1. (97)- Hadis
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın”. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan sonra, zevceleri de itikâfa girdiler.”
Bir başka rivayette şöyle denir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her Ramazan’da itikafa girerdi. Akşam namazını kılar kılmaz itikaf mahalline gelirdi. Râvi der ki: Bir gün Hz. Aişe de itikâf için izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) izin verdi. Mescidin içinde itikaf için bir çadır kuruldu. Bunu Hafsa validemiz (radıyallahu anhâ) işitti, O’nun için de bir çadır kuruldu. Arkadan Zeyneb (radıyallahu anhâ) validemiz için de bir çadır kuruldu. Sabah olup da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hücresinden çıkınca dört çadır kurulduğunu görür ve “Bunlar da ne?” diye sorar. Durum haber verilince: “Onları bu işe sevkeden şey nedir, Allah’ın rızasını kazandıracak bir amel düşüncesi mi? Hayır! Derhal kaldırın, gözüm görmesin!” emretti. Çadırlar kaldırıldı. O Ramazan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’da itikâfı terketti. Şevvâl’in son onunda itikâfa girdi.”
Bir diğer rivayette şöye denir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çadırların kaldırılmasını emretti. Derhal yıkıldılar. O yıl itikâfa girmeyi Ramazan’da terketti, Şevvâl ayının ilk onunda yerine getirdi.”
عن عائشة رَضِىَ اللهُ عنها قالت: [كَانَ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَعْتَكِفُ العَشْرَ الأوَاخرَ منْ رَمَضَانَ حتّى تَوفّاهُ اللهُ تعالى وَيقُولُ: تَحرَّوْا ليلَةَ القَدْرِ في العَشْرِ الأوَاخِرِ منْ رَمََضَانَ ثمّ اعتَكَفَ أزْوَاجُهُ من بعده]. أخرجه الستة.
وفي رواية [كانَ يعْتَكِفُ في كلِّ رَمَضَانَ فإذَا صَلَّى الْغَدَاةَ جاءَ مَكانهُ الَّذِى اعْتَكَفَ فِيهِ قال: فاسْتَأْذَنَتْهُ عائشةُ رَضِى اللهُ عنها أن تعتكفَ فأذن لَها فَضربتْ فِيهِ قُبةً فسمعتْ بها حفصةُ رَضِىَ اللهُ عنها فضربتْ، قبةً وضربتْ زينبُ رَضِىَ اللهُ عنهَا أخرى، فلما انصرفَ من الغداةِ أبصرَ أربَع قبابٍ فقال: ما هذهِ؟ فأُخْبِرَ بذلكَ، فقالَ مَا حملُهنَّ على هذا، آلِبِرٍّ؟ انزعوها فلا أرَاهَا. فنُزعتْ فلمْ يعتكفْ في رمضانَ حتّى اعتكفَ في آخرِ العشرِ من شوالٍ].
وفي رواية [أمرَ بخبائهِ فقُوِّضَ وتركَ الاعتكافَ في شهرِ رمضانَ حتّى اعتكفَ في العَشرِ الأولِ منْ شَوّالٍ].
«الخباءُ» بيت من وبر أو صوف، لامن شَعر و«تقويضه» رفعه .
Buhârî, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İtikâf 1, 14; Müslim, İtikâf 5, (1172); Muvatta, İtikaf 7, (1, 316); Tirmizî, Savm 71, (790); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 44); Ebu Dâvud, Sıyâm 77, (2462, 2464); İbnu Mâce, Sıyâm 59; (1771).
İtikaf, lügat açısından, haps olmak, yerinde kalmak gibi mânalara gelir. Şer’î örfte: “Allah’ın rızasını kazanmak düşüncesiyle belli âdab çerçevesinde mescidde kalma”ya itikaf denir. Bu nâfile bir ibâdettir. Sadece nezredilmek suretiyle vâcib olur. İtikafın en az müddeti bir gün en fazla müddeti on gündür. İtikâf senenin her ayında olabilir. İtikafta iken, bazı âlimlere göre oruç şart değildir. Ancak Hanefîlere göre vâcib olan itikâf için oruç şarttır. Yine bazılarınca Mescid-i Nebevî, Kâbe ve Mescid-i Aksa’da, bazılarınca cuma kılınan mescidlerde itikaf câiz addedilirken, Hanefîler beş vakit namazın kılındığı her yerde itikafın câiz olacağına hükmederler.
Allah rızası için şu mescidde şu kadar müddet itikaf yapmaya niyet ettim demekle bunu nefsine vâcib kılar. Kalben bunu geçirirse de niyet yerine geçmiş olur. Bu niyetle mescide giren kimse abdest almak, gusletmek, abdest bozmak gibi zaruret olmadıkça mescidden ayrılmaz. Aksi takdirde itikafı bozulur.
Mu’tekif, mescidde kalır, namaz, tilavet ve tefekkür gibi ibadetin çeşitleriyle meşgul olur. Dünyevî meşguliyetleri terkeder. Kadına tekerrüb tamamen yasaktır.
İtikâfı erkekler mescidde yerine getirirler, bu şarttır. Kadınlar, evlerinin mescid olarak tanzim edilen odasında itikaf yapabilirler. Bu meşrudur, fakat mescidde itikafa girmeleri câiz değildir.
KADİR GECESİ
Hadiste itikafa girmekle Kadir gecesi aramak arasına bir irtibat görülmektedir. Bu sebeple Kadir gecesi hakkında biraz açıklama yapmak gerekmektedir. Dünya ve âhirette rehberimiz olan yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i, Hak teâla hazretleri Levh-i mahfuz’dan dünya semasında Kadir gecesi’nde indirmiştir. Bu ilk iniş, bir bütün olarak, topyekün inmedir. Ondan sonra Hz. Cibrîl (aleyhisselam) Allah’ın izin ve emri ile 23 yılda peyder pey, ihtiyaca göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a vahy yoluyla getirecektir. Bu âyetteki “inme”den Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Hira mağarasında vâki olan ilk inme de anlaşılmıştır. Bu durumda ilk vahiy olan Alak suresinin baştaki beş âyeti Ramazan ayında o gece gelerek vahyin başlangıcını teşkil etmiştir.
Kıyamete kadar gelecek olan yüz milyarlarca insana dünya ve âhirette rehberlik edecek olan bir kitabın yeryüzüne geliş günü ve bunun yıldönümleri elbette ki müstesna bir gün olmalı, bayramlar, ihtifaller ve merasimlerle kutlanmalıdır. O gün diğer günlerden daha kıymetli, daha şerefli olmalıdır. Gerçekten de öyledir, Kur’ân-ı Kerîm, muhtelif âyetleriyle Kâdir gecesine temas eder ve kıymetini, ehemmiyetini dile getirir: Duhan suresi Kadir gecesi’nin kudsiyetine kasemle başlar: “Hâmîm, (Helal ile haram ve sair hükümleri) açıkça bildiren bu Kitab’a yemin olsun ki, biz O’nu mübarek bir gecede indirdik. Biz (O’nunla kâfirlerin uğrayacakları azâbı) haber vericileriz. Her hikmetli iş, nezdimizden çıkan bir emir ile, o gecede ayrılır…” (Duhan, 1-5).
Kadr suresi, o gecede Rabbimizin rahmet ve mağfiret ırmaklarının taşıp, her tevbekârı içinde garkedecek bir deryaya dönüştüğünü, hayırların bire binler, yüzbinler katıyla kabul edildiğini belirtir: “Biz, onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik… Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Onda Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle her bir iş için, iner de iner. O gece tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır.”
Bu âyetler de gösteriyor ki, Cenab-ı Hak,tıpkı dünyevî nizamatta bazı hususî kutlama ve af günleri bulunduğu gibi Kadir gecesini, hususi mağfiret günü yapmış, o gün yapılan tevbelere, hayırlara -mûtad “bire on” ölçüsünün pek fevkinde-, asgari bire otuz bin karşılık takdir buyurmuştur.
Ancak Kadir gecesinin açık şekilde bilinmesi bir kısım insanları tembelliğe atabilirdi. O gecenin kesin olan feyz ve mağfiretine güvenerek diğer günlerin değerlendirilmesi ikinci üçüncü plana atılabilirdi. Bilip bilmediğimiz birçok hikmet ve maslahatlarla, bu gecenin yılın hangi günü olduğu gizlenmiştir. Umumiyetle Ramazan ayı içerisinde olduğu kuvvetli ihtimal olarak ortaya çıkmakta ise de, Ramazan’ın ilk onunda mı, orta onunda mı, son onunda mı olduğu ihtilaf edilir olmuştur. Ramazan’ın son onunda ve 21, 23,25, 27 gibi tek gecelere tesadüf ettiğini te’yid eden rivayetler var.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sağlığında bu gecenin hangisi olduğu merak ve araştırma mevzuu olduğu gibi vefatından sonra başta Hz. Ömer (radıyallahu anh) olmak üzere Ashâb tarafından da araştırma konusu yapılmıştır. İbnu Hacer, Kadir gecesinin hangi gün olduğuna dâir şer’î delillere müsteniden ileri sürülen görüşleri tâdad ederken tam 46 görüş kaydeder. Bunlardan birine göre Kadir gecesi Ramazan ayı içerisinde değil, senenin herhangi bir gecesindedir. Binaenaleyh mü’min her gecede teyakkuz ve tevbede olmalıdır.
Mü’minler tarafından umumiyetle, benimsenen, Kadir Gecesi olarak kutlanan gece Ramazanın 27’nci gecesidir. Müslim’de Ubey İbnu Ka’b’dan gelen bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu geceyi irşad buyurmuşlardır. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu hususta kuvvetli bir kanaate varmak arzusuyla Ashab’ı toplayıp fikirlerini alır. Hepsi de Ramazan’ın son onunda olduğunda İCMA ederler. Heyette bulunan İbnu Abbas (radıyallahu anh) söz alarak: “Ben Kadir gecesinin hangi gece olduğunu biliyorum” der. Hz. Ömer “Hangisi?” diye sorunca: “Son ondaki geçen veya kalan yedinci gece” der. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Bunu nereden bildin, delilin ne?” diye sorunca İbnu Abbas şu açıklamayı yapar:
“— Allah yedi sema, yedi arz, yedi gün yarattı. Ay da yedi üzerine (yedişer günlük haftalar halinde) devam ediyor. İnsan da yediden yaratılmıştır, yediden yer(60) yedi üzerine secde eder. Kâ’be’yi tavaf yedidir, şeytana atılan taş da yedidir.”
[Dipnot]=60. Katâde, İbnu Abbas’ın bu yenen yedi ile, Abese suresinin 26-31. Ayetlerinde sayılan nimetleri kastdettiğini belirtir.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu açıklama karşısında tatmin olur ve takdirlerini ifade eder.
Ubey İbnu Ka’b’a göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in o geceyi ihya için uyanık kalmalarını emretmiş olmasından başka, müşâhede bile bunu te’yîd eder, zira Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi sabahı güneş, gözleri kamaştıran şualardan arınmış olarak, beyaz ve saf doğar. Hz. Mu’âviye, İbnu Ömer ve daha başka bir kısım sahâbeler de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den, Kadir gecesinin Ramazanın 27’inci gecesi olduğu hususunda rivayetlerde bulunmuşlardır. Seleften Ahmed İbnu Hanbel, Ebu Hanife gibi birçokları da bu görüşü benimsemiştir. İbnu Kesîr’in kaydına göre Kadr sûresinde geçen ve Kadir gecesi’ne delalet eden هى yani o zamirinin sure içerisinde 27. kelime oluşundan da bu hususu delillendiren selef âlimi mevcuttur. (Gerçeği Allah bilir).
Şurası muhakkak ki, bu hususta ileri sürülen bütün iddialar yakîn değil, zan, en fazla zann-ı gâlib ifade eder. Zira 27. gece olduğu bilfarz tebeyyün etse bile çoğu kere Ramazan’ın birinci günü kesinlikle bilinememektedir. Şâri, ümmete rahmeten, bunu mübhem ve ihtilaflı bırakmıştır. Böylece Fazl-ı Rahmân aşıklarına en azından bütün Ramazan geceleri “Kadir gecesi” niyetiyle ihya kapısı açık bırakılmıştır. O niyetle kapısı çalınan Yüce Rahmân’ın niyetlere göre fazlından bol bol vermiyeceğini kimse kestirip atamaz, verebileceğinin delili ise çoktur. Burada da “ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisindeki gerçek bir kere daha kendini göstermiş olmaktadır.
2. (98)- Hadis
Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le birlikte Ramazan’ın orta on gününde i’tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize) taşıdık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir hutbe irad etti ve) sonra şunu söyledi: “İtikafa girmiş olanlar, itikaf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son onda ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde eder gördüm.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) itikaf mahalline dönünce, o günün sonuna doğru hava bozdu. Mescid o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak şeklindeydi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’n burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece idi.”
وعن أبى سعيد رَضِىَ اللهُ عنهُ قال: [اعْتِكَفْنَا معَ رَسُولِ اللهِ ﷺ العشرَ الأوسطَ فلما كانَ صَبيحةَ عشرينَ نقلْنَا متَاعنَا فقال: مَنْ كَانَ اعتكفَ فليرجعْ إلى مُعْتَكَفِهِ فإنّى رأيتُ هذهِ الليلةَ ورأيتُنى كأنى أسجدُ في ماء وطينٍ، فلما رجعَ إلى معتَكَفهِ هاجتِ السماء من آخرِ ذلكَ اليومِ، وكاَنَ المسجدُ علَى عريشٍ، فلقدْ رأيتُ على أنفهِ وأرنبتهِ أثرَ الماء والطينِ وذلكَ ليلةَ الحادِِى والعشرينَ]. أخرجه الشيخان
Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13; Mslim, Sıyâm 213, (1167);
Hadisin Müslim’de gelen vechi, daha sarihtir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), O yıl Kadir gecesini aramak kasdı ile Ramazan’ın son on günüde de itikafa karar verir ve i’tikâf’a girenlere bu maksadla dönmelerini emir buyurur.
3. (99)- Hadis
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her Ramazanda on gün i’tikâfa girerdi. Vefat ettiği yılda ise yirmi gün i’tikâfa girdi.”
وعن أبى هريرة رَضِىَ اللهُ عنهُ قال: [كَانَ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَعْتَكِفُ في كلِّ رَمضانَ عشرةَ أيامٍ فلما كَان العامُ الَّذِى قُبِضَ فيهِ اعتَكفَ عشرينَ]. أخرجه البخارى وأبو داود
Buhârî, İ’tikâf 17; Ebu Dâvud, Savm 78, (2466). İbnu Mâce, Sıyâm 58 (1769).
Hadis açıklamasını bulunmamaktır
4. (100)- Hadis
Enes ve Ubey İbnu Ka’b (radıyallahu anh) anlatıyorlar:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan’ın son on gününde itikafa girerlerdi. Fakat bir sene (seferde olduğu için) itikafa girmedi, müteakip yıl yirmi gün itikaf yaptı.”
وعن أنس وأبىّ بن كعب رضى اللهُ عنهما قالا: [كَانَ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَعْتَكفُ العشرَ الأوَاخرَ من رَمضَانَ فلمْ يعتَكفْ عاماً فلمّا كَانَ العامُ المقبلُ اعتكفَ عشرين]. أخرجه أبو داود عن أبىّ، والترمذى عن أنس
Hadisi Ebu Dâvud, Übeyy hazretlerinden [Savm 77, (2463)]; Tirmizî de Enes hazretlerinden [Savm 79, (803)] rivayet etmiştir. İbnu Mâce, Sıyam 58, (1770).
Hadis açıklamasını bulunmamaktır
5. (101)- Hadis
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin anlattığına göre:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mescitte itikafda olduğu sırada, kendisi de hayızken, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın saçlarını taramıştır. Bu hizmeti yaparken kendisi odasında ayrılmamış; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) başını ona uzatmıştır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) itikafda iken, (büyük veya küçük abdest bozmak gibi) zarurî bir ihtiyaç olmadıkça odaya girmezdi.” Buhârî, Hayz 2, İtikaf 2, 3, 4, 19, Libâs 76; Müslim, Hayz 6-7 (297); Muvatta, İ’tikâf 1 (1, 312); Tirmizî, Savm 80, (804); Ebu Dâvud, Sıyâm 79 (2467, 2468, 2469); Nesâî, Hayz 20, (1, 193).
Ebu Dâvud’da şu ziyade var: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) itikafda iken hastaya uğrar, oyalanmadan halini sorar geçerdi. Hz. Aişe buyurdu ki: “Aslında, mûtekif için sünnet olanı, hasta ziyaretine gitmemesi, cenaze merasimine katılmaması, kadına temas etmemesi, kadının tenine tenini değdirmemesi, zarurî ihtiyaç dışında çıkmamasıdır. Oruçsuz itikaf yoktur. Keza cuma kılınan mescid dışında da itikaf yoktur.”
وعن عائشة رَضىَ اللهُ عنها [أنّها كَانتْ تُرَجِّلُ النّبىَّ ﷺ وَهِىَ حائضٌ وَهُوَ معتكفٌْ في المسجدِ، وهىَ في حُجْرتهَا يناولُها رأسَهُ، وكَانَ لا يدخلُ البيتَ إلا الحاجةِ الإنسان إذا كَانَ معتكِفاً]. أخرجه الستة.
وزاد أبو داود [وَكانَ يَمُرُّ بالْمَريضِ وَهُوَ معتكفٌ فيمرُّ ولاَ يعرِّجُ يسألُ عنه. وقالت: السنةُ لِلْمُعْتَكِفِ أن لا يعودَ مريضاً، ولاَ يشهد جنازةً، وَلا يَمَسَّ امرأةً، ولا يباشرَهَا، وَلاَ يخرُجَ إلاّ لِمَا لابدَّ له منهُ، وَلا اعتكَافَ إلاّ في المسجدِ الجامعِ].
«الترجيل» تسريح الشعرَ وتنظيفه وتحسينهُ .
(Ebu Dâvud, Savm 80, 2473).
Hadis açıklamasını bulunmamaktır
6. (102)- Hadis
Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevcelerinden biri, müstehaza haliyle (61) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la birlikte itikafa girdi. Öyle ki, kadın, kanı ve elbisesinde sarı lekeyi de görüyor bu halde de namaz kılıyordu. Kanın şiddetli akması halinde (kirletmeyi önlemek için) altına leğen koyduğu oluyordu.”
وعنها رَضِى اللهُ عنها قالت: [اعتكفتْ مع النبىّ ﷺ امرأةٌ من أزواجهِ مستحاضةٌ فكانتْ ترَى الدمَ والصفرَةَ وهىَ تُصلِّى، وربمَا وضعتِ الطِّسْتَ تحتَها منَ الدمِ]. أخرجه البخارى وأبو داود
Buhârî, Hayz 10, İtikaf 10; Ebu Dâvud, Savm 81, (2476);
[Dipnot]=61. Müstehaza hayızlı olmadığı halde – hastalık sebebiyle – kanı akan kadın.
7. (103)- Hadis
Ali İbnu’l-Hüseyn anlatıyor:
Safiyye (radıyallahı anhâ) buyurdu ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) itikafta iken ziyaret maksadıyla geceleyin yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere de o kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki, Ensar’dan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i görünce hızlandılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ağır olun dedi, şu yanımdaki Huyey’in kızı Safiyye’dir.” Onlar: “Subhânallah, dediler bu da ne demek ey Allah’ın Resûlu” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Şeytan, insana, damarlardaki kan gibi nüfuz eder. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım” buyurdu.”
وعن علي بن الحسين قال: قالت صفيةُ رضِى الله عنها: [كَانَ رَسولُ اللهِ ﷺ معتكفاً فأتيتهُ أزورهُ ليلاً فحدثتُه ثم قمتُ لأنْقَلبَ فقامَ مَعى حتّى اذا بلغ بابَ المسجدِ مرّ رجلان من الأنصارِ فلما رأيا رسُولَ اللهِ ﷺ أسرعا فقال على رِسلكما إنها صفيةُ بنتُ حُيَىٍّ، فقالاَ سبحَانَ اللهِ يَا رَسُولَ اللهِ فَقَلَ: إنّ الشَيطانَ يجرِى من ابنِ آدمَ مجرى الدمِ، وإنى خشيتُ أن يقذف في قلوبكما شَرّاً، أو قال شيئاً]. أخرجه البخارى وأبو داود. «الانقلاب» الرجوع .
“Buhârî, İ’tikâf 8, 11, 18 Farzu’l-Humus 4, Bed’u’l-Halk 11, Edeb 121, Ahkâm 21; Müslim, Selam 23-25 (2174, 2175); Ebu Dâvud, Sıyâm 79, (2470).
Hadisten şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Mutekifi ziyaret câizdir.
2- Mutekifin mübah şeylerle meşguliyeti câizdir. Ziyaretcilerle konuşması,
onlarla kalkması, onları uğurlaması gibi.
3- Mutekif zevcesiyle başbaşa yalnız kalabilir.
4- Kadın, mu’tekifi ziyaret edebilir.
5- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ümmetine karşı müşfiktir, onların günaha düşmemesi için gayret sarfetmiştir, çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında suizan ederek günaha girebileceklerdi.
6- Suizan uyandıracak durumlarda kaçınmak, şeytanın tuzağına düşmemek için itina göstermek, icabında özür beyan etmek gerekir. Bu husus, örnek ittihaz edilen âlimler ve diğer büyükler hakkında daha ziyade ehemmiyet taşır. Onların suizanna sebep olacak fiilerden son derece kaçınmaları gerekir. Her ne kadar haklı ve hulus sahibi olsalar bile haklarında suizan uyandıracak davranışta bulunmaları asla câiz değildir. Çünkü bu durum kendilerinden, ilimlerinden istifadeyi ortadan kaldırır. Bu mevzu ile ilgili olarak bazı âlimler: “Hâkim, kapalı olma halinde töhmetten kurtulmak için hükmün sebebini mahkûma açıklamalıdır” demiştir. Durum böyle olunca, “nefsimi alçaltıyorum, terbiye ediyorum” özrüyle uygunsuz ve fenâ davranışlardan çekinmeyenlerin hataları pek zâhirdir. Bunların, kendilerine sünnet-i nebeviye’den örnek göstermeleri mümkün değildir.
7- Kadınların geceleyin evlerinden dışarı çıkmaları câizdir.
8- Hayrete düşülen, taaccüp edilen durumlar karşısında sübhânallah demek câizdir. Bu tabir, hadislerde, tazîm, ürperti, utanma gibi başka hisler tahrik eden durumlarda da kullanılmıştır.
8. (104)- Hadis
İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Babam Ömer (radıyallahu anh) cahiliye devrinde iken geceleyin itikafa girmek üzere nezretmişti (adamıştı). -Hatta Mescid-i Haram’da bir gün itikaf yapmayı adamıştı diye de rivayet edilir- Durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Nezrini yerine getir” buyurdu.”
وعن ابن عمر رَضى اللهُ عنهما [ أنّ عمرَ نذرَ في الجاهليةِ أن يعتكفَ ليلةً، ويرُوى: يوماً في المسجدِ الحرامِ فسأل رسُولَ اللهِ ﷺ فقال: أوف بنذركَ] أخرجه الخمسة .
Buhârî, İtikaf 5, 15, 16; Humus 19, Megâzî 54, Eymân 29; Müslim, Eymân 27, (1656) Tirmizî, Nüzûr 12, 12, (1539); İbnu Mace, Keffarât 18, (2129).
Müslüman olmazdan önceki adak, yerine getirilir mi, getirilmez mi âlimler tartışmışlardır. Şâfiî (raimehullah)’ye göre yerine getirmek gerekir. Ebu Hanîfe’ye göre gerekmez. Zira, hadiste, “İslâm, önceden işlenen günahları ve borçları ortadan kaldırır” buyrulmuştur.