya yemin etti (îlâ kararı verdi) ve (bal yemeyi de kendi kendine) haram etti. Böylece helal olan bir şeyi kendisine haram kılmıştı. Sonra kefâret karşılığında yeminini bozdu”
وعن عائشة رَضِىَ اللهُ عنها قالت: [آلى رسُولُ اللهِ ﷺ من نسائِهِ وحرّمَ فجعلَ الحرامَ حلالاً وجعلَ في اليمينِ كفارةً]. أخرجه الترمذى
Tirmizî, Talak 21, (1201).
Bahsin girişinde belirtildiği gibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i îlâ kararı vermeye sevkeden birkaç sebep zikredilir. Bunlardan en ziyade zikredileni, bal şerbeti içmesiyle ilgili olanıdır:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in zevcelerini mûtad üzere ziyaretleri esnasında, kendisine, validelerimizden biri tarafından ikram edilen bal şerbetinin hatırına onunla olan sohbetini biraz uzatması, diğerlerinin kıskanmalarına sebep olmuştu. Aralarında anlaşarak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kendilerini ziyaretleri sırasında “meğâfir koktuğunu” söylediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bal şerbeti içtiğini, (bunun meğâfirle ilgisi olmadığını) söyleyince de: “Arılar balı meğâfir çiçeğinden yapmıştır” dediler.
Meğâfir, kokusu hoş olmayan ikrah veren bir ottu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ise pis kokulu şeylerden son derece kaçınır “Cemaate çıkıyorum” diyerek sarımsak veya soğanla pişirilmiş yemeklerden bile yemezdi.
Zevcelerini ayrı ayrı ziyareti sırasında hepsinin ittifakle meğâfir kokusundan bahsetmesi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı üzmüştü. Bir daha bal yememek üzere yemin etti.
Bunun üzerine Tahrim sûresi nâzil oldu. İlk ayetlerde: “Ey peygamber, eşlerinin rızasını gözeterek, Allah’ın helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun… Allah şüphesiz size yeminlerinizi kefaretle geri almanızı meşru kılmıştır…” (âyet 1-22) diyerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bu davranışının hoş olmadığı, kefâret ödeyerek yemininden rücu etmesi emredilmiştir.
İşte Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu vak’a üzerine zevceleriyle bir ay ayrı kalmaya karar vererek meşrübe denen ve hurma kütüğünden mamul bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına çekildi.
Îlâ, cahiliye Araplarında sıkca görülen bir boşanma şeklidir, müddetle sınırlı değildir. Böylece kadın ne boştur evlenebilsin, ne de değildir zevce muamelesi görsün.
Kur’ân-ı Kerîm bunu yasaklayarak, böylesi bir durumun dört aydan fazla devam edemiyeceğini hükme bağlamıştır. Ancak âyet-i kerime üç farklı şekilde anlaşılmıştır:
1- İlâdan sonra dört ayın dolması, talâka azmetmek sayılmıştır ve böylece, îlâ yapan erkek, dört ay içinde kefaret vererek yemininden dönmemişse, bir talâk-ı bainde bulunmuş sayılır. İbn-i Abbas, İbnu Mes’ud, Zeyd İbnu Sâbit, Osman İbnu Affan bu görüştedir. Hanefîler de bunu iltizam etmiştir.
2- Hz. Ali, İbnu Ömer, Ebu’d-Derdâ, Hz. Aişe başta diğer bazıları, böyle birinin dört ayın hitamında îlâya son vermek veya, boşamaya karar vermek üzere hâkim tarafndan tevkif edileceğine hükmetmiştir. Şâfiî ve Mâlikîler de bu görüştedir.
3- Üçüncü görüşe göre, dört ayın sonunda bir talâk-ı ricî vâki olur. Sâid İbnu Müseyyeb, Sâlim İbnu Abdillah, Ebu Bekr İbnu Abdirrahmân, Zühri, Atâ… gibi bazıları bu görüşe sâhib olmuştur.
Konunun teferruatı için fıkıh kitaplarına başvurulmalıdır.